Gözlemevi İnternet ve Toplum Araştırmaları Merkezi kurucusu Handan Uslu ile gündemdeki veri güvenliği ve dijital dezenformasyon konularını konuştuk. Gözlemevi’nin yaptığı araştırmalara ve sunduğu raporlara da değinen Uslu, sorumlunun büyük teknoloji firmaları olduğunu söylüyor.

Duygu İslamoğlu
2018 yılında ortaya çıkan Cambridge Analytica skandalında 50 milyon Facebook kullanıcısının kişisel bilgilerinin izinsiz ve yasadışı şekilde siyasilere servis edildiği anlaşılmıştı. Skandalın patlak vermesinin ardından İngiltere kökenli Cambridge Analytica şirketinin Donald Trump’ın ABD başkanı seçilmesi, İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrıldığı Brexit süreci gibi büyük çaplı siyasi olaylarda manipülasyon yoluyla etkili olduğu görülmüştü.
Geçtiğimiz hafta Kemal Kılıçdaroğlu’nun attığı tweet, konuyu yeniden gündeme getirdi. AKP’nin seçmen verilerini usulsüz bir şekilde kullanabileceği ve seçimlerde dijital yollarla usulsüzlük yapılabileceğini ima eden tweet, Cambrdige Analytica skandalında yaşananların benzerinin ülkemizde de yaşanabileceğini ifade ediyor.
Skandalın yeniden gündeme gelmesini fırsat bilip, konunun uzmanı Handan Uslu ile dijital alemde ne kadar güvende olduğumuzu konuştuk.
Handan Uslu, Gözlemevi İnternet ve Toplum Araştırmaları Merkezi’nin kurucusu, Google şirketinde tecrübe kazanmış bir veri analisti ve aktivist. Daha önce kurmuş olduğu kadinhaklari.org sitesinde şiddet gören kadınların doğru bilgiye ulaşabilmesi için kapsamlı bir rehber hazırlamıştı. Halen Gözlemevi’nde internetteki adaletsizlikleri ve hak ihlallerini büyük bir dikkatle takip ediyor.
Geçtiğimiz günlerde Gözlemevi’nin ortaya çıkardığı rapora biz de platformumuzda yer vermiştik, siyasi reklamların erkek kullanıcılara daha fazla gösterildiğine dair bir incelemeydi bu. Seçimler yaklaşırken algoritmalardaki cinsiyet ayrımcılığı üzerine neler söyleyebiliriz?
İnternette ayrımcılık her zaman mevcut. Biz teknolojiyi genelde çok nötr ve objektif karar alan bir mekanizma olarak düşünüyoruz ama nasıl gerçek dünyada belli ayrımcılıklar, sistematik problemler mevcutsa, bu problemler yine insanın oluşturduğu, mevcut verilerin kullanıldığı internet dünyasına da yansıyor. Gözlemevi’nde yaptığımız çalışmalar da hep bunlarla, teknolojinin nötr olmadığı ve aslında hep güçlü olanın tarafında olduğu ile ilgili.
Ayrımcılıkla ilgili benim de üzerinde çalıştığım bir projeden örnek verebiliriz, Google’ın çeviri aracında bir cinsiyetçilik tespit edilmişti. “O bir temizlikçi” yazınca dişi zamir (she) olarak çevriliyordu ama “o başarılı bir müdür” deyince de eril zamir (he) olarak çevriliyordu. Bu tamamen kullandığımız dildeki mevcut ayrımcılığın bir şekilde teknolojiye ve veri setlerine yansıması. Veriler taraflı olunca da, verileri kullanan teknolojilerin de aslında her zaman taraflı olduğunu görüyoruz.
Verileri oluşturan, yapay zekaya ve algoritmalara öğreten de biziz aslında değil mi?
Evet, bunu genelde mühendisler yapıyor, teknoloji firmalarının içerisindeki yapı da çok ataerkil olabiliyor. Zaten pek kadınların olmadığı ya da çeşitliliğin gözetilmediği bir dünyada insan eliyle üretilen mekanizmalar aynı şekilde insanların önyargılarını yansıtıyor.
Peki bu siyasi reklamların kadınlardan çok erkek seçmenlere gösterildiği bilgisi var, bu ne anlama geliyor? Kadınlar bu reklamları görmese de olur mu, algoritma aslında bunu eşit bir şekilde herkese göstermeli miydi? Nasıl yorumluyoruz bunu?
