Toplumsal cinsiyet ve cinsellik alanında yaptığı çalışmalarla tanınan Catherine Zehra Sameh, Umudun Aksı: Sınırların Ötesinde İran Kadın Hakları Aktivizmi isimli kitabı ile İranlı kadın hakları aktivistlerinin, feminist dayanışma, sevgi ve yoldaşlık ilişkilerine odaklanarak dinci ve sömürgeci şiddeti parçalayan birlikte düşünme yollarını nasıl inşa ettiklerini mercek altına alıyor.
Çeviren: Leman Meral Ünal
Orta Doğu eksenli toplumsal cinsiyet, cinsellik ve sosyal hareketler alanlarındaki çalışmalarıyla bilinen Kaliforniya Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Catherine Zehra Sameh, 2019 yılında yayımlanan Umudun Aksı: Sınırların Ötesinde İran Kadın Hakları Aktivizmi (Axis of Hope: Iranian Women’s Rights Activism across Borders) isimli antropolojik çalışması ile İran ve diasporadaki kadın mücadelesi aktörlerinin samimi çabalarına odaklanıyor. Sameh, bu özgün eseriyle Batı ile Batı dışı arasında olduğu var sayılan ontolojik ve epistemolojik ayrımlara meydan okuyarak İran’ı “statiklik” zincirinden kurtararıyor ve dünya perspektifinin içine yerleştiriyor.
İran ve ABD’deki İranlı kadın hakları aktivistlerinin söylem, yöntem, uygulama, örgüt kültürü ve ulusötesi ağlarının ayrıntılı analizinin sunulduğu çalışmada, kadın hakları çalışmalarının çevrimiçi, basılı ve söylemsel hesapları gündeliklik (everydayness) bağlamında masaya yatırılıyor.
Sameh’e göre İran’daki kadın mücadelesi her ne kadar ayrımcı yasal/kurumsal yapıyı henüz ters yüz edememiş olsa da, siyasal karar alıcıları kadınları ve kadın eşitlik taleplerini ciddiye almak zorunda bırakmayı başarıyor. Bu yönüyle, tüm mütevazılığına rağmen İran’daki kadın mücadelesi, kadınların kendi kaderlerini tayin etmelerini sağlayacak kadar yetenekli bir Orta Doğu toplumunu hayal etmemizi sağlıyor.
Kitabına ilişkin Jadaliyya‘nın sorularını yanıtlayan Catherine Z. Sameh’in röportajından öne çıkan noktalar şöyle:
Jadaliyya (J): Bu kitabı yazmanıza sebep olan şey neydi?
Catherine Zehra Sameh (CS): İran ile ilgili tartışmalarda ortaya çıkan bir dizi açmazın ötesine geçmek istedim. Bunlardan biri, statik bir alan olarak İran’ın sadece baskıcı bir devlet aygıtı aracılığıyla anlaşılabileceğine ilişkin anlatıdır. Kadın hakları aktivizmini düşünürken, aslında İran’ın, farklı anlarda iktidarı harekete geçirebilen, onunla rekabet ve müzakere edebilen ve dolayısıyla devlet, politikacılar ve yurttaşlar tarafından duyulabilen ve toplumlarını derinden şekillendiren karmaşık bir sosyal aktörler kümesine sahip dinamik bir toplum olduğunu görüyoruz.
Hem kendi gördüğüm hem de bu alana dair literatürün çoğunda gözlemlediğim bir başka çıkmaz da, Orta Doğulu, Müslüman ya da İranlı kadınların günün sonunda yalnızca insan hakları araçlarının kurbanı olabilecekleri fikridir. İnsan hakları kavramının, jeopolitik hakimiyeti korumak için adeta silahlaştırılmasından dolayı, kadınlara bu düzenin ya ölüleri ya da mağdurları olmak düşüyor. Buna karşı çıkmak, kadınları yeniden yapılandırma kapasitesine sahip olarak görmek ve bu yeniden biçimlendirme kapasitesini kullanan kadınların müzakereci yönlerini öne çıkarmak istedim, her ne kadar bu kadınların zaman zaman kendilerini belirli biçimlerde güçsüz bulmalarına neden olsa da…
Son olarak, İran tarihinin, özellikle kadınlar için, 1979 İslam devrimi ve akabinde yaşananlarla sona erdiği fikrinin ötesinde düşünmek istedim. Aslında, devrimi takip eden yıllarda, tüm sınıflardan ve toplumun tüm kesimlerinden kadınlar ve erkekler, eğitimlerinde, okuryazarlıklarında, yaşam şanslarında, sağlıklarında ve refahlarında büyük kazanımlar görüyorlar. Çoğu İranlı kadın devrimden hemen önce 1970’lerde ne yapıyordu? Ürüyorlardı! Nitekim 1970’lerin sonlarında İranlı kadınlar için ortalama doğurganlık hızı sekiz idi! Aradan geçen on yıllar boyunca ikiye düştü ve o düzeyde kaldı. Doğum hızında yaşanan bu büyük düşüş, kadınların kitlesel olarak eğitim almaya akın etmesi, uzun yaşam süreleri, daha iyi bir sağlık gibi orta sınıflara doğru genişleyen tüm bu maddi faktörler, kadınların toplumdaki varlığını, istek ve arzularını yeniden üretti.
