SES Eşitlik ve Dayanışma Derneği’nin, Operation 1325 işbirliğiyle yürüttüğü “Kadın SES’i” projesinin 7. Elçiler Buluşması’nda, proje elçilerinden, akademisyen Hülya Uğur Tanrıöver ve gazeteci Burcu Karakaş, medyada toplumsal cinsiyet temsilleri ve kadın hareketinin medya dilinin dönüşümüne etkisi üzerine konuştu.
SES Eşitlik ve Dayanışma Derneği’nin, Operation 1325 iş birliğiyle kadınların sesini sosyal medyada yükseltmek amacıyla gerçekleştirdiği “Kadın SES’i” projesinin 7. Elçiler Buluşması gerçekleşti.
Proje, sosyal medyada daha çok kadının aktif olmasını sağlamak ve “Kadın SES’i”nin yükseltilmesi yoluyla karar mekanizmalarındaki kişiler üzerinde etkin olmayı, toplumsal cinsiyet, toplumsal barış ve sürdürülebilirlik, kadın yoksulluğunun azaltılması, kadına yönelik şiddet, kadının politikaya katılımı, iklim adaleti, medya özgürlüğü, kadın ve kız çocuğu mültecilerin sorunlarının giderilmesi gibi acil konulara ilişkin aksiyon alınması yönünde yaratıcı sosyal medya kampanyalarıyla farkındalık oluşturmayı amaçlıyor.
Kadın SES’i Elçilerinin her ay farklı bir konuyu tartışmak ve içerik önerileri geliştirmek için bir araya geldiği buluşmaların bu aykinde, akademisyen Hülya Uğur Tanrıöver ve gazeteci Burcu Karakaş medyada toplumsal cinsiyet temsilleri ve kadın hareketinin medya dilinin dönüşümüne etkisi üzerine konuştu.
Hülya Uğur Tanrıöver’in konuşmasından öne çıkan bölümler şöyle:
“Temsil dediğimizde aklımıza iki tür temsil geliyor. Birincisi imgesel anlamda. İkincisi ise fiziksel temsil. Medyadaki metinleri, söylemleri üretenler arasında, içerikleri yaratanlar arasında kadınların payı. Ayrıca onların yaygınlaştırılabildiği mecraların sahiplik yapısı ve karar mekanizmaları da devreye giriyor. Karar verici pozisyonlarda kadınlar ne derece temsil ediliyor, bu önemli.”
“2008 yılında, Mediz olarak yapmış olduğumuz çok dev bir araştırma var. Medyada kadınların nasıl temsil edildiğini irdeleyen bir araştırma bu. Gazetelerde, radyolarda, televizyon kanallarında ve internet sitelerinde yapılan bir içerik ve söylem analizi çalışması. Aynı zamanda künyelerde çalışanlar arasında kadınların payını da ortaya koyuyor. Peki, genel olarak kadınlar medyada nasıl temsil ediliyorlar? Türkiye’ye özgü geliştirdiğimiz analiz modeline göre, “doğal-eşit varlık”, “anne-fedakar kadın”, “3. sayfa veya magazin nesnesi”, “cinsel nesne veya haz nesnesi”, daha az üzerinde durduğumuz fakat vahim olan bir başka temsil biçimi olan, “örgüt yada eylem öznesi” ve son olarak da kadınların “araçsal varlık” olarak temsili. Burada yer almayan bir başka temsil biçimi var ki, buna da “temsiliyetsizlik” diyebiliriz. Yani kadınların tamamen görünmez olması, yok olması. İnanın ki çok sıklıkla karşılaştığımız bir durum.”
“Kadınların 3. sayfa veya magazin nesnesi olarak temsil edilme durumuna baktığımızda, burada birkaç alt kategori görüyoruz. Bunlardan ilki, kurbanlar ya da mağdurlar. En çok da şiddet haberlerinde görüyoruz. Tamamen magazinel bir dille, şiddetin pornografisi kullanılarak, konu romantize edilerek ve ya cinsiyetçi bir biçimde hikayeleştirilerek anlatıldığında, kadınların da bir kurban, bir mağdur, birilerinden kurtarılması gereken nesneler olarak karşımıza çıkıyor. Tabii kurbanlar tek model değil. Bir de bunun tam tersi var. Gündüz kuşağı kadın programlarında görülen “canavar kadın” modeli var. Kadınların canavarlaştırılması, çoğu zaman da makbul toplumsal cinsiyet kalıplarına uymadıkları için farklı şekillerde var olan bir temsil biçimi.”
“Kadınların araçsal olarak kullanılmasına, geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı da bu ifadeyi kullandı, yani kadının konu mankeni olarak kullanılması anlamına geliyor. O kadar sık rastlıyoruz ki, artık dikkat bile etmiyoruz. “Suyun yararları” haberinde, çok güzel bir kadın elinde bardak tutuyor, “Kış geldi, nezleye dikkat” haberinde bir kadının elinde bir mendil. Kadınlar araçsal bir varlık olarak çok sık kullanılıyor.”