Algoritmanın genel olarak geliri maksimize etmek üzerine aldığı bazı kararlar var. Algoritma “benim içeriğim demokratik katılıma katkı sağlıyor mu” ya da “toplumdaki eşitsizlikleri körüklüyor mu” diye düşünmüyor. Büyük teknoloji firmalarına tam da bu yüzden baskı uygulamamız gerekiyor.
Burada bir eşitsizlik var. Demokratik katılım bağlamında, kadınların zaten katılımı azken, erkek oy vermeye gidince kadınlar evde çocuklara bakmak zorunda kalıyorken ya da zaten siyasetin dili fazlasıyla erilken, bu kadının siyasete katılımına bir darbe daha demektir. Biz teknolojiyi objektifmiş gibi algılıyoruz, demek ki erkekler bu reklamlarla daha çok etkileşime giriyormuş gibi teknik bir yorum da getiremeyiz.
Şunu da gördük mesela, Ali Babacan’ın sadece kadın politikaları ile ilgili bir reklamı var, kadınların nasıl siyasete kutuplaştırıcı bir etmen olarak dahil edildiği ile ve kadınlar üzerinde ayrıştırıcı politikalar üretilmeyeceği ile ilgili bir reklam. Bu reklam da %94 oranında erkeklere gösterildi. Erkekler politikayla ilgileniyor da kadınlar ilgilenmiyor deyip geçemeyiz o yüzden. Algoritmanın biraz daha para kazanmak için yaptığı bir dağılım söz konusu.
Meta algoritmasında zaten bir şeffaflık yok, biz bu algoritmanın nasıl çalıştığını bilmiyoruz, onu oturup inceleyip gerçekten erkekler daha çok etkileşime girmiş ve kadınlar ilgilenmemiş de diyemiyoruz. Ama bir yandan da konu ilgiye geldiyse eğer, teknolojik sistemlerin mevcut eşitsizlikleri geliştirmeyecek şekilde ilerlemesi lazım. Mesela bir örnek, artık Amerika’da, sosyal haklarla ilgili reklamlarda demografik hedefleme yapılması yasaklandı. Yani siz şu an gidip bir mühendislik iş ilanı yayınlarken sadece erkekleri hedefleyemiyorsunuz. Böyle bir araç geliştirildi, artık reklam verirken bu içeriğin sosyal haklarla ilgili olup olmadığını belirtmek durumundasınız. Aslında devletler baskı yaptığında ya da biz vatandaşlar olarak baskı yaptığımızda bu tarz meselelerin hallolduğunu görüyoruz. Ancak bu demokratik katılım için henüz gerçekleştirilmedi.
Teknoloji firmalarına daha çok baskı yapmamız gerekiyor, şu an Amerika hükümetinin isteğini talep edebildiğini, örneğin iş ilanlarındaki ayrımcılığı engellediğini görüyoruz. Bu hareketi neden Türkiye’de yapıyorlar konuyu bilmelerine rağmen? Çünkü umrunda değil aslında Instagram’ın orada bir eşitlik olmuş mu olmamış mı… Bu çok basit bir örneği. Bu yüzden çok daha fazla bastırmamız gerekiyor ayrımcılığın olmaması için, siyasi reklamları kadınlara göstermeyerek zaten mevcut eşitsizliği biz bu şekilde körüklersek, kadınların siyasete ilgisini de bir şekilde uyandırmakla ilgili problemler olduğu gibi devam edecek.
Yani biz kendi kendimize ne kadar çabalarsak çabalayalım, ancak belli bir kitleye ulaşacağız ama aslında baskıyı büyük şirketlere yönetmemiz gerekiyor…
Evet, bu çevreyle ilgili konularda da çok ele alınıyor. Yani ben kendim geri dönüşüm yapabilirim ama bir firmanın çevreye verdiği bir zarar binlerce, milyonlarca kişinin yaptığı çevresel zarara eşitse, biz şu an firmaları mı sorumlu tutmalıyız yoksa bireyleri mi? Aslında tam olarak konu buraya bağlanıyor bence ve burada da tam olarak Big-Tech (büyük teknoloji firmaları) söz konusu. Burada onların yapacağı çok küçük hamlelerin bile milyonlarca, milyarlarca insana etkisi olacak.
