Akademisyen Sudeshna Mukherjee ve Ayça Atabey, TechPolicy Press‘te yayınlanan makalede, kadın aktivistlerin teknolojinin neden olduğu toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti ele alma konusunda farkındalık yaratmayı amaçlayan ve politika değişikliklerini savunan girişimleri anlatıyor.

Sudeshna Mukherjee ve Ayça Atabey / TechPolicy Press
Dijital medya ve internet, toplumları öğrenmenin, oyun oynamanın, sosyalleşmenin ve hatta yakınlaşmanın yeni yollarıyla tanıştırdı. Bir yandan teknoloji ve çevrimiçi dünya, kadın gazetecileri, politikacıları, insan hakları savunucularını ve feministleri güçlendirerek toplumsal cinsiyet eşitliğini destekleme potansiyeline sahip olsa da dijital devrim, kadınlara ve kız çocuklarına yönelik çevrimiçi istismar da dahil olmak üzere ciddi riskler yaratmakta, özellikle kriz ve çatışma ortamlarında zaten var olan köklü toplumsal cinsiyet önyargılarını daha da derinleştirmektedir.
Plan International’ın 2021 yılında 26 ülkede 26 bin kız çocuğu ve genç kadınla yaptığı ankete dayanan The Truth Gap raporu, yanlış bilgi ve dezenformasyonun katılımcıların %87’sini olumsuz etkilediğini ve kız çocuklarının aktivizmini kısıtladığını ortaya koyuyor. Özellikle, her dört kızdan biri görüşlerini çevrimiçi olarak paylaşma konusunda güvende hissetmiyor. Çevrimiçi tehditlerin olumsuz etkileri, kadınların ve kız çocuklarının psikolojik ve zihinsel sağlığı, gözetim ve gizlilik ilgili daha geniş etkilere sahip. Dijital güvenlikle ilgili hususları feminist gündeme dahil etme çabaları, veri koruma ve gizlilik hakları, toplantı özgürlüğü veya kamusal alana katılımı ve ayrımcılık yapmama ilkesi ciddi zarar görmekte.
Feministleri etkileyen teknoloji destekli örnek şiddet vakaları
Teknoloji, toplumsal cinsiyet ve şiddet arasındaki oldukça güçlü bir ilişki mevcut. Economist Intelligence Unit’e göre, dünya genelinde kadınların %85’i başka kadınlara yönelik çevrimiçi şiddete tanık olmuş. Ötekileştirilmiş toplumsal cinsiyet kimliğine sahip bir kişiye yöneltilen ve akıllı telefonlar, internet ve sosyal medya platformları gibi dijital teknolojiler ve cihazlar tarafından etkinleştirilen veya bunlara aracılık eden şiddeti, teknoloji yoluyla kolaylaştırılan toplumsal cinsiyete dayalı şiddet (TFGBV) olarak adlandırıyoruz. Bu şiddet türü pek çok şekilde ortaya çıkabilir, faili bir birey veya bir grup olabilir ve hem dünyaca ünlü hem de “tanınmayan” kişileri hedef alabilir. Ancak bu şiddetin en büyük yükünü kadın siyasetçiler ve aktivistler çekiyor.
Eski Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern’in COVID-19 salgınıyla mücadele politikaları, TFGBV’yi nasıl ortaya çıkardığına iyi bir örnek. Ardern daha ilk döneminde ülkede yaşanan terör saldırısı, volkanik patlama ve küresel salgın karşısında gösterdiği metanetli, dürüst ve empatik duruş büyük övgü toplamıştı. Fakat yine de acımasız saldırılara maruz kaldı. Dijital cinsiyet güvenliği konusunda uzman olan Kenyalı gazeteci Mwende Maundu, çevrimiçi tacizin kadınları genellikle platformlardan uzaklaştırdığını vurguladı ve gazetecilerin otosansüre başvurmasını, “temel bilgi edinme özgürlüğü hakkına” yapılan bir saldırı olarak niteledi. Kanada hükümeti tarafından İslamofobiyle mücadele etmek üzere görevlendirilen Amira Elghawaby’ye yönelik İslamofobik nefret ve çevrimiçi taciz, bu istismarın boyutlarını gözler önüne serdi. 2019 yılında UNESCO tarafından gerçekleştirilen The Chilling adlı araştırma, kadın gazetecilerin %73’ünün çevrimiçi şiddete maruz kaldığını ortaya koydu.
