Erkek şiddetinin durdurulması, yasaların etkin uygulanması ve kadınların insanca bir yaşama kavuşması için çalışmalar yürüten dört kadın aktivist, Nebahat Akkoç, Gülseren Onanç, Gülsun Kanat ve Fidan Ataselim, 25 Kasım vesilesiyle toplumsal dönüşüm için verdikleri mücadeleyi anlattı.
Hürriyet’ten İpek İzci, KAMER Vakfı’nın kurucusu Nebahat Akkoç, 2002’den bu yana Mor Çatı gönüllüsü olarak şiddet başvurusu yapan kadınlara yol gösteren Gülsun Kanat, TBMM Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nun kurulmasında rol alan ve kurduğu SES Eşitlik ve Dayanışma Derneği’yle toplumdaki her türlü eşitsizliğin giderilmesi için uğraşan Gülseren Onanç, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneği’nin kurucu kadrosunda yer alan ve şu an derneğin genel sekreterliğini yürüten Fidan Ataselim’le 25 Kasım’ı konuştu.
Dipten gelen bir değişim talebi var
Kadın Hakları Sivil Toplum Örgütü KAMER Vakfı’nın kurucusu Nebahat Akkoç:
“Türkiye’de yılda 350-400 kadın babası, kardeşi ya da kocası tarafından öldürülüyor. Hâlâ pek çoğumuz eğitim hakkından yararlanamıyor, küçük yaşta evlendiriliyor, şiddet görüyoruz. Ama Türkiye’de kadın hareketinin hiç durmadan mücadele ettiğini, özellikle son yıllarda kazanımlarını korumaya çalışırken yorulduğunu, öfkelendiğini söyleyebilirim.
KAMER, Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerinde çalışıyor. Hep kararlı olduk ama korkarak çalıştık. Gözdağı vermeler, tehditler… ‘Namus’ adına işlenen cinayetler konusunda çalışırken cesedi bulunan pek çok kadının kimliği tespit edilemiyordu. Fark ettik ki kız çocuklarının nüfus kaydı yapılmıyor. Kız çocuklarının nüfusa kaydedilmesi konusunda çok çaba harcadık. Son 10 yıldır kimliksiz bir kadın ya da kız çocuğu tespit etmedik.
Eskiden sığınma evleri, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’na (SHÇEK) bağlıydı. Mesai bitimine yakın saatlerde “Mesai bitti, yarın gelin” diyorlardı. Kadınları koruma işini kadın kuruluşları üstleniyordu. Elbette hâlâ pek çok sorun var ama şimdi kadınlar sokakta kalmıyor, günün her saatinde sığınacak yer bulabiliyorlar.”
Korunamayan kadınların sesi olur, hesap sorarız
SES Eşitlik ve Dayanışma Derneği Kurucu Başkanı Gülseren Onanç:
“25 Kasım gibi kadının eşitlik mücadelesinde sembolik günler toplumun kadın sorunlarına ilişkin farkındalığının artması, iş dünyası ve sivil toplumun sorunun çözümüne ilişkin adım atması ve karar mercilerinin politikalarını gözden geçirmeleri açısından işlevsel. Biz kadın hakları aktivistleri bugünlerde dayanışmayı deneyimliyor, sosyal medyada, sokakta, salonlarda, medyada sesimizi yükseltme olanağı buluyoruz.
Kadınlar için eşitlik mücadelesi varoluşsal bir şey. Kadın daha çocukluktan beri okumak için, iş dünyasına girmek için, mesleğini yapabilmek için, istediği kişiyle evlenmek için, kariyerinde ilerlemek için hep mücadele etmek zorunda. Haklarını hukuksal alanda kazansa bile toplumsal cinsiyet rollerindeki algının değişmesi için de bu mücadele devam etmeli… Çünkü kadın, erkek egemen bütünsel bir sistemle karşı karşıya. Bu sistem kadına, çocuğa, doğaya, ötekine karşı hâkimiyet kurmak isteyen bir sistem.”
