Dünyanın spor dışındaki en büyük etkinliği olan şarkı yarışması Eurovision, İsrail’in Gazze’deki savaşının son cephesi haline geldi. Eurovision’un sloganı “müzikle birleşmek” olsa da Malmö’deki hava her zamankinden daha ayrıştırıcıydı:
“Kurallara riayet edilmesi gerekiyor… pek çok insan için yarışma artık ‘müzikle bölünmek’ anlamına geliyor.”

Charlie Sohne / Politico
Dünyanın spor dışındaki en büyük etkinliği olan şarkı yarışması Eurovision, İsrail’in Gazze’deki savaşının son cephesi haline geldi. Eurovision’un sloganı “Müzikle Birleşmek” olsa da Malmö’deki hava her zamankinden daha ayrıştırıcıydı.
Yarışmanın final günü olan Cumartesi günü, şarkısı Marilyn Manson ile Betty Boop esintileriyle neo-pagan bir gösteri sunan İrlanda’nın Bambie Thug’ı, İsrail’in yayın kuruluşu ile yaşanan gerginlik nedeniyle 10.000 kişilik bilet satın aldığı kostümlü provayı kaçırdı. Aynı etkinlikte Fransız yarışmacı şarkısını yarıda keserek savaşa son verilmesi çağrısında bulundu: “Müzikle birleşmeliyiz, evet, ama barış için sevgiyle.” Takip eden saatlerde, hem geçen yılın ikincisi Finlandiya’nın temsilcisi Kaarija hem de geçen yılın dördüncüsü Norveç’in temsilcisi Alessandra yayından çekilerek jüri oylarını sunmaktan vazgeçtiğini açıkladı. Ardından İsrail’in temsilcisi Eden Golan sahneye çıktığında arenada yuhalama sesleri yankılandı. Eğer milyonlarca izleyicinin büyük bir bölümü ve yarışmacıların çoğu istedikleri gibi davransaydı, Golan’ın sahneye çıkmasına hiç izin verilmeyecekti. Sahne arkasındaki atmosfer o kadar gergindi ki, İsrail’le ilgili olmayan çatışmalara da sıçradı. Hollandalı sanatçı Joost, yarışmadan bir gün önce meydana gelen bir tartışma nedeniyle diskalifiye edildi.
Böyle olmaması gerekiyordu.
Eurovision 2024’e, ABBA’nın yarışmayı kazanmasının 50. yıldönümünde İsveç ev sahipliği yaptı. 200 milyon izleyiciyle, Super Bowl, Grammy ve Oscar ödüllerinin toplamından daha büyük bir kitleye ulaşan etkinlik, 37 ülkenin katıldığı, müthiş bir sahne prodüksiyonuna sahip teknik bir başyapıttı. Ancak bu yılki yarışma aynı zamanda Gazze’de 34 bin Filistinlinin öldüğü tahmin edilen ve modern çağın en tartışmalı Eurovision’una zemin hazırlayan savaşın gölgesinde gerçekleşti. Bir hafta süren “bir olma” kutlamaları, Malmö Arena’daki seyirci sayısını aşan İsrail protestolarına, yine bir protesto eylemi olarak Kuran yakılmasına ve İsveç polisinin İran, Kuzey Kore ve Rusya’dan siber saldırılarla mücadele etmesine sahne oldu. ABBA’yı hiç görmedik.
Bu yılki yarışma, Eurovision’un gerçek anlamda Waterloo’su oldu.
Rusya’nın Ukrayna’daki şiddetli çatışmaları son iki yıldır yarışmanın her alanına nüfuz ederken, İsrail’in Gazze’deki savaşı farklı bir etki yarattı. Rusya’nın eylemleri Eurovision koalisyonunu birleştirirken, İsrail’in eylemleri EBU’nun üye ülkelerini ikiye böldü. Savaşla ilgili hararetli tartışmalar, müziğin insanları bir araya getirme gücüne her zaman inanmış olan bir yarışma için varoluşsal bir tehdit oluşturuyor. Norveç’in Eurovision delegasyonu başkanı Stig Karlsen’in dediği gibi, “Kurallara riayet edilmesi gerekiyor… pek çok insan için yarışma artık ‘müzikle bölünme’ anlamına geliyor.”
Eurovision her zaman neşeli bir müzik yarışması ile siyasi bir etkinlik olma arasında gidip geldi. 1956 yılında ilk kez düzenlenen şarkı yarışması, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hala kendini toparlamaya çalışan bölünmüş bir Avrupa’da doğdu. İlk yıl, babası Naziler tarafından öldürülen Walter Andreas Schwarz, ülkesinin Holokost’un mirasıyla nasıl gerektiği gibi başa çıkamadığını anlatan bir şarkıyla Almanya’yı temsil etti. Takip eden yıllarda İtalya, boşanmayı savunan şarkının tartışmalı bir referandumu etkileyeceği korkusuyla kendi gösterisini sansürledi ve Francisco Franco yarışmayı İspanya’daki diktatörlüğünün reklamını yapmak için kullandı. Demir Perde’nin yıkılmasının ardından Doğu Avrupa ülkelerinin entegrasyonuyla birlikte yarışma siyasileşmeye devam etti. Bir yarışmacı, Eurovision sahnesinde halkının çektiği acılar hakkında şarkı söylemek için, tecrit altındaki Saraybosna’dan kaçarken öldürülmekten son anda kurtuldu.
Ancak Avrupa’daki temel anlaşmazlıklar yatıştıkça, Eurovision kendi “tarihinin sonu”na geldi ve Eurovision’un ağırbaşlı bir kültürel şovdan, “American Idol” tarzında büyük ve gösterişli bir arena şovuna dönüştüğü, genellikle “İsveç Dönemi” olarak adlandırılan dönem başladı. Cumartesi gecesi yayını izleyen herkes, gösterişli LED’ler ve pirotekniklerde İsveç döneminin mirasını gördü. Ancak bu miras şimdi, siyasi olarak bölünmüş bir Avrupa’yla birlikte var oluyor.

