Uluslararası Hrant Dink Ödülleri’nin bu yılki sahibi işkencenin ve kötü muamelenin olmadığı bir dünyanın için katkılar sunan Türkiye İnsan Hakları Vakfı ve Afghanistan’daki vahim kadın hakları krizi karşısında yılmadan çalışan Afgan kadın hakları savunucusu Shaharzad Akbar oldu.

14. Uluslararası Hrant Dink Ödülleri, her yıl olduğu gibi bu yıl da Hrant Dink’in doğum günü olan 15 Eylül’de sahiplerini buldu.
“Ayrımcılıktan, ırkçılıktan, şiddetten arınmış, daha özgür ve adil bir dünya için çalışan, bu idealler uğruna bireysel risk alan, ezber bozan, barışın dilini kullanan ve bunları yaparken de insanlara mücadeleye devam etme yolunda ilham ve umut veren kişi, kurum ya da organizasyona verilen ödüllerin bu yıl Türkiye’den sahibi Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) oldu. Ödül Türkiye dışından ise Afganistanlı kadın hakları savunucusu Shaharzad Akbar’a verildi.
İpek Bilgin’in Türkçe; Tuğrul Tülek’in İngilizce sundukları ödül töreni; ziyaretçilerin Hrant Dink’in hayatını ve mücadelesini öğrenebilecekleri bir mekân olan 23,5 Hrant Dink Hafıza Mekânı’ndan yayınlandı.
AGOS’un aktardığına göre tören, Ödül Komitesi Başkanı Ahmet İnsel’in konuşması ile başladı. Daha sonra Güney Afrikalı yargıç ve hak savunucusu Albie Sachs bir konuşma yaptı. Nazım Hikmet’in Hapishane Şiirleri ile çok uzun yıllar önce ülkesinde tanıştığını hatırlatan Sachs “Bu ödül törenleri, sadece insan hakları konusunda özel ve kayda değer bir şeyler yapmış kişileri seçmek için değil, en derin karanlıklarda bile ışıl ışıl yanan o küçük alevi canlı tutmak içindir” dedi.
Türkiye dışından Shaharzad Akbar
Ödülün Türkiye dışından sahibi Shaharzad Akbar konuşmasında “Birbirimiz için ışığı açık tutmanın bir yolunu bulalım. Hrant Dink’in ve Afganistan’daki inanılmaz kadın protestocuların yaptığı gibi adaletsizliğe karşı boyun eğmeden duralım” dedi. Akbar Taliban rejiminin baskılarına karşı Afganistanlı kadınların yılmadığını belirterek uluslararası kurumları dayanışmaya çağırdı.
1987 yılında, Afganistan’ın Cevzcan vilayetinde, bir taraftan Arap, bir taraftan Özbek bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. 1996–2001 yılları arasındaki Taliban iktidarı sırasında bir süre Pakistan’da mülteci olarak yaşadı. 2009’da ABD’deki Smith College’dan antropoloji alanında lisans, 2011’de Oxford Üniversitesi’nden kalkınma çalışmaları alanında yüksek lisans derecesi aldı.
2010 yılında Kâbil’de gençler tarafından kurulan QARA Danışmanlık şirketinin kurucu ortağı ve faaliyet direktörü olarak görev yaptı. Hür ve Adil Seçimler Vakfı’nda analist, BBC Afganistan’da gazeteci olarak çalıştı. 2014–2017 yılları arasında, Açık Toplum Vakıflarının Afganistan ofisinin yöneticisi olarak, barış inşası, insan hakları ve hoşgörüyü teşvik etme perspektifiyle sivil toplumu ve medyayı destekleme yönünde çalışmalar yürüttü. 2017 yılında, Dünya Ekonomik Forumu’nun ‘Genç Küresel Liderler’ listesinde yer aldı. 2017–2018 arasında Yüksek Kalkınma Konseyi’nde Afganistan Devlet Başkanı’nın kıdemli danışmanı olarak, üst düzey karar alma süreçlerinde kalkınma projelerine öncelik verilmesi için çalıştı. 2019–2022 arasında, Taliban tarafından kısa süre önce feshedilen Afganistan Bağımsız İnsan Hakları Komisyonu’nda başkanlık; 2018–2019 arasında UNESCO Afganistan’da kıdemli danışmanlık ve Ulusal Güvenlik Konseyi’nde Barış ve Sivil Koruma Başkan Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Ağustos 2021’de Taliban’ın yönetimi ele geçirmesinin ardından, pek çok Afganistan vatandaşı gibi, ülkesinden ayrılmak zorunda kaldı.
Washington Post, Newsweek, El Cezire ve CNN de dâhil olmak üzere çeşitli uluslararası yayın organlarında, Afganistan medyasında ve akademik dergilerde yazıları yayımlandı. Hâlen, İngiltere’deki Chatham House Uluslararası İlişkilerde Liderlik Akademisi üyesi olarak görev yapıyor ve Afganistan odaklı yeni bir insan hakları örgütü kurmak için çalışmalar yapıyor.