J: Kitap, hangi konuları, meseleleri ve literatürleri ele alıyor?
CS: Kitabımın ilk yarısı, reformist Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi yönetimi altında on yıl kadar devam eden göreceli açıklık ve reformdan sonra devlette sağa dönüşün ardından 2006 yılında ortaya çıkan “Ayrımcı Yasanın Sona Ermesi İçin Bir Milyon İmza Kampanyası”nın (One Million Signatures Campaign to End Discriminatory Law) bir incelemesidir. Diasporaya yayılan şubeleri ile İran’da kök salmış olan kampanya, evlilik, boşanma, miras ve vatandaşlık gibi meselelerle ilgili yasalar uyarınca kadınların ikincil statüsünü tersyüz etmeye çalıştı. Söz konusu kampanya hakkında bir dizi argüman ortaya atıyorum: Birincisi, yerel bir çaba olarak—yani İran, İslami ve feminist bir çerçeve içinde—kampanya kadın haklarını İslam ile uyumlu olarak çerçeveledi. İran’ın zengin tartışma kültürüne dayanan aktivistler, İslam’ı farklılaşmamış cinsiyet eşitliği vizyonlarını barındıracak kadar geniş, esnek, zengin ve çok sesli bir söylemsel gelenek olarak ele aldılar. İkincisi, devleti ayrımcı yasal yapısından uzaklaştırmaya çalışarak, aktivistlerin devrim sonrası İran’ın toplumda çok derin ve geniş varlıklarını yarattığı gerçeğinin bir yansıması olduğunu savunuyorum. Son olarak, kampanyayı ve pek tabii insan hakları avukatı ve Nobel ödülü sahibi Şirin Ebadi ile kadın hakları aktivisti Mahboubeh Abbasgholizadeh’in çalışmalarını, devrimi genişletmeye çalışan çabalar olarak okuyor ve teorileştiriyorum.
Kitabın diğer bir boyutu, ulusötesi örgütlenmenin ikilemleri ve aktivistlerin emperyalizm, teröre karşı küresel savaş, yaptırımlar, epistemik şiddet ve İranlı ve Müslüman kadınların söylemsel sömürgeleştirilmesi de dahil olmak üzere şiddet ve iktidar koşulları içinde nasıl aidiyet ve dayanışma ağları yarattıkları sorusudur.
Kitap cinsiyet, İslam, insan hakları, İslam feminizmleri, ulusötesi aktivizm, teröre karşı savaş, sömürgecilik, emperyalizm, İslamofobi, yeni medya, çağdaş sosyal hareketler, dayanışma politikası ve sömürgecilik konularını ele alıyor. Bu, İran kadın hakları aktivizmini Arap Baharı ve Siyah Hayatlar Önemlidir (Black Lives Matter) gibi diğer sosyal hareketlerle konuşmaya itiyor. Çizdiği literatürde İran ve Orta Doğu feminist ve kadın çalışmaları, İran tarihi, insan hakları konusunda feminist tartışmalar, ulusötesi feminist teori, medya çalışmaları ve sosyal hareket teorisi de yer alıyor.
J: Bu kitabı önceki çalışmalarınıza nasıl bağlar ve/veya bunlardan nasıl ayırırsınız?
