Yazar Aslıhan Dağıstan Aysev dizi senaristlerine soruyor: “Kadını tek tipleştiren, erkek maçoluğunu dolaylı veya dolaysız olarak idolleştiren senaryoların dışına çıkma vakti gelmedi mi?”
“Hikayeler insanları gerçekten değiştirir…” diyor 83 yaşındaki iki Oskar’lı efsanevi oyuncu, siyasi eylemci, hayırsever, yaşam uzmanı, yazar… Jane Fonda. “Hikayelerin birbirimize farklı açılardan bakmamızı sağlama ve empatiyi artırma gücü var…”
Fonda, Holywood’u belirli hikayeleri anlatıp, farklı olanları görmezden geldiği için eleştiriyor. Elinde Cecile B. Demille ödülü, hem sözleri hem görüntüsü zımba gibi.
65 yaş üstünü koca bir sene boyunca eve hapsettiğimiz, seslerini kıstığımız, ’yaşlı’ damgası ile morallerini, otobüse binme yasağı ile özgüvenlerini çaldığımız günlerde, 90’ına merdiven dayamış Fonda’nın maşallahı var. Ne de olsa çocukluğumuzun pembe mayo altına mor taytlı egzersiz idolü. Vücudu aerobikten, ruhu aktivistliginden dinç. “Me too” hareketine kadar hasır altı edilen Hollywood’un kirli, beyaz, maço yüzüne “kapsayıcılık” ayarı çekiyor.
Fonda’nın sözleri geçen haftalarda çok konuşuldu. Çünkü sinema ve dizilerde anlatılan hikayelerin hakikaten süper güçleri var: 7’den 70’e algımızı yönetme ve ‘normal’i kafasına göre şekillendirme gücü.
Eskiden ağzı var dili yok kadınlarla, ayyaş Kızılderililerin olduğu ırkçı, seksist kovboy filmleri bir normdu. Elimizde patlamış mısır ailecek seyrederdik. Neyse ki devirleri bitti. Bond kızlarının rolleri de çok şükür yatak dışına taşındı. StarWars’da iki cümleden başka repliği olmayan Prenses Leia evrildi, serinin kadın kahramanı savaşçı Jedi Rey oldu. Wonder Woman dünyayı kurtarıyor….Ancak bu ilerlemeler olsa da kutsal üçlü değişmiyor. Baş kadın hep genç, güzel bir dişi. Popüler filmlerdeki “konuşan karakter” lere bakarsak, erkekler, kadınların hala iki misli. Çünkü filmleri erkekler yönetiyor. Hikayeleri de oyuncuları da onlar seçiyor.
Dizi sektöründe dünya 2.si olan Türkiye’de de senaryo farklı değil.
TUSİAD’ın 2018’de yayınladığı Televizyon Dizilerinde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesine göre ekranda kadının cismi var, ama rolünün derinliği ve çeşitliliği dar.
10 kadından 7’si 16-39 yaş aralığında. (Erkekler genellikle 26-64 yaşlarında). Yani dizilerimiz kadını çıtır, erkeği olgun seviyor. Obezitede Avrupa lideriyiz ama dizilerdeki kadınların %65’i zayıf ve narin. Hemen itiraz etmeyin. Kilolu kadın rolleri de var elbette. Ancak nedense hepsi aynı tarzda: orta yaşlı, anaç ve cinsellikten uzak.
Davranışlarında da ortak özellikler bulunuyor. %64’ü çekingen, %77’isi hayalperest. (gerçek hayatta bu oran: %33 çekingen, %22 hayalperest). Senaryo yazılırken dizi kadınlarının frontal lobları beyinlerinden tıraşlanıyor olmalı. Rapora göre normalden daha az zeki ve daha az mantıklılar. Öte yandan erkekler ise olduklarından daha komik. Ve daha kaba. Demek kabalığın reytingi yüksek.
Liste uzaaar gider.
TUSİAD inandırmadıysa Allah inandırsın: Kadın hikayesi bir tane değil.
