SES Eşitlik ve Dayanışma Derneği’nin bu ay gazeteci Barçın Yinanç’ın moderatörlüğünü üstlendiği “SES’li Düşünüyorum” başlık konuşma serisinde, akademisyen Doç. Dr. Evren Balta, Covid sonrasında hem bireysel hem de toplumsal anlamda yaşamlarımızın nasıl bir yöne ilerleyebileceğine ilişkin konuştu.
SES Derneği’nin düzenlediği SES’li Düşünüyorum konuşma serisinde, bu ay Doç. Dr. Evren Balta konuk oldu. Gazeteci Barçın Yinanç’ın soru ve yorumlarıyla moderatörlüğünü üstlendiği etkinlikte Balta, Covid sonrasında hem bireysel hem de toplumsal anlamda yaşamlarımızın nasıl bir yöne ilerleyebileceğine ilişkin konuştu.
Balta’nın konuşmasından öne çıkan başlıklar:
“O kadar çok bilgi var ki bu bilgiyi bir şekilde filtrelemenin kendisinin önemli olduğu bir dönemden geçiyoruz. Bir teorik çerçevenin, sorunun öne çıktığı bir dönem. Benim merak ettiğim şeyler var ve bunlar kimi zaman gündelik olaylarla çok ilgili olmuyor. Ben daha ziyade, ‘pattern’lerin neler olduğuna bakıyorum. Sürekliliklerin neler olduğuna bakıyorum.”
“O kadar karmaşık bir dünyayla karşı karşıyayız ki ve karmaşıklığa dair bilgi bize pek çok kanaldan akıyor. Ve bu akış karşısında hissettiğimiz anksiyete, tedirginlik, korku bizi birtakım mega anlatılara itiyor. Komplo teorileri, bu karmaşık dünyayı kontrol ettiğimiz hissini bize veren şeyler. “Neden olduğunu biliyorum, kimin yaptığını biliyorum, nasıl ilerlediğini biliyorum” denilebiliyor. Herkes benzer bir arzuyu duyuyor aslında. Ben de bir anlatı, bir hikaye, bir kavramsal çerçeveyi araştırıyorum. Ama farklı bir şekilde. Bilginin doğruluğunu kontrol ederek, birtakım metodolojilerle sınayarak yapıyorum. Başkası komplo teorileri oluşturuyor. Hepimiz dünyaya anlam vermeye çalışıyoruz. Ama bunun için herkesin araçları farlı olabiliyor. Popülizm de bu karmaşık dünyayı çok basitleştirdiği için etkisinin bu kadar güçlü olduğuna dair pek çok şey yazılıp çiziliyor. Komplo teorilerinin mantığıyla çok benzeşen bir çerçeve bu da.”
“Dünya tarihinde ne yeni diye sorulduğunda, bizim kontrol etme arzumuz, hiçbir zaman tarihte olmadığı kadar güçlü. Hem popüler kültür olarak hem hayat tarzı olarak çeşitli ideolojilerin düzleminden baktığımızda bir tür, kendi hayatını kontrol edebilen birey algısının çok güçlü olduğu bir dönemdeyiz, son 20-30 yıldır. Bu bizim kontrol arzumuzu artıyor. Ama öte yandan kontrol edebilme kapasitemizin ya da yeteneğimizin belki dünya üzerinde hiç olmadığı kadar çok düşük olduğu bir dönemdeyiz. O aradaki boşluk çok önemli. Neden daha düşük? Çünkü aslında riski karşılamanın bireyselleşmesi, yani sağlığın ve eğitimin özelleşmesi, işsizlik sigortalarının kalkması, bütün bu neoliberalleşme gibi pek çok süreç, her şeyin son derece hareketli olması.. Kontrol etme arzumuzla, kontrol edebilme imkanımız arasındaki fark büyüdükçe bize endişe olarak geri dönüyor. Ve bu endişeyi azaltmanın yolu, kontrol edemediğimizin, kontrolde olmadığımızın, aslında bunun bireysel değil, kolektif bir şey olduğunun, kontrol etme arzunun kendisi sorunsallaştırırken, kendimiz için iyi olanı toplumsal olarak iyi olanla eşitleyebildiğimiz sürece kontrol edebileceğimizi varsaymak gerekiyor.”
“Uluslararası düzeyde kurumlara baktığımızda, bu kurumların ikili bir yapısı var. Bölgesel ve ulus ötesi gündemi olan kurumları birbirinden ayırmamız gerektiğini düşünüyorum. Özellike umutsuzluk krizine iklim krizini eklersek, şimdiki kuşaklarda eko-depresyon, eko-umutsuzluk gibi çok yeni bir kavram ortaya çıktı. Bu çocukların geleceklerinin olmadıklarını düşünüyorlar. Bunun yaygın bir his olduğunu bir sürü çalışma gösteriyor. Bu tarz küresel gündemler, küresel kriz gündemleri, Çin, Amerika, Rusya vs gibi küresel aktörlerin, kendilerine kurdukları bölgesel güvenlik paktları, ilişkileri üzerinde, aslında uzun dönemli gelecek kurma potansiyeline sahip. Gezegenin geleceği ve kendi varlığımızın aslında iklim kriziyle kolektif mücadeleyle, ulusal sınırları aşan çapta bir mücadeleyle ilgili olduğuna dair giderek artan bir eğilim var. Ona yönelik bir kurumsallaşma arzusu var. Post-corona dünyasıysa gündemimiz, salgın bunu hem reel olarak, hem de aslında ideolojik olarak bundan bir yıl öncesine kıyasla çok daha fazla insanın ve siyasal eliti gündemine soktu. Bu olumlu bir şey.”
“Korona öncesi dönemde birtakım grupları geride bırakan, büyük oranda piyasa mantığına dayanan, sınırıların iktisadi olarak açılması, zayıflaması, yani piyasa küreselleşmesinden, kurumsal küreselleşmeye geçiş, bu salgının bize vereceği en önemli sonuç, bırakacağı en önemli miras olabilir. Tabii ki her zaman insanın aktörlüğü önemli, buradan ilerleyip ilerleyemeyeceğimiz insan aktörlüğüyle ilgili bir şey. Ama öte yandan, ulusal rekabet de belki hiçbir zaman olmadığı kadar artmış durumda, çünkü, şu dönemde ulusal sınırların güçlendiğini, ulusal vatandaşlığa geri dönüldüğünü, hareket imkanlarının azaldığını, küreselleşmenin insan hareketine ve ilişkisine dayanan boyutunun da bir biçimde ortadan kaybolduğunu görüyoruz. İnanılmaz bir ulusal güç var aslında karşımızda. Bizi eve kapatıyor, hepimize aşı yapıyor, sağlık sistemlerini kontrol ediyor, vergi toplayıp işsizlik ödenekleri dağıtıyor. Bu siyaset biliminde çok önemli bir örgüdür, bu tarz felaket dönemlerinde, devletler gelirler ve dahil olurlar, her biri kalıcı bir devlet güçlenmesiyle sonuçlanır. Bu güçlenmeyi çok da kötü görmüyorum çünkü iki yöne gidiyor bu güçlenme. Bir tanesi dijital kontrol ve denetleme teknikleri üzerinden devletin güvenlik aygıtının güçlenmesi. İkincisi de, devletin bakım elinin güçlenmesi, ki zaten bu olması gereken.”