Nicholas Kristof, New York Times’daki yazısında, Ortadoğu’da diktatörlere karşı direnen kadınlardan ilham alarak, ABD dış politikasının kadın haklarını destekleyecek, insan hakkı ihlallerine karşı duran bir yerde konumlanması gerektiğini ifade ediyor.
Nicholas Kristof
Eli sopalı ve palalı çeteler, demokrasi yanlısı protestocuları engellemek için Kahire’deki Tahrir Meydanı’nın dışında geçici bir kontrol noktası kurmuştu ve haydutların iki kadını durdurup onları tehdit ettiğini görünce kalbim yerinden çıktı.
Ancak Minna ve Amal isminde iki kadın, on yıl önce Arap Baharı sırasında direndiler. Kadınlar ve eli sopalı haydutlarla röportaj yapmak için öne atıldım. Ortak bir röportaj için ara verirken şiddet tuhaf bir şekilde askıya alındı. Minna ve Amal’a siyasi haklar aramak için neden bu kadar çok risk aldıklarını sordum.
Amal basitçe, “Mısır’da demokrasiye ihtiyacımız var,” dedi. “Sadece sahip sizin sahip olduklarınızı istiyoruz.”
Minna ve Amal’ın sessiz, yılmaz cesareti, Arap Baharı’ndaki en güçlü anılarımdan biridir. Minna ve Amal gibi demokrasiyi savunmak için dayak, işkence, tecavüz ve cinayet riskine giren pek çok kişi var ve neden biz kaybedecek hiçbir şeyi olmayan Amerikalıların, yıllar boyunca çoğu zaman aynı şeyi yapmak istemediğini merak ediyorum.
ABD, Suudi Arabistan’daki insan hakları konusunda özellikle kayıtsız kaldı. Nobel Barış Ödülü adayı Loujain al-Hathloul, kadın haklarına yönelik mücadelesi yüzüden hapsedildi, işkence gördü ve cinsel istismara uğradı. Trump yönetimi, onu ve diğer tutuklu eylemcileri savunmak yerine, Washington Post’ta bir köşe yazarının öldürülmesinin arkasında olmasına rapmen Suudi Arabistan’ın veliaht prensi Muhammed bin Selman’ı korudu. Boş zamanlarında M.B.S. Yemen’de dünyanın en kötü insani krizini yarattı.
Şimdi bir değişim rüzgarı esiyor. Beyaz Saray Salı günü, Başkan Biden “Suudi Arabistan ile ilişkimizi yeniden düzenleyeceğini” ve veliaht prensle değil, hasta babası Kral Salman ile ilgileneceğini söyledi.
Suudi yetkililer rüzgarın hangi yönden estiğini görüyor. Bu ay sonunda el-Hathloul’u serbest bıraktılar ve ayrıca Yemen’deki felaketi çözmeye hazır görünüyorlar. Adil olmak gerekirse, M.B.S. yönetimindeki Suudi Arabistan, birçok kadın için koşulları iyileştirdi ve Yahudilere ve Hıristiyanlara yönelik nefret dolu dil içeren ders kitaplarını temizledi (ders kitapları Şii Müslümanları aşağılamaya devam ediyor). Riyad’a yaptığım bir ziyarette, onu taze bir nefes olarak gören genç Suudiler arasında popüler olduğunu gördüm.
Yine de el-Hathloul’un salıverilmesi memnuniyetle karşılansa da, hâlâ seyahat edemiyor veya yaşadıkları hakkında konuşamıyor. Birçok kadın hakları aktivisti ve 1000 kırbaç ve 10 yıl hapis cezasına çarptırılan (kırbaçların 950’si düştü) blog yazarı Raif Badawi de dahil olmak üzere diğer birçok masum Suudi hapishanede.
Sonuç olarak, M.B.S.’in itibari zedelenmiş durumda. Kral Selman ve diğer Suudi kraliyet mensupları şunu iyi anlamalı: M.B.S. gerçekten de bir sonraki kral olursa, ülkenin Amerika ile ilişkileri onlarca yıl düzelmeyebilir.
Belki tüm bunlara gözlerini deviriyorsun. Realpolitik’in bazı uygulayıcıları insan hakları endişesini korkakça görüyor ve asıl önem verdiği şey, bir ulusun güçlü, korkulan ve yenilmez bir orduyla donatılmış olması. İdealizmin Libya’daki iç savaş gibi felaketlere yol açtığı ve hem Amerikalıların hem de yabancıların çıkarlarını geliştiren şeyin istikrar ve bazen güçlü ve kötü adamlarla çalışma ilişkileri olduğu konusunda uyarıyorlar.
Benim bunlara yanıtım, çıkarlarımızı ve değerlerimizi dengelememiz gerektiği yönünde. Libya’da safi idealizmin sınırlarını, aynı zamanda Irak ve Afganistan’daki safi askeri gücün sınırlarını da gördük. Değişim bazen bombayla gerçekleşiyor ama bazen de eğitim ve kadın hakları dahil insan haklarını destekleyerek. Taliban, Malala Yousafzai’yi, uzun vadede aşırılığa yönelik en büyük tehdidin bir drone değil, kitabı olan bir genç kız olduğunu anladıkları için vurdu.
Arap Baharı’nda liderliğiyle Nobel Barış Ödülü’nü kazanan Yemenli bir kadın olan Tawakkol Karman, bana dünyanın Biden’ın tutukluları serbest bırakmak ve kadın haklarını korumak için rejimlere baskı yapmasını beklediğini söyledi. “Dünya, Trump’ın ABD dış politikasında anormal bir durum yarattığından ve genel bir Amerikan yaklaşımını yansıtmadığından emin olmak için ABD politikasını izliyor” dedi.
Dünya gri çizgilerle dolu. Barack Obama insan haklarına inanıyordu, ancak bir batağa girmekten endişe ettiği için yüz binlerce Suriyelinin katledilmesine izin verdi.
Mısır’ın baskıcı rejimi, Mısırlı-Amerikalı bir aktivist olan Mohamed Soltan’ın akrabalarını gözaltına alarak Biden’a şimdiden meydan okuyor. Çin’in Sincan bölgesindeki kültürel soykırıma son vermek bir yana, Biden’ın Myanmar’daki demokrasi yanlısı protestoculara yardım etmek veya Venezuela’daki bir diktatörü yerinden etmek için ne gibi bir kozu olduğu açık değil.
Ama en azından sesimizi bulabiliriz. Trump yönetimi Venezuela, Çin ve İran’daki ihlalleri kınadı, ancak insan haklarını yalnızca sevmediğiniz ülkelerde önemsiyorsanız, aslında insan haklarını önemsemiyorsunuz demektir.
Ve Trump yönetimi altında, yurtdışında demokratik haklara saygısızlık, ülke içinde bu tür haklara saygısızlık haline geldi.
Mısır’daki Minna ve Amal veya Suudi Arabistan’daki El-Hathloul gibi cesur kadınlardan ilham almalıyız. Sadece ilkelerle silahlanmışlarsa, yurtdışındaki çetelere ve diktatörlere karşı koyabiliyorlarsa, o zaman elbette biz de yapabiliriz.
Kaynak: New York Times