Yazar Zehra Çelenk, Duvar’daki yazısında, kadın hakları örgütleri ve aktivistlerini ayağa kaldıran ‘Esra Erol şiddeti’ üzerinden, televizyonlarda yayınlanan bu tür programların toplumsal olarak nasıl yargı dağıtma ve psikolojik şiddet mekanizması haline geldiğini ve ‘rıza’ tartışmalarının da bu mekanizmayı nasıl beslediğini anlatıyor.

ATV’de yayınlanan reality şov programının sunucusu Esra Erol, 18 yaşındaki bir kadını stüdyoda canlı yayında bağırarak, suçladı, azarladı, ‘ahlak dersi’ vermeye çalıştı. Erol, yüzünün gözükmesini istemediği halde genç kadını canlı yayında ifşa etti.
Ana akım medyada canlı olarak yayınlanan bu anlar, aynı kanalın sosyal medya hesabından “Esra Erol sinirlerine hakim olamadı!” başlığıyla paylaşılırken, pek çok kişi Esra Erol, kanal ve programa sosyal medyadan tepki gösterdi ve programda yaşananları ‘insan hakları ihlali’ ve ‘eril şiddet’ olarak yorumlandı. Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Ceren Sözeri, “Umarım Elif, Esra Erol’a dava açar” yazarken, Eren Keskin ise “Bu coğrafyada en zararlı programlar bunlar. Özellikle kadınlara duygusal şiddet uygulanıyor. Esra Erol gibiler daha fazla para kazansın diye…” dedi.
Kadın hakları örgütleri ve aktivistleri de olaya sessiz kalmadı. Kadın Meclisleri ve Kadın Koalisyonu genç kadının psikolojik şiddete maruz bırakıldığını savunurken, yazar Berrin Sönmez tüm bu yaşananların kadına yönelik şiddeti ekranlarda meşrulaştırdığını ifade etti: “Sadece Elif’in değil, bütün kadınların birey olma ve özgür iradesiyle yaşamına yön verme hakkı sorgulanarak, toplumsal baskı, aile baskısı ve asla ahlaklı olmayan ahlakçı yargılarla kadına yönelik şiddet, zihinlerde bir kere daha meşrulaştırılıyor.”
Esra Erol’un programdaki tavrı geniş bir kesim tarafından eleştirilse de, sosyal medyada savunanlar da oldu. Savunanların ortaklaştığı konu ise genç kadın reşit olduğu için evli bir adamla kurduğu ilişkide ‘rızası’ olduğu yönündeydi.
Yazar Zehra Çelenk, Duvar’daki yazısında televizyonda yayınlanan bu tür programların nasıl ‘yargı dağıtma’ ve şiddet mekanizması haline geldiğini, ‘rıza’ tartışmalarının da bu mekanizmayı nasıl beslediğini anlatıyor.
‘Mağdur suçlayarak reyting devşirmek’ başlıklı yazının ilgili bölümü şöyle:
“Esra Erol’un bu son programdaki tavrı geniş bir kesim tarafından eleştirilse de seveni, savunanı da çok. Çünkü sistemi, failleri, patriyarkayı değil kadını suçlamak kültürel kodlarımızda var. Sunucu da bunu biliyor da yapıyor. Orada küçücük bir kadının çığlıklarını bir çırpıda “adam sana dokunurken de çığlık atsaydın ya” sözüyle bastırdığında, bunun toplumun yarısının en büyük korkusu olan namus duygusunu, aldatılan kadınların eşlerinden çok daha fazla öteki kadınlara yönelttikleri öfkeyi okşayacağını iyi biliyor. Bu programların bu kadar çok izlenmesinin altında yatan nedenlerden birinin, “başkalarının felaketlerinden duyulan haz” (Almanca, Schadenfreude) olduğunu da…
Bu yüzden de daha 18 yaşında bir kadın söz konusu olduğunda bile konu sunucunun bu dehşet verici istismarından çıkıp kolaylıkla “rıza”ya gelebiliyor. “E sonuçta kız reşit… Adama bilerek kaçmış… Programa isteyerek çıkmış… Bu yeni nesil kızlar var ya adamı suya götürür susuz getirir, bunlar da az değil…” türünden sayısız toplumsal cinsiyet ön kabulü şak diye devreye giriyor. Kadının reşit olması özgürlük meselesini de gündeme getirdiğinden, hatlar iyice karışıyor. Her türlü karışıklık da düzenin ve Esra Erolların işine yarıyor.