Bir yandan da teknolojinin çok nötr olduğuna dair bu bahsettiğim algı gerçekten çok yüksek seviyede. Çünkü Google, yapay zekayla insanları da daha da iyi öldürebilmek için mesela Amerikan hükümetiyle, onların askeri birimiyle çalışmıştı bir ara. Bu firma aynı zamanda dünyanın en güvenilir markaları arasına da girebiliyor bir şekilde. Yani konu teknoloji olunca, markalar çok güçlü, sanki silah firması ya da sigara firmasından çok farklılarmış gibi düşünüyoruz ama değiller. Aksine büyük silah firmalarından ve büyük tütün şirketlerinden çok daha fazla lobicilik faaliyeti yapıyorlar. Bu şirketler globaldeki aynı tarz düşünce kuruluşlarını da destekliyorlar, fonluyorlar, akademisyenleri destekliyorlar. Teknoloji firmaları sırf siyasi lobicilik değil, aynı zamanda bir entelektüel hegemonya kurma peşinde aynı zamanda. Onlarla beraber çalışmak çok havalı ama bir yandan da tekrar düşünmemiz lazım. Sonuçta Facebook dediğimiz Meta firmasının Myanmar’daki katliamda rolü oldu. Uluslararası Af Örgütü tarafından raporlandı bu. Bunlar hiç az buz şeyler değil ve bu firmalar da çok küçük firmalar değil. Bu böyle 10 kişi bir araya geldik bir şey yaptık, kontrolden çıktı gibi de değil. Bu firmaların gayet bu regülasyonu yapacak kapasiteleri, enerjileri ve maddi kaynakları var. Bu yüzden de her şeyi çok daha düzgün yapma konusunda çok sorumlular herkese karşı.
Kemal Kılıçdaroğlu, “Cambridge Analytica’cılık oynamayın” dedi ve seçmen verilerinin usulsüz bir şekilde siyasilerle paylaşılma ihtimali gündem oldu. Türkiye’de benzer bir durum olabilir mi, seçmenler olarak verilerimiz güvende mi?
Kendi döneminde Cambridge Analytica, Trump seçimlerinde, özellikle Brexit döneminde ve Ted Cruz’un kampanyasında çok fazla konuşulan bir konuydu. Orada birden çok problem var. Birinci problem rıza konusu. Yani bu kişilerden bu verilerin alınıp alınmadığına dair bir rıza verilmemişti asla. Bu veriler üçüncü parti araçlarla alınıyordu. Şunu söylemekte fayda var, siz tıkladığınız, etkileşime girdiğiniz her oyunda, her bir kutucuğu onayladığınızda çok çok fazla veri paylaşıyorsunuz. Yani mesela BuzzFeed üzerinden yapacağınız “acaba hangi siyasi karaktersin” gibi bir test, sizin bütün siyasi düşüncenizi alıp başka bir firmaya veriyor. Burada üçüncü partiler reklam toplayabiliyordu, kullanıcılara bunun nasıl işlediği tam olarak anlatılmamış da. Bu da teknolojide her zaman bir problemdi. Çünkü bu firmalar oturup size böyle net bir şekilde ne yapacaklarını anlatmazlar genelde. Böyle küçücük, beş punto Times New Roman ile yazılmış çok küçük bir bildirimi onaylayıp geçeriz.
Bir yerlerde “…bu arada verilerinizi satıyoruz” yazar…
Aynen! Yani şu an ekosistem de öyle gelişti ki bu araçları kullanmadan fonksiyon etmeniz mümkün değil. Çok çok daha verimsiz araçlar kullanmanız gerekiyor, bunlara mecbursunuz bir anlamda. Evet, belki başka rakipler var ama çok verimsizken oraya da geçemiyorsunuz ve herkes belli bir e-posta aracını kullanıyorsa, siz de o aracı kullanacaksınız. O yüzden çok çok fazla alternatif olduğunu da söyleyemeyiz. Fonksiyon etmek için modern dünyada Google Takvim gibi Google araçları, Meta, Instagram; bunları kullanmadan iş yapmanız mümkün değil. Burada Cambridge Analytica’nın yaptığı psikografik profillemeydi. Yani içe dönük müsünüz, dışa dönük müsünüz, acaba buna göre hangi reklamlarla daha çok etkileşime girersiniz gibi bir profilleme yapıldı.