Kadınlar; narin, zarif kurbanlar, tek idealleri zengin bir patron tavlamak olanlar veya eksenleri bir erkek etrafında şekillenenlerden ibaret değil. Her yaş ve formdan kadının anlatmaya ve seyredilmeye değer enteresan hikayeleri var. Tuhaf ama gerçek: kadınların fedakârlık, fettanlık ve saflıktan gayri sıfatları da var. Anne ve eş olmanın dışında kimlikleri de.
Kadını tek tipleştiren, erkek maçoluğunu dolaylı veya dolaysız olarak idolleştiren senaryoların dışına çıkma vakti gelmedi mi? Her gün 1 erkeğin 1 kadını öldürdüğü ülkemizde, şiddeti kınadığını göstermek için kadını ekranda döven hikayelere ne demeli peki? Kaş yapayım derken göz çıkarmak mı?
Yani reytingse reyting, gerekiyorsa dramsa dram… Peki ekranlarda kapsayıcı alternatif hikayelerin yeri yok mu?
İçinde şiddet olmadan kan, ter ve güç olan sporcularımızın hikayelerini neden kimse anlatmıyor? Dünya şampiyonu güreşçimiz Yasemin Adar’dan tut, tarih yazan cimnastikci kızlarımıza, voleybol milli takımımıza. Dizi de çıkar, film de. Engelsizligin sembolü olan Şafak Pavey var misal. Onun hayatında her şey var: dram, politika, yarı yolda bırakan bir koca, eksik bir kol ve eksik bir bacak. Ama tüm bunlara rağmen asla kurban olmayan, dünyaya örnek olmuş cesur bir kadın da var.
Çalıkuşu’nun güncel versiyonunu istersen o da hazır: Enfes Karadeniz yaylalarındaki bir köy. Ve köyün kaderini değiştiren idealist öğretmen Dilek Livaneli. Peki Ümmiye Koçak gibi eğlenceli ve akıllı bir karakter ekranda ilgi çekmez mi? Köydeki tarlasından, tiyatro sahnelerine, daha sonra futbol starı Ronaldo ile reklam filmine uzanan olağanüstü bir senaryo olmaz mi?
Macera yazacaksan, Halet Çambel’in hikayesi de olur. Tifüslü hastalıklı bir kızdan, Hitler’e meydan okuyan bir olimpiyat sporcusuna dönüşen bir yaşam enteresan değil mi? Dünyanın sayılı arkeologlarından ve çevrecilerinden olduğunu da eklersen, bu gerçek hikaye şu andaki dizilerin yanında science fiction gibi.
Siyasi polisiye istiyorsan, Sema Rıza Feraceli’yi anlatabilirsin. 18 yaşında bir karanlık gecede, İstanbul’dan bin bir zorlukla Paris’e kaçan bu kızın padişah karşıtı devrimciliğinden başlar, İttihat ve Terakki cemiyetinin ilk ve tek kadın üyesi oluşunu anlatırsın. İlk Türk kadın gazeteci olarak, herkesin pıstığı bir zamanda mandacılığa karşı verdiği cesur savaş ekranlarda izlenmez mi? Geçen yüzyılın başında ona “kadınlığın tacı” demelerinin sebebinin “zarif, narin, dişi” bedeni yerine, cesur yüreği olduğunu bilsen, bence kadınlara farklı yaklaşırsın.
Ve belki de 65 yaş üstünde de muazzam olunacağını hatırlamak için Muazzez İlmiye Çığ’a bakarsın.
Sonra da yaşı ruha göre değil, nüfus kâğıdına göre tanımlayan pandemiyi, ‘Dışlananalar’ diye filmleştirebilirsin. Al sana dram.
Jane Fonda Hollywood’a “anlattığınız kadar anlatmadığınız hikayelerden de sorumlusunuz” diyor. O zaman tüm Türk Jane Fonda’ları adına soruyorum:
Bize anlatılan senaryoların değişme vakti gelmedi mi?
1 Yorum
Çoktan geldi. İyi bir noktaya değinmişsiniz. Teşekkürler…
Senaryolarda konu yok veya kadının bir işi var gibi ama bakınız kılık kıyafet , aldığı sorumluluklar. Her türlü gerçeklikten uzak ve illa ki seks objesi olarak gösterme üzerine kurulu.