Öncelikle burada esas konu, bu genç kadının reşit olup olmaması, adamla kendi arzusuyla beraber olup olmadığı değil. 30 yaşında da olsa o koltuğa çıkarılıp azarlanması, aşağılanması, istemediği halde yüzünü göstermek zorunda kalması, bir çırpıda bir sürü etik dışı durum ve psikolojik şiddete maruz kalması onaylanamazdı. Kadın programdan önce yüzünü göstermeyi kabul etmiş, kendi ayağıyla gelmiş, program anında böyle bir krize girmiş olsa bile, hiç fark etmezdi. Kameralar önünde aşağılanamaz ve herhangi bir şeye zorlanamazdı. Bu, gözden kaçırılmaması gereken en önemli nokta.
Ama 18 yaşında, eh ancak, yeni reşit biri söz konusu olduğunda elbette durum daha dehşet verici bir hal alıyor. Esra Erol’un da kah nalına kah mıhına, ama ucu mutlaka dönüp dolaşıp genç kadının hatalarına dayanan savlarının bir kısmı da zaten bu reşitlik temasına dayanıyor. O nedenle bu konudaki fikirlerimi de anlatayım.
18 yaşındaki biri, akranlarıyla ilişkisinde, hayatıyla ilgili verebileceği belli kararlar açısından, hukuken elbette çocuk değil genç ve bağımsızlığa adım atmış bir bireydir. Babası yaşında, evli, iki çocuk babası bir adam karşısındaysa hâlâ çocuktur. Hele de kadın yoksulluğunun bunca arttığı bir zamanda bu yaş ve güç farkı o kadar suistimale açık ki. Taciz daima kaynağını eşitsiz güç ilişkisinden alır. Karşısındakinin yaşça çok büyük, deneyimli bir erkek olmasının doğurabileceği ağır manipülasyonla ürettiği “rıza”ya, rıza diyebilir miyiz? Kendisiyle aynı yaşlarda biriyle kaçsa, çatı katına beraber sığınsalar elbette ortada tartışılacak pek bir şey olmazdı. Durumun “trajik gider azlığı” nedeniyle zaten programa falan da çıkarılmazlardı. Eşitsizlik, şiddet üretir. 18 yaşında bir kadının, sırf birkaç ay önce kanunen reşit oldu diye babası yaşında, evli bir adama ne “evet”i gerçek bir evet, ne “hayır”ı gerçek manada hayır sayılabilir. Bana göre daima ahlaksızlık üretmekten başka hiçbir işe yaramayan genel ahlakın değil, insan olmanın bir kuralı bu. Burada insanın içinden kopan “çocuk” vurgusu kadını/genci pasifleştirmeye, mağdurluğunun altını çizmeye değil, bu eşitsizliği vurgulamaya yönelik…
Ama dediğim gibi, burada konu bu değil. Tüm bu acı pornosundan en az etkilenen, en burnu kanamadan kurtulan kişinin, bunca acının sebebi olan erkek, Kadir Akkoyun olması. Tüm bu şovun kadınlar arasında, kadın çığlıklarıyla, kadınlar suçlanarak, kadınlara ders verilerek icra edilmesi. Bunların ardında yatan toplumsal, kültürel, siyasi zemin bir çırpıda hasır altı edilerek sağlanan arınma. Ve bunun da “toplum yararı” maskesiyle sunulması.”