Bir parkın korunması temasıyla başlayan ve birkaç gün içinde milyonlarca insanın siyasal iktidara karşı duyduğu hoşnutsuzluğu sokaklara dökülerek gösterdikleri ve bu yönüyle modern Türkiye tarihinin en büyük sosyal hareketi kabul edilen Gezi Parkı isyanının üzerinden 9 yıl geçti.
Geçen bu 9 yılın ardından Gezi’nin nasıl hatırlandığı ve ona dair hafızada nelerin öne çıktığını bir biçimiyle isyanın veya park komününün parçası olmuş kişilerle konuştuk.

Taksim Gezi Parkı’nda birkaç çadırla park içindeki ağaçların korunması talebiyle başlayan ve birkaç gün içinde Türkiye’nin 79 iline yayılan Gezi direnişinin üzerinden tam 9 yıl geçti.
Aradan geçen 9 yılda Gezi isyanı ve Gezi’de sokağa çıkanlar siyasal iktidar temsilcileri ve onların elinde bulundurdukları çeşitli baskı araçlarıyla kriminalize edilmeye çalışılsa da Türkiye’nin bu en büyük toplumsal hareketine dair hafıza aradan geçen yıllara rağmen capcanlı duruyor.
Biz de Eşitlik, Adalet, Kadın Platformu olarak aradan geçen 9 yılda Gezi’nin nasıl hatırlandığı ve ona dair hafızada nelerin öne çıktığını 9 yıl önce isyanın veya park komününün parçası olmuş kişilerle konuştuk.
‘Tüm renklerin harmonisi, ebrusu…’
Şair, aktivist, şarkı sözü yazarı Gülten Kaya‘ya göre, “Gezi, yeşilin, sarının, morun, kırmızının, pembenin, beyazın, tüm renklerin harmonisi, ebrusu idi. Rengarenk bir heyecandı. Türkiye’ydi…” mesela.
‘Taksim’in Lice için ayağa kalkabildiği bir ülkenin mümkün olabileceğini gördük’
Gezi’deki isyan fişeğinin ateşlendiği ve 9 yıldan geriye bakınca bir dönüm noktası olarak öne çıkan 27 Mayıs 2013 tarihinden Gezi Parkı’ndaki çadırların polis müdahalesiyle süpürüldüğü 11 Haziran 2013’e dek park komünün bir parçası olan Öyküm, o yıl İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne henüz yeni başlamış bir lisans öğrencisiydi. Şimdi bir vakıf üniversitesinde araştırma görevlisi olarak görev yapan Öyküm’e göre, Gezi direnme, isyan etme ve dayanışmanın aynı anda hayat bulduğu, çok farklı insanların birbirlerini anladığı ve el uzattığı, öfkelerini ve özlemlerini birleştirdiği bir süreçti.
“Her şeyden önce bizlere doğduğumuzdan itibaren ‘yenilmez’ diye öğretilen devlet gücünün halk karşısında ne kadar güçsüz kalabildiğini gösterdi” diyen Öyküm Gezi’yi şu ifadelerle hatırlıyor:
“Aradan devletin zehirleyici ideolojik etkisini çıkardığımız zaman birbirlerine düşman edilenlerin birbirlerine sahip çıktığını, Taksim’in Lice için ayağa kalkabildiği bir ülkenin mümkün olabileceğini gördük. Direnişin bir parçası olma durumu milyonların gözündeki perdeyi kaldırdı; medyanın ve egemenlerin bitmeyen yalanları yerine yanı başındaki kardeşinin sesine kulak vermeye başladı insanlar. Hatta direnişin bir parçası olma durumu insanların ruh hallerine de yansıdı bana kalırsa.”