Aslında kararsız seçmenleri tespit edip onları yönlendirme gibi bir manipülasyon da söz konusuydu…
Şunu iddia edebiliriz ve bu hiç zayıf bir iddia olmaz: Mikro hedeflemeye, yani sizin kişilik özelliklerinize göre reklamların iletilmesi yoluna gidildi ancak, mikro hedeflemeden öte bir şey oldu burada. O da siyasi mikro hedefleme. Burada belki seçmenlere bir kampanya yapmak için değil, seçmenlerin oy kullanmasını engellemek için kullanıldı, oy vermeyin şeklinde mesajlar iletildi. Özellikle mesela siyahilere böyle dezenformatif bilgiler iletildi, Hillary Clinton hakkında sevmeyeceklerini bildikleri şeyleri nokta atışı bir şekilde ilettiler belirli kitlelere. Aslında şu anda hala yasal, meşru bir şekilde devam ediyor bu. Yani Facebook üzerinden siyasi reklam veren herkes, sizi demografik bilginize göre hedefleyebiliyor.
Meta bunu nasıl yapabiliyor?
Şu an Facebook reklam kütüphanesini açıp bakarsanız, O Ses Türkiye’yi mi izlediniz, Yıldız Tilbe mi izlediniz, bunların hepsi şu an reklam hedeflemeleri arasında gösteriliyor bu şekilde. Çok nokta atışı tespitler. Osmanlı müziği mi seviyorsunuz, genelde biraz daha milliyetçi muhafazakar reklamlar görürsünüz. Biraz daha jenerik hedefleme yapmak isteyenler O Ses Türkiye’yi seçebiliyor örneğin Facebook reklamlarında. Şimdi burada bu hedeflemeler gösteriliyor. Facebook’un Cambridge Analytica skandalından sonra yaptığı en büyük değişim reklam kütüphanesini oluşturmak oldu. Artık herhangi biri siyasi reklam verecekse, kişisel ya da tüzel olarak kimlik bildirimi yapmak zorunda.
Meta’da yapılan reklamlar 7 yıl boyunca kamuya açık olan bu reklam kütüphanesinde saklanıyor. Herkes şu an Türkiye’de Meta üzerinde dolaşan bütün reklamları görebilir. Bizim de Gözlemevi’nde yaptığımız çalışmalar genelde bu veri setine dayanıyor. Şu an baktığımızda, siyasi reklamların devam ettiğini görüyoruz.
Peki burada hangi uygulama sorunlu?
Bizce siyasi reklamlara özel mikro hedefleme olmamalı. Biz her zaman Gözlemevi olarak bunu savunuyoruz. Mikro hedefleme çünkü zaten şu anki siyasi alandaki kutuplaşmayı, problemleri düşündüğümüzden çok daha öte bir noktaya götürüyor. Bir kere bu bahsettiğimiz veriler sizin hakkınızda her şeyi biliyor. Örneğin camiye mi gidiyorsunuz? Kolunuzda Kemal Atatürk dövmesi mi var? Aslında mesela senin saçının renkli olması da belki bir politik bir şey ifade ediyor değil mi? Senin oy davranışınla ilgili bir çıkarım yapılabilir buradan, Facebook da bunu okuyor bir şekilde. Bunu okuyabildiğini şuradan düşünebiliriz, en basitinden bir kanlı görsel paylaştığınızda, otomatik sistemler var ve bir şekilde bu içerik işaretleniyor “şiddet içerebilir” şeklinde. Yapay zeka araçlarının çıkmasıyla da makinelerin ne kadar çok veriyi, bilgiyi tanıyabildiğini, görüntüyü algılayabildiği konusu biraz daha netleşti.
