Siyaset bilimci Prof. Dr. Büşra Ersanlı, Bianet’te yayınlanan yazısında, Rusya’nın hakimiyet mücadelesi, Batı ve Çin’in menfaat yarışına maruz kalışları sonucu bağımsızlıklarının tehlikede oluşu, stratejik konumları, doğal zenginlikleri üzerinden Kazakistan ve Ukrayna’nın benzerliklerini ortaya koyuyor.

Büşra Ersanlı / Bianet
1970-71 yıllarında birkaç kez İstanbul Zeytinburnu işçi mahallerine eğitim çalışmalarına katılmıştım; orada çok Kazak göçmen yaşadığı söylenirdi ve merak ederdim ama onlarla tanışamadım.
Kazaklarla ilk kez 1990 yılında, Budapeşte Uluslararası Çevre Konferansında tanıştım; kimlikleri net olarak ekoloji idi, 1989’da nükleer testlerin yol açtığı tahribata karşı protesto hareketi gelişmişti, yazar/şair Olcas Süleymanov bu hareketin yaratıcısı olarak biliniyordu.
Kazak çevreci aydınların hepsi yakalarındaki Kazak kimlikleriyle, kongreye katılan diğer ülke insanlarını bilgilendirmeye çalışıyorlardı. Ama önce Kazak olduklarını yakalarına dokunarak hatırlatıyorlardı.
Bağımsızlığa giden yolda, muhalefetin amacı doğal kaynaklara ve doğaya hoyratça davranan iktidarlara dur demekti, bu durum aynı zamanda SSCB [Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği]/Rusya karşıtlığı da gerektiriyordu çünkü yaşam alanları ve sağlıklı üretim imkânları iyice daraltılmıştı. SSCB de zaten çökmek üzereydi.
Bağımsızlıktan hemen sonra, 1990ların ilk yıllarında, Türkiye’de özellikle “Türk Dünyası” yaklaşımıyla düzenlenen kongre ve toplantılara katılan Kazaklar için “etnik/demografi milliyetçiliği” ağır basıyordu.
Ekoloji Kazaklarından söz eden pek olmuyordu. Bu halkın doğayı koruma yolundaki bağımsızlık uyanışı ile bağlantı kurulmadan, esas Türkistanlılıkları vurgulanıyordu.
Kazakların ülkelerinde nüfus yoğunluğu 1989 sayımına göre yüzde 43 olduğundan Sovyet sistemi içindeki “Rusluk”tan (% 38) her anlamda azat olmak için aile ağaçlarının resmedildiği afişlerle konferanslara katılanlar ve Kazak nüfusun çoğalması gereğini savunanlar dikkat çekiyordu.
Ama bu katılımcıların hemen hepsi Rus dilinde bildiri veriyorlardı. Türkiye’de Kazakların “kazaklığı” doğa kıyımına karşı tutumlarıyla doğrudan bağ kurularak pek derinlemesine ele alınmadı; daha doğrusu bu uyanışın doğa yurttaşlığı talebiyle başlayan bir bağımsızlık mücadelesi olduğu iyi anlaşılmadı.
Olcas Süleymanov’a çok değer verildiği halde Kazakistan’da gelişen ekolojik temelli muhalif hareketlerin nasıl örgütlendiği, nasıl bir gelişim gösterdiği konusu üzerinde bilgilenmek merakı pek olmadı.
Mutfak dili
1995’de bir araştırma için Kazakistan yolu gözüktü; beş saat süren bir yolculuk sonrası inişe geçerken parlak koyu kadife yeşili bir ülke ile tanışıyordum. Büyük bir otelin 24. katında bu yeşil ile bir süre oyalandım… Kazakları ilk kez kendi ülkelerinde tanımaya gelmiştim; ziyaret ettiğim aydınlar ve bazı resmi görevliler, en önemli sorun olarak Kazakçanın “mutfak dili, ev dili” sıkıntısını öne sürüyorlardı.
Kazakça sadece eğitim dili olarak değil gündelik kullanımda da geliştirilmeye muhtaç görülüyordu; mutfakta, evde konuşulan dilde bile zafiyet olduğuna vurgu yapılıyordu. Ancak üniversitede yaptığım görüşmelerde, akademik alanda diğer Orta Asya ülkelerinden daha güçlü oldukları izlenimini edindim, ya da örneğin Özbekistan ile karşılaştırıldığında bizim gördüğümüz Batılı akademik araştırma etkinliklerine yatkınlık daha fazlaydı.
Orta Asya ülkeleri içinde Kazakistan doğal zenginliklerde olduğu gibi bilimsel/teknolojik araştırmalar açısından da en yönlü ülkedir. Buna rağmen önceleri yeni anayasa çalışmaları yapılırken Kazakçanın resmi dil olması gereği üzerinde durulmuyordu. Nazarbayev iktidarı yoğun Rus nüfusunu görmezden gelmek istemiyordu ve haklıydı.
