Maia de la Baume, Politico’daki yazısında, İstanbul Sözleşmesi’nin, Avrupa’da büyüyen siyasi kutuplaşmanın simgesi haline geldiğini söylüyor.
Maia de la Baume
Avrupa genelinde kadına yönelik şiddeti azaltmayı amaçlayan 25 sayfalık bir belge; bir zamanlar tartışmasız bir konuydu.
Ancak on yıl sonra, İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen inisiyatif, beklenmedik bir şekilde Doğu ve Batı Avrupa arasında patlayan daha büyük kültür savaşları için bir vekalet savaşı haline geldi. Doğu Avrupa ülkeleri teker teker belgeye sırt çevirerek, kendi “aile değerlerini” sarsacağını iddia ediyor. Sözleşmenin hazırlık sürecine ev sahipliği yapan Türkiye, 1 Temmuz’da sözleşmeden çekilecek. Polonya ise, anlaşmayı sorguladığının sinyallerini verdi. Macaristan, Bulgaristan ve Çek Cumhuriyeti gibi diğer Avrupa ülkeleri ise belgeyi imzaladılar, ancak hükümlerini yasaya çevirmediler.
Bu karşı çıkma, 10 yıl önce belgenin yazarları için ana odak noktası olmayan anlamsal bir tartışmaya odaklanıyor: “cinsiyet” tam olarak nasıl tanımlanmalı. Giderek sosyal olarak muhafazakâr olan Avrupalı liderinden oluşan bir grup için, belgenin tanımı kadın ve erkek arasındaki ayrımları sarsmak ve eşcinselliği “normalleştirmek” için gizli bir araç. Geri kalanlara göre ise mesele, tanım değil, politik olarak motive edilmiş bir yorum olarak gördüklerinin dezenformasyon yoluyla yayılmasıdır.
Bölünme, birçok Avrupalı yetkili ve kadın hakları savunucusu için kaygı verici bir gelişme. Kıtanın toplumsal cinsiyete dayalı şiddete karşı etkili bir şekilde koruma yeteneği hakkında soruları gündeme getirirken, Avrupa’daki ilerici ve muhafazakâr güçler arasındaki görüş ayrılıklarını da arttırıyor. Bu süreçte ise kadınların hayatlarının riske atıldığı konusunda uyarıyorlar. Sözleşmeyi üreten ve denetleyen 47 Avrupa devletinin uluslararası örgütü olan Avrupa Konseyi sözcüsü Daniel Höltgen,
“Bu sadece İstanbul Sözleşmesi’ne aykırı değil, aynı zamanda bir Avrupa karşıtı ve AB karşıtı bir jest” diyor “Avrupa’daki ilericilere karşı gelenekçiler.”
Höltgen, “Sözleşme kadına yönelik şiddete karşıdır, başka hiçbir şeye karşı değildir.” diye de ekliyor.
1 Ağustos 2014’te yürürlüğe giren sözleşme, ilk olarak 45 Avrupa Konseyi üyesi ülke ve AB tarafından birlik halinde imzalandı. Bunun ardından Türkiye sözleşmeyi onaylayan ilk ülke oldu ve onları 21 AB ülkesi izledi. AB 2017’de belgeyi imzaladı ve bir birlik olarak onaylamak için çalışmaya başladı. Toplamda 34 AB ve AB dışı ülke sözleşmeyi onayladı.
Belgenin amacı birliğe ve AB üyesi olmayan diğer taraflara, cinsel taciz, taciz ve zorla evlendirme de dahil olmak üzere “kadınları her tür şiddete karşı korumak” için yasal olarak bağlayıcı standartlar sağlamaktı.
Belgenin yazarlarından biri olan ve aynı zamanda müzakerelerinde taslak komitesine yardımcı olan Johanna Nelles, taslak hazırlandığı sırada sorunun cinsiyetten ziyade şiddetin kapsamıyla ilgili olduğunu söyledi. Avrupa Konseyi’nin metni uygulamaya koyma çabalarına liderlik eden Nelles, “Sözleşmenin özellikle kadınlara yönelik şiddete ne ölçüde odaklanması gerektiğiydi… veya uygulama kapsamının erkeklere ve erkek çocuklara genişletilip genişletilmeyeceğiydi” dedi.
Nelles, belgenin cinsiyete dayalı şiddeti ele almaya çalıştığı için cinsiyeti tanımlaması gerektiğini söyledi. Kelime metinde 25 kez geçiyor ve “belirli bir toplumun kadınlar ve erkekler için uygun gördüğü sosyal olarak oluşturulmuş roller, davranışlar, faaliyetler ve özellikler” olarak tanımlanıyor. Bu kelime genellikle “cinsiyete dayalı şiddet”, “cinsiyete dayalı anlayış”, “cinsiyete duyarlı” veya “cinsiyet eşitliği” gibi terimlerin bir parçası olarak ortaya çıkıyor.
“Cinsiyet, toplumun bize kadınlar ve erkekler için uygun olduğu düşünülen tüm belirli rollerin, davranışların ve faaliyetlerin kabul edilmesidir,” diyen Nelles, bu rollerin “çoğunun” “şiddetin uygulanmasına katkıda bulunduğuna” da dikkat çekiyor.
Nelles, konunun “toplumsal hareketler, muhafazakâr düşünce kuruluşları [ve] kadın haklarına uymayan bir vizyona sahip dini aşırılık yanlıları” tarafından ortaklaşa seçildiğini savunarak, Doğu Avrupa’daki belgeye ilişkin mevcut itiraz karşısında şaşırdığını da itiraf ediyor.
