İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik saldırıların, dünyanın farklı ülkelerindeki kadın haklarına yönelik saldırılardan bağımsız olmadığını belirten Prof. Dr. Kandiyoti, “İstanbul Sözleşmesi’ni savunmak kültürel değil politik bir savaştır” diyor.
Londra Üniversitesi’nde Emeritus profesör olarak görev yapan Prof. Dr. Deniz Kandiyoti, 340’tan fazla LGBTİ+ ve kadın örgütünün kurduğu EŞİK Platformu’nun düzenlediği çevrimiçi toplantıda 500’ü aşkın kişiyle bir araya geldi.
Prof. Dr. Sevgi Uçan Çubukçu’nun modere ettiği toplantıda, Kandiyoti, “Kadın Hareketine Yeni Tehditler: Ne Yapmalı?” başlıklı bir konuşma yaptı.
Konuşmasında kadın hakları mücadelesine erkekleri de dahil etmenin önemine işaret ederek, İstanbul Sözleşmesi’ni savunmak için en geniş cephenin oluşturulması gerektiğini söyledi.
Günümüzde gençlerin toplumsal cinsiyet sorununu, siyasal bir sorun olarak kabul etmesini güzel bir kazanım olarak değerlendiren Kandiyoti, kadınlara yerel de ulaşılmasının önemine vurgu yaparak, yerel yönetimlerin kadınlara yaklaşımı ve verdiği hizmetleri belirleyecek çalışmalar yapılmasının ve EŞİK’in “kadınlara ulaşan gönüllüler ordusu” oluşturmasının önemine işaret etti.
Geniş bir cephe oluşturmada kimlik farklılıkların aşılması ve LGBTİ+ların da özne olduğunun kabul edilmesi gerektiğini kaydeden Prof. Dr. Kandiyoti İstanbul Sözleşmesi’ni savunmak için önerilerini tek tek sıralarken “Sözleşme’ye yönelik yoğun bir karartma çalışması” yürütüldüğüne dikkat çekti.
Prof. Deniz Kandiyoti, kadınların Sözleşmeden doğan haklarının korunması için büyük bir çaba göstermelerine karşın Türkiye’de kadın haklarına saldırıların dünyadakilerden çok ayrı olmadığının altını çizerek şöyle konuştu:
“Feminist hak arayışlarına karşı iki tip saldırı yapılıyor. Bunları sağdan ve soldan gelen saldırılar olarak düşünmek mümkün. Bunların Türkiye’de karşılıkları olduğu muhakkak. Birebir Türkiye’de karşılıkları var. Hem söylemsel olarak hem durumsal olarak. Burada 90’lı yıllarda şekillenen toplumsal cinsiyet karşıtı lobiden söz ediyorum. Bunların bir ayağı BM’de Vatikan, Mısır, Katar gibi ülkelerin başını çektiği kendini aile dostu grubu olarak tanıtan 126 devlet ve koalisyonlardan oluşan bir oluşum. Bir diğeri de sağ popülist politikalar. Ülkelerin çok çeşitli ülkelerde Polonya, Macaristan gibi ülkelerde örneklerini görüyoruz. Diğer bir ayağı ise devletler, kiliseler, şirketler tarafından aile şirketleri olarak cömertçe fonlanan düşünce kuruluşları, medya kuruluşları… Bu alt yapıya bir de tabandan gelen siyasi olarak desteklenen bir mizojoni ve homofobi de eklenince ortaya feci bir tablo çıkıyor.”
“Kültür savaşı değil bu bir politik savaş”
Geçmişteki bağımsız STK’ların kapladığı alanları devlet güdümlü STK’ların aldığını ve devlet güdümlü STK’ların neler yaptıklarını herkesçe bilindiğini belirten Kandiyoti, devlet güdümündeki KADEM gibi bazı STK’ların ise İstanbul Sözleşmesi’ni savununca saldırılara uğradığını hatırlatarak, “Ama bu sefer de aile platformuna girip gaylara sadırdılar. En sonunda kendi yasalarımızla idare ederiz noktasına geldiler” dedi.
“İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasını haklı göstermeye yönelik söylemlerin, uluslararası ifadelerden alıntılanarak yapıldığını ve birden bire emperyalizm, milli bağımsızlık konularını gündeme taşıyarak devletin kendini haklı kılmaya çalıştığını anlatan Prof. Deniz Kandiyoti, “Bu demek oluyor ki iç ve dış çok olumsuz koşullarda. Kadın hak savunuculuğunun yükselişte olduğu 1990’lı yıllarda çok ciddi bir alt yapı vardı. Bürokraside, akademide, sivil toplumda, medyada çok güçlü çalışan kadınlar vardı. Bugünse bir sivil toplum kalmadı. Medyanın durumu ortada. Bence İstanbul Sözleşmesi’ni savunmak için yeni bir alan yani daha önce yapılmamış bir şeyleri yapmak gerekiyor. Ne yapmak gerekiyor? Bir kere toplumsal cinsiyet meselelerini kültürel meseleye çekmeye çalışanlardan bir an önce kurtulmak gerek. Çünkü bu mesele kültürel değil toplumsal cinsiyet meselesidir, politik bir mücadele gerektiriyor. Bugün ABD’de kendi bedenine karşı müdahale konusunda çok ciddi bir mücadele var. İnanılmaz bir antifeminizm var, kadın düşmanlığı var. Çünkü orada da otoriter rejim yükseliyor. Bu da kadın haklarının kısıtlanması anlamına geliyor. Benzer bir durum Türkiye’de de var. Kültür savaşı değil bu bir politik savaş.”
Kaynak: Bianet