Ancak bu şiddetten etkilenenler sadece yüksek profilli kadınlar değil. TFGBV mevcut eşitsizliği güçlendirmekte ve çevrimiçi ve çevrimdışı alanlarda kadınların hayatlarında yinelenen bir istismar sürekliliğinin parçası olmaktadır. 2013 yılında eski bir erkek arkadaşı, Mısırlı bir internet aktivistini, dans ettiği özel bir videoyu rıza dışı paylaşarak utandırmaya çalıştı. On yıl sonra, yapay zeka (AI) alanındaki gelişmeler, kadınları ve kız çocuklarını orantısız bir şekilde hedef alan “deepfake porno” olgusuna olanak sağlayarak, rıza dışı mahrem görüntü (NCII) istismarı sorununu büyüttü.
Çevrimiçi İstismarın Kesişimsel Bir Perspektifle İncelenmesi: Seyi Akiwowo, Glitch, Birleşik Krallık
Londra’nın bir ilçesi olan Newham’ın eski meclis üyesi Seyi Akiwowo, internette ırkçı ve cinsiyetçi tacize maruz kaldıktan sonra Glitch (İngilizce de kusur anlamına geliyor) adlı yardım kuruluşunu kurdu. İnternetteki ‘kusuru düzeltmek’ için etkili bir kampanya yürüttü. Akiwowo’nun mücadelesi, çevrimiçi tacizde cinsiyet, ırk ve diğer kimlik faktörlerinin bileşik etkilerini ele almak ve siyah kadınların karşılaştığı zorluklara odaklanmak için kesişimsel bir yaklaşıma duyulan ihtiyacı ortaya koyuyor. Teknolojide çeşitlilik eksikliği ve yetersiz medya okuryazarlığı, çevrimiçi toksisiteyi daha da mümkün kılıyor.
Platformların kendi kendini denetlemede başarısız olduğunu savunan Akiwowo, feminist bir teknoloji tasarlamak için kimlik hırsızlığı, siber zorbalık ve gözetim de dahil olmak üzere çevrimiçi şiddet konularında kullanıcı farkındalığını artırmak için paydaş araştırmalarına duyulan ihtiyacı vurguluyor ve bir halk sağlığı yaklaşımı öneriyor. Glitch, yakın zamanda kabul edilen Çevrimiçi Güvenlik Yasası’nda (Birleşik Krallık) kadınların ve kız çocuklarının adının geçmesinde etkili oldu ve Akiwowo, yasanın etkili bir şekilde uygulanması için parlamenterleri, Ofcom’u ve sivil toplum gruplarını bir araya getiren Çevrimiçi Güvenlik Yasası Ağı’nın Danışma Kurulu’na atandı. Glitch’in öncü araştırması Dijital Kadın Düşmanlığı Raporu, siyah kadınların çevrimiçi ortamda zarar görme biçimlerini detaylandırırken, hükümetler, teknoloji şirketleri ve dijital vatandaşlar için çevrimiçi ve çevrimdışı kadın düşmanlığını sona erdirmek için öneriler sunuyor. Akiwowo, son kitabı How to Stay Safe Online‘da, dijital bir öz bakım araç seti oluşturmayı ve dijital müttefiklik kavramını teşvik ediyor ve nihayetinde daha güvenli, daha neşeli bir internet ortamı yaratmayı umuyor.
Yazının tamamına buradan ulaşabilirsiniz.