20. yüzyılın birçok kadın sanatçısı gibi ölümünden sonra unutulan ve yüz yıl sonra tekrar keşfedilen yetenekli ressam Suzanne Valadon’un hayat hikayesi…
Bir asırdan fazla bir süre önce, Suzanne Valadon, dolgun, kıvrımlı vücutlarıyla şehvetli ve kendine güvenen kadınların nü portrelerini yapmaya başladı. Zaman zaman çıplak erkekleri de tuvaline taşıdı ve sanat tarihi geleneğine karşı çıkarak onları arzu figürleri olarak sunmaktan çekinmedi.
Tuvalleri cesur hatlarla, canlı renklerle ve gevşek fırça işleriyle doluydu ve o zamanlar çok yaygın olan idealize edilmiş ‘dinlence’ sahnelerinden ziyade öznelerinin iç yaşamlarını ustaca resmetti. Edgar Degas ve Pierre-Auguste Renoir gibi en ünlü çağdaşlarının övgüyle bahsettiği Valadon, azımsanacak bir sanatçı değildi ve dönemin beğeni toplayan birkaç ressam kadından biriydi. Yine de 20. yüzyılın birçok kadın sanatçısı gibi ölümünden sonra hatırlanmadı.
Ancak bugün küratörler ve sanat tarihçileri Valadon’un çalışmalarına tekrar geri döndü ve hayatını nüanslarıyla yeniden düşünmeye başladı.
Valadon, başından beri Paris’in yüzyılın başında gelişen sanat sahnesinde tartışmalı bir figürdü ve bohem tavırları ve kışkırtıcı kişisel yaşamıyla, farklı, isyankar vizyonuyla da tanınıyordu.
Barnes Foundation koleksiyon ve sergilerden sorumlu müdür yardımcısı Nancy Ireson, “Yaşam tarzı skandal yaratıyordu,” diyor “Daha genç bir sevgilisi olması; ünlü bir ressam olan oğlunun (sanatçı Maurice Utrillo) da alkolik olması. Bu 100 yıldan fazla bir süre önce, ama eminim ki kadınlar bugünlerde hala aynı eleştirilerle karşı karşıya.”
1865 yılında, Suzanne Valadon, Marie-Clémentine Valadon adıyla Montmartre’de yoksul bir bekar annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Catherine Hewitt, 2017 tarihli biyografisi “Renoir’in Dansçısı” nda genç sanatçıyı, kendisine bir şeyler öğretmeye çalışan rahibeleri kızdıran dik başlı, hayal gücü kuvvetli bir çocuk olarak tanımlıyor. Valadon, 15 yaşında bir sirk sanatçısı olarak eğitim almadan önce bir dizi kısa ömürlü küçük iş yaptı, ancak kariyeri, trapez dublörlüğü sırasında meydana gelen sırt yaralanmasıyla yarıda kaldı.
İyileşme sürecinde Valadon resim yapmaya başladı. Sanat dünyasına girmek için gerekli eğitim veya paradan yoksun olan sanatçı, sanatçılar için modellik yapmaya başladı. O zamanlar modellik seks işçiliğine denk olduğu düşünülen müstehcen bir işti, ancak Paris’in sanat ortamına doğrudan erişimini sağladı.
Valadon yeni rolüne kolaylıkla adapte oldu ve yedi yıldan fazla bir süre ressam Pierre Puvis de Chavannes’in modeli olarak görev yaptı. Daha az tanınan sanatçıların eserlerinde, alegori ve mit figürlerine dönüştü. Gustav Wertheimer tuvalinde ateşli Yunan sireni, Çek ressam Vojtĕch Hynais için gerçeğin kadınsı bir biçimde somutlaşmış hali, her zaman arama kartı olarak kumral saçıyla.
Şöhreti özellikle erkek sanatçılara özel alanlarda, Paris kafe kültürünün dumanlı, absinthe ile demlenmiş odalarında sosyalleşme ve ağ kurma kararlılığı ile giderek yayıldı. Kısa süre sonra Valadon, zamanın en ünlü empresyonist ressamlarından bazılarının eserlerinde yer almaya başladı. En ünlü eserlerden biri Renoir’in 1883 tarihli “Dance in the City” ve muhtemelen “Dance at Bougival” adlı eserleri oldu.
Ireson, “Sadece güzel değildi” dedi. “Nasıl performans sergileyeceğini, nasıl bir karakter yaratılacağını biliyordu. Ve bu nedenle, farklı sanatçıların farklı eserlerinde neredeyse farklı bir insan oluyordu.”
Valadon poz vermekten daha fazlasını yaptı. Seansları, eğitim, gözlem ve modellik yaptığı sanatçılardan öğrenme fırsatı olarak kullandı. Ressam Henri Toulouse-Lautrec’e modellik yaparken, Toulouse-Lautrec onu 1889’da akıl hocası olacak Degas ile tanıştırdı.
Sanat dünyasındaki iddiasını benimsemeye başlarken, Valadon küçük bir çocuk yetiştiriyordu. 18 yaşında hamile kalmıştı ve gerçek babasının kim olduğu bilinmese de, yakın bir bağ kurduğu genç sanatçı Miguel Utrillo çocuğunun resmi babası oldu.
Valadon 45 yaşına kadar sanat kariyerine tüm dikkatini vermedi. O yaşlarda üretken bir şekilde resim yapmaya başladı, kendisi ve ailesini resmetti, nü çalışmalar yaptı. 1909’da “Yaz” adlı tablosu yeni ve moda olan Salon d’Automne’a kabul edildi ve 1911’de ilk kişisel sergisini yaptı.
1920’lerde Valadon eleştirmenlerce beğenilmeye başladı. Fransız gazetesi Le Gaulois’in ön sayfasında kendisinden bahsedildi ve eleştirmenler, Paris’teki John Levy Gallery’deki 1921 sergisi fark ettiler. Hewitt’e göre Fransız eleştirmen André Warnod, nü tablolarını “güçlü” olarak nitelendirdi ve “gerçeklikleri sayesinde izleyiciyi büyülediklerini” gözlemledi.
Orijianali CNN’de yayınlanan yazının devamına buradan ulaşabilirsiniz.