Daha önce de bahsetmiştin, algoritma mental durumumuzu anlayıp mesela bipolar hastalığına sahip olduğumuzu teşhis edebiliyor ve mani dönemlerinde daha ufak tefek şeyler için daha çok para harcayabileceğimizi bildiği için karşımıza böyle reklamlar çıkarıyor şeklinde örnek vermiştin…
Zaten her şeyimizi bildiği için bu örneği de hep veriyorum. Yani uyuduğun vakti de biliyor, kalktığın vakti de biliyor. Çünkü çoğu kişi yatarken ve kalkarken sosyal medyaya bakıyor ve algoritma sadece bu veriden sizin depresyonda olup olmadığınızı anlayabiliyor. Ya da bir gece hayatınız var mı, kimde kalıyorsunuz, o gece bir problem mi oldu, uyku problemleriniz mi var… çok fazla veri mevcut. Milyarlarca kişiden alınınca, bu verinin hikayesi çok daha net bir şekilde ulaşabiliyor. Genelde herhangi bir araştırmacı 1000 kişinin, 5000 kişinin verisini toplayınca ne güzel çalışma oldu diyoruz örneğin, çok zor bir şey çünkü sistematik ve sağlıklı bir şekilde o kadar veri toplamak. Bir de Big-Tech’in topladığı veriyi düşünün. 2 – 3 gündür düzgün uyumuyorsanız ve Instagram’a da girdiyseniz, teknoloji firması bir şekilde bunu biliyor ve buna göre örneğin size psikolog reklamları gösterebilir, bir şeyler satmaya çalışabilir. En büyük problem örneğin, çok fazla medyum reklamı var Instagram’da, diyorlar ki WhatsApp grubuna katılmak 1000 lira, şu medyumun WhatsApp grubuna katıl diye bir iş modeli var. Mikro hedefleme ile bunun reklamı gösteriliyor ve kim bunlarla daha çok etkileşime giriyor? Bu yanlış bir genelleme olabilir ama belki de mental stabilitesi olmayan kişiler hedefleniyor olabilir, yaşanılan bir psikoz, şizofreni gibi bir durum mesela, bunlar sizi daha çok etkileyebilir. Hayatınızın mutsuz, umutsuz bir döneminde insanın bir medyum için, WhatsApp grubuna katılmak için bir ödeme yapmasına ikna edecek belli bir kırılganlığınız olabilir, hayatınızın mutsuz bir anında olabilirsiniz veya medyumların bu şekilde çare olabileceğine inanıyor olabilirsiniz ve zaten Meta’nun bunu biliyor olması asıl korkunç olan şey. Gerek medyum reklamı, gerek siyasi reklam, gerekse ayakkabı reklamı, orada size gösterilen reklam size özel bir şekilde hedefleniyor, yolda karşılaştığınız bir reklam da değil.
En son çalışmalar şunu gösteriyor, reklamların reklam olduğunu bilmediğinizde etkisi çok daha fazla artıyor. Yani siz orada arkadaşlarınızın profillerinde gezerken bir anda karşınıza çıkan bir reklamın etkisi, televizyonda gördüğünüz reklamın etkisinden çok daha fazla. Şimdi bütün bu denklemleri göz önüne aldığımızda bize sürekli ya fikir satılıyor, ya bir düşünce satılıyor ya da dezenformasyona maruz kalıyoruz ve tamamen bizim davranışlarımız, günlük hareketlerimiz üzerinden satılıyor bunlar, uykunuz kadar basit bir şey bile olabilir bu. Bastığınız küçük “like”lar kadar basit şeyler olabilir. Sizin nerede olduğunuzu biliyor Meta, sizin gittiğiniz mahalleleri biliyor, sosyo demografik olarak bütün yapınız onların elinde. Belki sizin kendiniz hakkında bildiğinizden daha fazla şeyi biliyorlar. Bu bağlamda baktığımızda aslında resim çok korkunç görünüyor.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Cambridge Analytica’cılık oynamayın” demesinin ardından Fahrettin Altun dezenformasyon ile mücadele için çok iyi politikalar yürütüldüğüne dair bir açıklama yaptı. Fakat aynı zamanda CHP’yle terör örgütünü aynı karede gösteren bir videonun dolaşıma girdiğini öğrendik. Yapay zeka teknolojileriyle artık her şey gerçekmiş gibi gösterilebiliyor. Böyle bir dezenformasyon ortamında seçime gidiyoruz ve gitgide bunların artacağına dair de görüşler var. Özellikle seçim günü çok ciddi bir dezenformasyon curcunası yaşayabiliriz…
Dezenformasyon konusundaki en büyük problemlerden biri de, bu yalanlanana kadar geçen sürede halihazırda bilginin zaten çok fazla kişiye işlemesi. Fahrettin Altun’un dediği şey, dezenformasyon ile ilgili çalışmalar yapıyor hükümet ve web sitelerinde bulgularını, dezenformasyon içeren içerikleri yayınlıyorlar her hafta web sitelerinde. Ancak burada konu şu, devlet kurumu dezenformasyon için otorite mi olmalı? Bu bağlamda ajanda belli olacağı için biraz daha bağımsız kuruluşların, yani devletten bağımsız kuruluşların aslında denetleme yapıyor olması lazım. Bizim burada da her zaman söylediğimiz şey aslında burada yine Big-Tech’i göz önüne almak gerekiyor her zaman, çünkü sanki siyasi aktörler ne yapıyor diye konuşuyoruz ama aslında büyük firmalara baktığımızda Türkiye’deki bilgi probleminin en kökeninde zaten Meta’nın, Facebook’un, Twitter’ın olduğunu görüyoruz ve bu firmaları sorumlu tutabiliriz. Bu değirmenlerle savaşmak da değildir. Gayet politikalarla, yaptırımlarla, savunuculukla ve farkındalıkla bunu yapabiliriz. Biz daha dün şunu tespit ettik ve yayınladık, Meta’nın kendi üçüncü parti doğrulama partneri olan Teyit’in yalanlamış olduğu içeriklerin, yine Meta’da tekrar dolaşıma sokulduğunu tespit ettik. Meta’nın büyük ihtimalle yaptığı operasyonlar yetersiz kalmış, Teyit’in oluşturduğu çalışmaları yeteri şekilde kendi sistemlerini entegre edememiş ve bu içeriklerin tekrar yayılmaması için mekanizmalar geliştirilmemiş.