Taliban rejiminin, insan hakları, halkın siyasal ve toplumsal yaşama katılım hakkı, eğitim, sağlık, çalışma hakları, cinsel sağlık ve üreme sağlığı hakları ve ayrımcılıkla mücadele alanlarında süratli bir gerileme yaşattığı Afganistan’da, eğitim, ifade, örgütlenme, toplanma ve seyahat özgürlüklerine sert sınırlamalar getirilen kadınların ve kız çocukların seslerini bütün dünyaya duyurmak, ülkesinde hâkim olan cinsiyetçi ayrımcılığa son vermek ve bu vahim kadın hakları krizi karşısında kadınlar arası küresel dayanışmayla uluslararası toplumu harekete geçirmek üzere yılmadan çalıştığı için, Shaharzad Akbar.
Türkiye’den TİHV (Türkiye İnsan Hakları Vakfı)
Ödüllerin Türkiye’den sahibi , işkencenin ve kötü muamelenin olmadığı bir dünyanın ve toplumsal barışın tesis edilmesine, demokrasinin gelişmesine ve insanlık onurunun korunmasına katkılar sunan Türkiye İnsan Hakları Vakfı oldu.
TİHV Başkanı Metin Bakkalcı yaptığı konuşmada Hrant Dink ile buluşmalarından, bilhassa ‘travma ve kimlik’ konusundaki görüş alışverişlerinden bahsetti. Türkiye’nin tamamlanamayan yaslar ülkesi olduğunu belirten Bakkalcı işkencesiz bir dünya hayalini gerçekleştirmek için çaba gösterdiklerini vurguladı ve ödülü tüm dünyada işkenceye maruz kalan, kalmış ve işkenceleri önlemeye çaba gösterenler için aldıklarını söyledi. Bakkalcı vakfın ilk genel başkanı Yavuz Önen’in bir sözünün hatırlattı “Ateş düştüğü yeri yakar, biz ateşin düştüğü yerde olacağız” Bakkalcı şu sözlerle konuşmasını bitirdi: “Hâlâ ateşin düştüğü yerdeyiz ve olmaya da devam edeceğiz…”
1980 askerî darbesinin ardından işkencenin önlenmesi ve işkenceye maruz kalmış kişilerin tedavisi ve rehabilitasyonu için verilen çabaların bir sonucu olarak, 1990 yılında, İnsan Hakları Derneği ve 32 insan hakları savunucusu tarafından kuruldu.
İşkence izlerinin belgelenmesi ve işkence görenlerin tedavisi konusundaki çalışmaları, deneyimi ve bilgi birikimiyle âdeta bir okul hâline geldi. İşkenceyle mücadele konusunda mevcut mekanizmaların etkinleştirilmesi ve hem yerel hem de uluslararası düzeyde yeni mekanizmalar kurulması amacıyla yürüttüğü savunuculuk faaliyetleri ve yayımladığı raporlarla, işkencenin önlenmesine yönelik çalışmalarda dünyanın önde gelen kuruluşlarından biri oldu; birçok hak örgütüne ve uluslararası kuruluşa ilham verdi.
1999 yılında kabul edilen ve ‘İstanbul Protokolü’ olarak bilinen Birleşmiş Milletler İşkence ve Diğer Zalimane, Gayri İnsani veya Aşağılayıcı Muamele ve Cezanın Etkin Soruşturulması ve Belgelenmesi Kılavuzu’nun hazırlanmasına öncülük etti. Türkiye’de ve dünyada sağlık ve hukuk alanında çalışanlara yönelik işkencenin araştırılıp kayıt altına alınması ve soruşturulmasına dönük eğitim programlarının düzenlenmesinde önemli rol oynadı. 2008 yılında, Adli Tıp Uzmanları Derneği ve Türk Tabipleri Birliği’nin katkılarıyla, işkenceyi tıbbi olarak belgelendiren ‘İşkence Atlası’ başlıklı çalışmayı yayımladı. Ankara’da, Diyarbakır’da, İstanbul’da, İzmir’de, Cizre’de ve Van’da kurduğu merkezler aracılığıyla, bugüne dek, işkenceye ve kötü muameleye maruz kalmış 20 binden fazla kişiye tedavi ve rehabilitasyon hizmeti sundu; işkence görenlerin ve yakınlarının, yaşadıkları travmanın ardından fiziksel, ruhsal ve sosyal açıdan iyileşmelerine katkıda bulundu. 2000 yılından beri, ‘hakikat, adalet ve onarım’ ilkeleri çerçevesinde, toplumsal travmayla baş etme konusunda da çalışmalar yapıyor; Türkiye’de ve Türkiye dışında, bu konuda eğitim programları, paneller ve sempozyumlar düzenliyor. Bir yandan da, ‘İstanbul Protokolü’nün düzenli olarak güncellenmesine önayak olmaya devam ediyor.
Kurulduğu günden bu yana, hakkında açılan pek çok soruşturma ve dava karşısında yılmadan çalışarak, bilimsel bilgiye ve evrensel değerlere dayalı bir tanıklık yürüterek, işkencenin ve kötü muamelenin olmadığı bir dünyanın ve toplumsal barışın tesis edilmesine, demokrasinin gelişmesine ve insanlık onurunun korunmasına paha biçilmez katkılar sunduğu için, Türkiye İnsan Hakları Vakfı.