Kazak dilinin gelişmesi için birçok çalışmalara başlandı. İktidar katından, iktidar bürokrasisinden başlatılan bu çalışmaların evlere doğru yayılması uzun zaman alacaktı.
Ekim devrimi
Ne Ekim Devrimi ne de bağımsız Kazakistan çift dilli eşitlikçi eğitimi başarabildi. Ancak Kazak nüfusu arttı: hem komşu ülkelerden hem de daha uzak ülkelerden çağırılan Kazakların göçüyle, hem de başta Ruslar, Ukrayınlar ve Almanlar olmak üzere Kazak olmayan halkların önemli bir kısmının ülkeden ayrılmasıyla ve nihayet artan doğumlarla… Bugün Kazakların nüfusu yüzde 70’i buldu, Ruslar da yüzde 20 civarında…
Ekoloji, demografi ve dil milliyetçilikleri sırasıyla düşünüldüğünde Kazaklar, bağımsızlık kimliklerinin ana unsurları açısından Ukrayınlara benzetilebilir; 1980lerde Çernobil felaketi ile şahlanan uyanış, yarı doğulu yarı batılı oluşları, yarı Avrupalı yarı Rusyalı halleri… ve nihayet Kazakların yarı Rusyalı yarı Türkistanlı Kazaklıkları…
Ukraynalıların dil konusunda Rusçaya karşı zaman zaman aşırı radikal tepkileri de ekolojik uyanışlarından sonra gelmişti… Hatta 2000li yıllarda, Ukraynaca dil vurgusu Rusça konuşma ve Rusça yazma yasakları noktasına bile varmıştı.
Belki de bir başka önemli benzerlikleri Stalin dönemindeki Ukrayın olan ve Kazak olan insanların yaşadıkları kıyımların diğer bütün eski Sovyet ülkelerindeki yok oluşlardan kat be kat fazla oluşudur…
1930larda kıtlık, tarımda zorunlu kolektifleştirme ve özellikle Kazakistan’da göçer nüfusu zorla yerleşik hale getirme siyasetleri milyonlara varan insanın ölümü ile sonuçlanmıştı.
Stalin döneminde gerçekleşen bu katliamları Kazakistan ve Ukrayna için “soykırım” olarak adlandıranlar da çoktur, hatta bu yönde uluslararası düzeyde başvurular da yapılmıştır. Genellikle katliamın sebebi olarak araştırmacılar otoriter siyasetin zulmüne işaret eder[1] ancak çok daha az olmakla beraber milliyetçi ayaklanmalara işaret edenler de vardır.
Yerellik, özerklik ve ulus devlet mücadelelerinde Kazakların siyasi örgütlenme pratikleri ve başkaldırıları Ekim Devrimi sonrası değişimler ile hem uyumlu hem uyumsuz bir serüven yaşamıştır.
Bir yandan Çarlık esaretinden kurtuluş ve Ekim devriminin getirdiği haklar (yerel örgütlenme, ana dilde eğitim ve özerklik/federasyon) diğer yanda Kazaklık, Türkistanlılık ve Müslümanlık çerçevesinde özünü koruma ve geliştirmede zorluklar…
Ekim Devriminin getirdiği bazı haklar bir bakıma güçlü bir geçmişi olan Alaş hareketinin bir siyasal parti olarak örgütlenmesine, komiteler ve kurultaylarla yerel örgütlenmenin güçlenmesine, siyasi basının (Kazak) etkili hale gelmesine yol açmıştır[2].
Anadilinde eğitim hakkının bütün Sovyet dillerine tanınması da çok olumlu bir gelişme idi, yüzden fazla dilde ilkokul kitapları basılmış ve dağıtılmıştı. Ne var ki SSCB iktidarı, ana-dilde eğitim hakkını adil çift dilli eğitim yerine Rusça lehine kurumsallaştırmıştı; çarlık Rusyası da Kazak kavramının Kırgız, Karakırgız kavramlarıyla bulanıklaştırılmasına sebep olmuştur.
Bu çizginin devamında 1997’de Nazarbayev iktidarının Kazakçanın Rusça ile beraber ortak devlet dili ilan edilmesi de ülkedeki Ruslar arasında büyük tepki çekmişti. Her büyük tarihi değişimle halkların kazandıkları ve kaybettikleri olmuştur ancak imparatorluk “babacanlığı” ile bazen de açık zulümle ayak direyen sömürü sistemi bu bölgede kültürel sosyal anlamda iyice yerleşmiş oldu.
[1] Pianciola Niccolo, “Ukraine and Kazakhstan: Comparing the Famines”, Contemporary European History, 27, 3 pp. 440-444, Cambridge University Press, 2018.
[2] İbrahim Kalkan, “ Kazak siyasi sisteminin modernleşme süreci ve Alaş Hareketi”, Türk Cumhuriyetleri: 10. Yıl (derleyenler: Emine Gürsoy Naskali ve Erdal Şahin) içinde, Türkistan ve Azerbaycan Araştırma Merkezi Yayını, Haarlem, Hollanda, 2002.
Yazının devamına buradan ulaşabilirsiniz.