Ünlü erkekler ayaklarını denk alacak bundan sonra
“Kadın sesinin duyulması açısından #MeToo (#BenDe) hareketi sosyal medyada sonuç veren bir kampanya oldu, faillerin de adını vererek cinsel taciz, tecavüz ve flört şiddetini toplumun gözüne soktu. Türkiye’de #MeToo hareketi geniş çaplı olarak yayılmasa da birkaç örnek, kadına yönelik flört ve eş şiddetini ortaya çıkardı. Sıla’nın erkek arkadaşı Ahmet Kural’ın kendisine uyguladığı şiddeti medya önünde adli kurumlara taşıması, Ozan Güven’in kız arkadaşı Deniz Bulutsuz’un kendisine uygulanan şiddeti yine sosyal medyada duyurması ferdi ama önemli örnekler… Bundan sonra özellikle ünlü erkekler ayaklarını daha denk alacak. Kadın hareketi mağdur olan kadınlarla dayanışma göstererek, #MeToo hareketi için gerekli cesaretin oluşmasına katkı sunuyor.”
Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı gönüllüsü, sosyal çalışmacı Gülsun Kanat:
“Kadınlar eskiye nazaran yaşadıklarını anlatma ve yardım isteme konusunda daha açık. Eskiden anlatmak ayıp sayılıyordu, şiddet tabuydu. Son iki yıldır gözlemlediğim bir şey var: Genç kadınlar haklarını biliyor, nasıl bir hayat yaşamak istediklerini daha sesli söylüyor ve bu konuda mücadele vermek istiyor. Zorla evlendirilmeye karşı çıkıyor, bizi “Evlenmek değil, okumak istiyorum. Bana destek verir misiniz? Sığınma evine geleyim, sonra ben de size bir şekilde destek olabilirim” diye arıyor. Tabii ki her kadın yapamıyor ama önceki yıllara kıyasla çok fazla kadının şiddet yaşadığının tanımını yaparak bizi aradığını söyleyebilirim.
80’li yılların ortasından bu yana şiddete karşı mücadele veriyoruz. O yıllarda arkadaşlarımızla sabit telefon ya da faks aracılığıyla konuşabiliyor ya da postayla yazışıyorduk. Şimdi, bir yandan dijital şiddeti arttırsa da sosyal medya işimize çok yarıyor. Daha geçen gün bir karakoldaki yanlış uygulamayla ilgili bir tweet attık, kadınları, kadın örgütlerini ve yetkilileri hemen uyarmış olduk.”
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Genel Sekreteri Fidan Ataselim:
“Kadına yönelik şiddeti durduracak olan kamudur. Biz, kendimizi bireysel kurtuluş modellerinden ayrıştırıyoruz. ‘İlham veren kadınlar’ gibi söylemlerin, özsavunma atölyelerinin doğru olmadığını düşünüyoruz. Kadınları teker teker koruyarak bir çözüme varamayız, bütün kadınların kurtulmasını sağlayacak bir şey gerekiyor. Bu da somut koşulların somut analizini yaptığımızda kamusal yükümlülükler getiren İstanbul Sözleşmesi’dir.”
Uyanan, hayatını değiştirmeye çalışan kadınların sayısı az değil
“Kadınlarda da toplumda da çok ciddi bir değişim olduğunu düşünüyorum. Kadınlar sorgulamaya başladı, şiddete mahkûm olmadıklarını anladı. Kadınların çoğunluğu bir şiddetle karşılaştığında sessiz kalmıyor, karakola gidiyor, sosyal medyada sesini duyurmaya çalışıyor. Daha fazla hak talep ettikleri, “Erkeklerin dediği doğrudur” diye kabul etmedikleri için erkeklerin baskısıyla karşılaşıyorlar. Maalesef kadın cinayetiyle sonuçlanan kötü yönlerini gördüğümüz gibi, iyi yönünü de görmemiz gerekir. Uyanan, kendi hayatını değiştirmeye çalışan, haklarından vazgeçmeyen kadınlar var.”
Kaynak: İpek İzci // Hürriyet