“Künyelerde kadın oranlarına baktığımızda, 10 sene önce %21 olduğunu görüyoruz. Fena bir rakam gibi görünüyor on yıl öncesine göre. Ama bundan reklam ve iletişimi çıkardığınız anda bu orana yüzde 10 düşüyordu. Hepimiz biliyoruz ki, medyada da, başka alanlarda olduğu gibi, sadece dikey ayrımcılık yok. Yani üst düzeye çıktıkça kadın oranının azalması dışında, yatay ayrımcılık da var. Yani örneğin, yaşam kültür sayfalarında daha çok kadınların olması, buna karşılık dış politika sayfalarında daha az kadının olması.”
“Tek tek günlük gazeteleri inceledim. Bugün hala tek bir kadın genel yayın yönetmeni bulunmuyor. Çalışan kadınların varlık düzeyi zaman içinde değişse de, ama bunun ötesinde, çalışan kadınların, bir kadın olarak yaşadıkları sorunlar var tabii ki.”
“Dil tabii ki çok önemli, çok emek verdik ve 20-30 seneden bu yana, çok büyük ölçüde “bayan” kelimesini dilimizden çıkardık sayılır. Nihayet uzun zaman sonra kadınlığa hak kazandık. Ama buna karşılık, aynı cinsiyetçi söylem başka bir yerde devam ediyor. Kız çocuk-erkek çocuk söyleminde, erkek yerine oğlan çocuk olması gerekiyor. Ayrıca çok azalmış olsa da, hala çocuk gelin, çocuk evliliği kavramlarını kullanıyoruz. Oysa çocuktan gelin olmaz, çocuklar evlenmez, bu yapılan çocuk istismarıdır. O yüzden bu ifade biçiminin üzerine gitmemiz gerekiyor.”
“Medyanın dilinde değişimler oldu, düzelmeler oldu. Bu konuya özen gösteren yayın kuruluşlarında ilerleme kaydedildi. Kimler sayesinde, sizler sayesinde. Buradaki arkadaşlarımız, bu konuya duyarlı tüm arkadaşlarımız sayesinde. Daha yapacak çok fazla şey olduğunu da biliyoruz.”
Burcu Karakaş’ın konuşmasından öne çıkan bölümler şöyle:
“Medya alanında çalışanlar olarak, hiçbirimiz bir fanusun içinde değiliz. Bu toplumun içinden çıkıyoruz ve ne görüyorsak onu yansıtıyoruz. Feminist bilince de doğuştan sahip olmuyoruz. Okuyarak, kadın hareketi içinde yer alarak öğreniyoruz. Burada şöyle bir önemli mevzu var. Türkiye’de basın, özellikle Gezi eylemleri sonrasında anaakımdan, çoğu kadın birçok gazeteci işsiz bırakıldı. Genel olarak muhabirlerde kesintiye gidildi. Bizim ülkemizde muhabirlik hor görülür, halbuki muhabir dediğiniz kişi, haberi hazırlayan kişidir, editör de son halini verir. İkisi de çok önemli. Muhabirlerde kesintiye gidilince, normalde 10 kişiyle çalışırken, şimdi 3 kişiyle her şeyi yapmaya çalışıyorlar. Bu üç kişiden, itfaiye haberi, deprem haberi, ekonomi haberi gibi birçok haber isteniyor. Böyle bir ortamda sizin herhangi bir konu üzerinde uzmanlaşma imkanınız yok. Ben o konuda çok şanslı hissediyorum kendimi çünkü Milliyet Gazetesi’nde istediğim haberleri yapma fırsatı buldum. Ama şimdi yeni yetişen gazeteciler için staj yeri bile bulamıyorlar. O yüzden, toplumsal cinsiyet bilincine vakıf olmayı, haber yazmayı öğrenecek ortam bile yok. Ama bu konuları konuşmak tabii ki çok önemli.”
“Aslında bizim bu meseleyi konuşmamız da çok yeni, yolda öğreniyoruz. Milliyet’e yeni girdiğimde bu konular konuşulmaya başlanmıştı. Normalde bir kadın cinayeti 3. sayfa haberidir, adli vakadır. Bunun aslında bir 3. sayfa haberi olmadığı, kadın cinayetlerinin politik olduğu söylemiyle anlaşıldı. 3. sayfadan manşetlere taşınmaya başlandı. Manşetlere taşınan haberlerle beraber, ki bu kadın hareketinin bir kazanımıdır, bir bilinç doğdu. Medyanın kendi kendine öğrendiği bir şey değildi bu en nihayetinde. Ama tabii kötü örnekler devam ediyor mu, ediyor.”
“Örneğin, ‘Uçaklara Kadın Eli’ başlık bir haberi ele alalım. Bu ne haberi biliyor musunuz? Pilot. Kadın uçak uçuruyor, ama medyamız yine de uçağa bir kadın eli değdiğini söylüyor. Diğer bir ifade de, ’emanet.’ Siz bir şeyi neye emanet edersiniz? Uçak bir erkeğe emanet edilmiyor, uçak kullanıyorsa pilottur. Ama bir kadın metrobüs kullanınca, ‘Metrobüsler kadına emanet’ deniyor. Ya da ‘Denizli’nin sağlığı iki kadına emanet’ deniyor. Kadınlar sağlık çalışanı, müdür olmuş, ama yine emanet oluyor. Emanet etmek, ‘Allah’a emanet’, ‘hayırlısı’ anlamlarını çağrıştırıyor.”