CS: Umudun Aksı, aktivizme, özellikle de aşağıdan aktivizme olan ilgimle derinden bağlantılı. Aktivistlerin, özellikle de Batı dışındakilerin günlük emeğinin çoğu gizlenmiş veya daha az keşfedilmiştir. Aktivistlerin ne yaptığını ve uzun yıllar, on yıllar boyunca ve büyük olasılıklara karşı nasıl yaptıklarını gerçekten detaylandırmak istedim. Ulusötesi dayanışma sorunu da yazdığım diğer bir şey. Bu terimi değişik biçimlerde kullanıyoruz, peki bu ne anlama geliyor? Dayanışmanın İran ve diasporadaki feminist aktivistler tarafından iki pozisyona meydan okuyarak sağlam bir şekilde kavramsallaştırıldığını ve uygulandığını düşünüyorum: Biri, İran’a “İranlılar adına” tehlikeli müdahaleler; ve ikincisi, İran devletinin anti-emperyalizm adına eleştirel olmayan savunması. Kitabım, İran’ın egemenliğini savunan ve kadınların kendi kaderini tayin etmesini destekleyen başka bir yol olduğunu gösteriyor.
J: Bu kitabın kimler tarafından okunacağını öngörüyorsunuz? Ve elbette çalışmanızın ne tür bir etkiye sahip olmasını istersiniz?
CS: Umuyorum ki kadın, cinsiyet ve cinsellik çalışmaları alanlarında çalışanlar; İran, Orta Doğu İslam’ı ve genel olarak din çalışmaları gibi farklı alanlarla ilgilenen akademisyenler ve lisans ve yüksek lisans öğrencileri tarafından okunacaktır. Yine sosyal hareketler, cinsiyet ve feminizm, sömürgecilik, din, İran ve Orta Doğu ile ilgilenen akademisyen, aktivist veya ilgili okuyucuları beklerim. Kitap her ne kadar belirli bir yerdeki aktivistlerin spesifik bir çalışması olsa da, ben farklı coğrafyalardaki aktivistler için de yararlı olacağını umuyorum. Öte yandan, İran hakkında bilgi edinmek isteyen ve İran’ın geçmişi ve bugünü ile ebeveynlerinden farklı bir ilişkiye sahip olan İranlı Amerikalıların okuyacağını ve İran’ın uzun bir feminist mücadele geçmişi olan dinamik bir yer olduğunu keşfetmesini bekliyorum.
Kitabı okuyanlar için, yukarıda özetlediğim bazı açmazların ötesinde düşünmelerini ve İran’ı istisnai ve yalıtılmış bir alan olarak değil, bir olasılık alanı olarak görmeye başlamalarını umuyorum. Yani dünyayla ilişkili, dünyaya katkıda bulunan ve yurttaşlar ve aktivistlerle hemhal olan bir yer…
J: Şu anda başka hangi projeler üzerinde çalışıyorsunuz?
CS: Son birkaç yıldır İslamofobi ve feminist mücadeleler ilişkisi üzerinde çalışıyorum. Yine İran diasporası ile ilgili çalışmalarımla bağlantılı olarak düşünülebilecek ulusötesi gıda yolları, göç, hafıza ve bakım ve hayatta kalma politikaları üzerine başka bir projeye daha başladım.
J: Bir milyon imza kampanyası sizce başarılı oldu mu?
CS: Yeterli imza toplamayı ve bu imzaları bir parlamento tasarısına dönüştürmeyi başaramasa da, kampanya ve genel olarak İranlı kadın hakları aktivistleri, kadınların farklılaşmamış yasal eşitliği konusunda feminist bir vizyonu ulusal tartışmaların ön saflarına koymayı başardı. Bugün, başkan adayları artık kadın haklarını göz önünde tutmak zorunda. Muhafazakarlar tarafından aile hukukunda kadın haklarını kısıtlamak için getirilen yeni yükler parlamentoda başarısız olma eğiliminde. Son zamanlarda, İranlı anne ve İranlı olmayan babadan doğan çocukların vatandaşlığında başvuru hakkı kazanıldı. Bu değişiklikten önce, karışık uyruklu ebeveynlerin çocukları, yalnızca babası İranlı ise İran vatandaşlığını ve faydalarını elde edebiliyorlardı. Bu, on yıllardır ataerkil vatandaşlık yasalarına meydan okuyanlar da dahil olmak üzere, kadın hakları aktivistlerinin kesin bir zaferidir. İran, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki vatandaşlık yasalarının reformunda Cezayir, Tunus ve Fas’ı takip ediyor.
Kaynak: Jadaliyya