Nitekim, sözleşme dezenformasyon kampanyalarında popülist propaganda olarak kullanıldı.
Ve Doğu Avrupa’da muhalefet büyüyor.
AB bir bütün olarak metni kısmen onaylamadı çünkü Macaristan, Bulgaristan ve Çek Cumhuriyeti’nin de içinde bulunduğu altı ülke, belge metnini yasal olarak bağlayıcı hale getirmedi.
AB üyesi Polonya, metni 2015 yılında onayladı, ancak şimdi iktidardaki muhafazakâr Hukuk ve Adalet partisi kapsamında içeriğini sorguluyor.
Liderleri, diğerleri gibi, belgenin “cinsiyet” kelimesini kullanmasına takılıp kalıyor. Geçtiğimiz ay, Polonya parlamentosunun alt meclisi, incelenmek üzere meclis komisyonlarına “Aileye Evet, Cinsiyete Hayır” adlı bir tasarıyı sunmaya oy verdi.
Reddetme, başka ülkelerde farklı biçimler aldı.
Haberlere göre, Macaristan’da, Viktor Orban hükümetinin sözleşmeyi “yıkıcı cinsiyet ideolojilerini” ve “yasadışı göçü” teşvik etmek olarak tanımlamasının ardından, parlamento 2020’de İstanbul Sözleşmesi’ni onaylamayı reddetti.
Bulgaristan’da 2018 Anayasa Mahkemesi ise, sözleşmenin anayasaya aykırı olduğuna hükmetti.
2019’da Slovakya’da milletvekilleri sözleşmenin onaylanmasına karşı oy kullandı.
Ancak son haftalarda en çok tepkiyi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Sözleşmesi’nden Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle çekilmesinden sonra Türkiye çekti.
Türkiye’nin çekilmesinin ardından, Cumhurbaşkanlığı ofisinden yapılan açıklamada, “Başlangıçta kadın haklarını teşvik etmeyi amaçlayan İstanbul Sözleşmesi, eşcinselliği normalleştirmeye çalışan bir grup insan tarafından ele geçirildi- ki bu Türkiye’nin sosyal ve ailevi değerleriyle bağdaşmaz.” dendi. AB liderlerinin bu hafta göç ve gümrük birliğini görüşmek üzere Türkiye’ye geldiklerinde konu ilk akla gelenlerdendi. Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel ve Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, kararı hakkında Erdoğan ile de yüzleşme fırsatı buldu. Von der Leyen, Türk liderle görüşmesinin ardından basın toplantısında gazetecilere verdiği demeçte, “Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi konusunda derin endişelerim var” dedi. Bu, kadınları ve çocukları şiddete karşı korumakla ilgili. AB, başka olumsuz eylemlere tepki göstermekten asla çekinmeyecektir. ” Von der Leyen’in yorumları, Brüksel’de ve Avrupa Konseyi’nin Strazburg’daki genel merkezinde, diğer şüphecilerin Türkiye’nin liderliğini izleyip tamamen geri çekilerek AB’nin sözleşmeyi bir birlik olarak onaylama çabasını daha da rayından çıkarabileceği yönündeki artan korkuları yansıtıyordu. Avrupa Konseyi yetkilileri ve cinsiyet eşitliği uzmanları, İstanbul Sözleşmesi’nin eşcinsellikle hiçbir ilgisi olmadığını savunuyor. Pek çok ülkede, belgenin cinsiyete dayalı şiddeti daha iyi tanımlamak, mağdurları desteklemek için finansmanı artırmak ve yardım hatları ve sığınma evleri kurmak için bir model görevi gördüğünü belirtiyorlar. Bu tür çabalar, aile içi şiddetin arttığı salgın sırasında özellikle önemli bir hal alıyor. Konuyla ilgili yakın tarihli bir çevrimiçi konferansta, konsey başkanı Marceline Naudi, “İsveç’te cinsel şiddete ilişkin rızaya dayalı yasanın yürürlüğe girmesinin ardından kovuşturma sayısı arttı, çünkü eskiden tecavüz olarak diskalifiye edilen birçok dava artık yargılanabiliyor” dedi. Naudi, “Bu, hem İstanbul Sözleşmesi’nin yarattığı dönüştürücü ivmeyi hem de taraf devletler arasındaki yüksek angajman oranını gösteriyor” diye ekledi. Yine de AB, İstanbul Sözleşmesi’ni bir birlik olarak asla onaylanamayacağını hissederek alternatif planlar yapıyor. Avrupa Komisyonu, geçtiğimiz günlerde yıl sonuna kadar “cinsiyete dayalı şiddetle mücadele” için yeni bir yasal teklif sunacağını duyurdu. Bu durumda AB, potansiyel olarak, oybirliğiyle onay ihtiyacını ortadan kaldırarak, nitelikli çoğunluk yoluyla yasal olarak bağlayıcı yeni metni kabul edebilir. AB’nin eşitlik komiseri Helena Dalli POLITICO’ya “Sözleşmeye yönelik bu temelsiz saldırı, kadınların ve kurbanların hayatlarını riske atıyor” dedi. “Bunun yerine şiddetle mücadele konusunda daha inatçı olmalı ve tüm üye devletlerin bu şiddet türünü ele almak için en iyi yasalara sahip olmasını sağlamalıyız.”
Yazının orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.
Çeviri: Gizem Evgin