Halbuki teknik olarak baktığımızda, bir veri tabanı oluşturulabilir. Bu görsellerin yeniden yayınlanması engellenebilir, bu faaliyeti yapmamış Facebook. Facebook Seçim Operasyon Merkezi var, aslında çok basit, seçim döneminde ekiplerin yakın çalışacağı bir koordinasyon yapılıyor bir şekilde. Yani bu kamu politikaları müdürü ve içerik moderasyon ekipleri biraz daha yan yana çalışarak dezenformasyon var mı diye bakıyorlar. Ancak bizim gönderdiğimiz hiçbir dezenformasyon uyarısı üzerine, aldıklarını teyit eden bir mesaj göndermelerine rağmen, henüz bir kaldırma olmadı. Aynı şekilde “LGBT sapkınlıktır” mesajını içeren bir reklamın da binlerce kişiye gösterildiğini gördük. Bu bağlamda pek iyi durmuyor aslında Meta’nın çalışmaları, hiçbir şekilde.
Siyasilere bakmaktan öte teknoloji firmalarına bakarsak, çok daha net ve farklı bir portre görebiliriz. Şunu da düşünüyorum bir yandan, AK Parti’nin ilk yılları biraz daha stabildi ama 2013’ten sonra, Gezi olaylarından sonra çok daha fazla zor ve politik bir döneme girdik bence ülkece. Bu aynı zamanda sosyal medyanın çıkışına da tekabül ediyor. Sosyal medya gerçekten insanı etkileşim almak için olabildiğince motive eden bir alan. Etkileşim de her zaman tahrik edici, problemli içeriklerle oluşuyor. Bir şekilde birini suçlamanız lazım, duyguları tetiklemeniz lazım. Nefret söylemi olabilir, ayrımcılık olabilir, dezenformasyon olabilir. Siz ne kadar tahrik edici içerik yaparsanız o kadar etkileşim alacaksınız ve bu etkileşimler de “like”larla, büyük bir kitleyle, ürünle, reklam ücretleriyle bir şekilde ödüllendiriliyor teknoloji firmaları tarafından. Yani aslında insanların beğenilme ve kabul edilme arzusunu alıp like butonuna indirdiğinizde artık herkes bunun için savaşıyor hale geliyor. Sizin kendi kitleniz de varsa, oradan gelir elde edebiliyorsunuz bu şekilde.
Bir “panoptikon” yaratıldı ve bu dünyada siyasilerin de bu oyun içinde bir şey kazanmaları gerekiyor. O yüzden bu genel retoriğe bakarken, Türkiye’deki problemleri incelerken de bence her zaman Big-Tech’in yaptığı şeyleri göz önünde bulundurmalıyız bir şekilde. Çünkü hiç masum değiller ve bunlar gayet de firmalar. Psikologlar, tasarımcılar, mühendisler bir araya gelip biz nasıl daha çok insanı bağımlı yaparız, nasıl daha çok verilerini alırız, nasıl daha çok onlara reklam gösteririz diye oturup düşünen ve buna göre özel tasarımlar yapan, insanların beynini “hack”leyen kişilerden oluşuyorlar. Bunun bilincinde olduğumuzda aslında biraz daha kendi kontrolümüze alabiliriz olan biteni.