Başkası için de sokağa çıkabilmek
Öyküm, sadece kendi talepleri için değil, bir başkası içinde sokağa çıkabilmenin ne denli önemli olduğunu vurgulayarak, “Başkası için sokağa çıkmak, sorumluluk almak, tanımadığı insanlarla aynı amaç ve değerler adına mücadele etmek günlük hayatta pek görmediğimiz bir hassasiyet ve nezaketi de getirdi. Otobüs ve metrobüs kuyruklarında birbirlerini ezen insanlar birbirlerine gülümser ve yer verir hale geldi” diyor.
‘İmece kültürünün en belirgin örneğiydi’
Şimdilerde yazılımcı olarak çalışan 31 yaşındaki Mehmet, “Gezi parkı benim için herkesin genel olarak karşılıksız birbirine yardım ettiği, çok organik oluşmuş bir komüniteyi temsil ediyor” diye hatırlıyor: “Kimin ne düşündüğünden bağımsız yardım etme ve imece kültürünün en belirgin örneğidir benim için.”
’31 Mayıs gecesini hayatım boyunca unutabileceğimi sanmıyorum’
Avukat Ceren ise, Gezi’ye ilk kez 29 Mayıs akşamı gitmiş, günden güne yaşanan değişimi şöyle anıyor: “Çok iyi hissettiğimi hatırlıyorum kendimi. Bu hislerle ertesi akşam da iş çıkışı uğradım. 31 Mayıs’ta ise bambaşka bir ruh hali vardı. Büyük bir öfke ve hazırlıkla Taksim’e doğru yola çıktık. Hazırlığımız da hayatımızda ilk kez öğrenmek zorunda kaldığımız biber gazına karşı ne yapılır, gözlerin yanmasına ne iyi gelir gibi araştırmalar sonucu edindiğimiz materyallerdi.”
“31 Mayıs gecesini hayatım boyunca unutabileceğimi sanmıyorum. Sıraselviler, İstiklal, bütün Taksim insan kaynıyordu. Benim için Gezi’nin miladı o gecedir. 1 Haziran ve 2 Haziran’ı da, Taksim meydanını da unutamıyorum. Ölümlerin olması ile beraber heyecan ve mutluluk duygularının yanına öfkemin eklendiğini hatırlıyorum. Sonlara doğru ise kaygı ve yer yer hayal kırıklığı. Geriye dönüp baktığımda hayatımda geçirdiğimiz en güzel günlerin istediğimiz şekilde devam etmemesinin getirdiği bir burukluk var. Bir de böyle bir şeyin bir daha hiç yaşanmayacak olmasının getirdiği…”
‘Bugünden Gezi’ye bakmak bir buruk his’
Üniversite öğrencisiyken Gezi’ni bir parçası olan şimdi ise yayın yönetmeni olarak çalışan Özge de 9 yılın ardından Gezi’ye yeniden bakmayı “buruk bir his” olarak hatırlıyor: “Geçmişten bazı toplumsal olaylar anlatıldığında insanın zihninde sahneler oluşur, sanki sen kendin yaşamışsın gibi hissedersin ya, Gezi bunun tam tersiydi galiba. O hayalini kurduğumuz anların, durdurulamaz bir enerjinin tam ortasındaydık, ama şimdi bakınca sanki ben değildim oradaki ve yaşanan her şey bir hayaldi gibi geliyor. Bugünden Gezi’ye bakmak içimde buruk bir his uyandırıyor.”
Gezi’nin hayat hikayesinin en özel anılarından biri olarak kalacağını dile getiren Özge, “Her şeyin en güzelinin yaşandığı bir evrene uzansak dokunacak kadar yaklaşmışken bir anda ondan milyonlarca kilometre uzağa fırlatılmış gibi hissediyorum. Ama o hayale bu kadar yaklaşmış olmak, o ütopik dünyaya kısa bir süre de olsa bir kapı aralığından bakabilmiş olmak hayatım boyunca unutmayacağım bir duygu. Bu yüzden Gezi, hayat hikayemin her zaman en özel, en coşkulu, en masum anısı olacak” diyor.