2010’larda, sağcı otoriterliğin yükselişiyle eş zamanlı olarak, Türkiye ve Macaristan yarışmanın LGBT propagandasına dönüştüğünü söyleyerek yarışmadan çekildi. Belarus, Lukaşenko yanlısı ve protesto karşıtı iki şarksının reddedilmesinin ardından yarışmadan ayrıldı. Rusya ise 2022’de Ukrayna’yı işgal etmesinin ardından yarışmadan atıldı. Avrupa Yayın Birliği Genel Müdür Yardımcısı Jean Philip de Tender ile görüştüğümde söylediği gibi, “Son 10-15 yılda olan şey, daha fazla değer odaklı hale gelmemizdir.”
Rusya’nın işgalinden sonra modern Eurovision kendine gelmiş gibi görünüyordu. 2023’te Liverpool’da düzenlenen yarışma, Hırvat avant-punk grubu Let 3’ün açıkça Putin ve savaş karşıtı bir şarkısı da dahil olmak üzere, Ukrayna halkıyla dayanışmayı ifade ederken doğrudan savaşı hedef aldı. Eurovision eski sesini bulmuş gibi görünse de, birçok Eurovision şarkıcısının bildiği gibi, en kendinden emin ses bile bazen çatlayabilir.
Bu yılki Eurovision’daki gerilimi ilk yarı finaldeki bir sanatçı tarafından daha da somutlaştı. Eric Saade 2011’deki yarışmada İsveç’i temsil etmişti. “Popüler olacağım” nakaratıyla zihinlere kazınan parça, İsveç’in dünya çapında pop müziği domine etmesini sağladı. Bu nedenle Saade’nin Eurovision heyecanının giderek yükseldiği haftayı ikonik şarkısını seslendirerek açması mantıklıydı.
Ancak Saade aynı zamanda Filistin kökenli ve o nedenle bu neşeli apolitik şarkıyı, babasının kendisine hediye ettiği siyah kefiyeyi bileğine sararak seslendirdi. Yarışmayı düzenleyen Avrupa Yayın Birliği, Saade’yi anında yarışmayı siyasileştirmekle eleştirdi. Saade, kültürel bir sembol olarak, normalde yarışma tarafından kutlanan geleneksel halk kıyafetlerinden (2022 Ukrayna birincisi Kalush Orkestrası’nın ‘Hutsul keptar’ yelekleri dahil) farklı muamele görmemesi gerektiğine işaret ederek karşılık verdi. Tabii EBU Filistin kimliğini özünde siyasi olarak görmüyorsa.
Organizatörlerin tutarlı ilkelere sahip olmaması, yarışmayı ikiyüzlülük suçlamalarına açık hale getiriyor. Örneğin yarışmanın bir bayrak politikası var ve katılımcı bir ülkenin ulusal bayrağı olmayan tüm bayraklar siyasi olarak kabul ediliyor. Gökkuşağı bayrağı hariç. Filistin bayrağının siyasi olduğunu ama gökkuşağı bayrağının siyasi olmadığını söylemek ilk bakışta gülünç görünse de, de Tender aynı fikirde değil. “LGBTI+ topluluğu tarafından bu zamana kadar hep kucaklandık. Bu etkinliği onlar inşa etti” dedi. “Benim için ve EBU için gökkuşağı bayrağı siyasi bir bayrak değildir.”

Bir açıdan haklı: Yarışmanın queer haklarına destek konusunda takdire şayan bir geçmişi var. Ancak argümanının özü, gökkuşağı bayrağının politik olmadığı, çünkü Eurovision’un ağırlıklı olarak LGBTI+ bir izleyici kitlesine sahip olduğu. Başka bir deyişle, yarışmanın “değerler” (iyi) ve “politika” (kötü) arasında yaptığı ayrıntılı kurallar ve ayrımların altında basit bir koalisyon yönetimi yatıyor.
EBU tarafından yüzündeki eski Celtic dillerinden Ogham yazı sisteminde “ateşkes” anlamına gelen yazının silinmesi istenen ancak yine de sahnede trans bayrağı tutmasına izin verilen İrlandalı Bambie Thug ile konuştum. Onlara EBU’nun bu tür ayrımları nasıl daha iyi yönetebileceğini sordum. Cevabı şöyle oldu: “Biraz vicdana ihtiyaçları var… ve biraz da insanlığa.”
Bu yılın kazananı İsviçreli non-binary sanatçı Nemo, bu iki mesele hakkında konuşurken görülen rahatlık farkını somutlaştırıyor gibiydi. Kendilerine ateşkesi desteklemek için yayınladıkları bildiriyi sorduğumda, hızla daha güvenli bir alana geçtiler: “[Bildirimi]…. okumanızı tavsiye ederim. Farkındalık yaratmak için sanatçıların ses çıkarmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Bahsettiğim şeylerin çoğu queer olmak, … ve dürüst olmak gerekirse, diğer insanlara ilham vermesi umuduyla Eurovision’da kendim olmak.”

Yarışmanın ilkelerini üyelerini memnun etme amacıyla ince bir şekilde değiştirme çabası, bu yılki yarışmanın bir kaosa dönüşmesinin hikayesini çok iyi anlatıyor. İşin aslı şu ki, 2022’de Avrupa Yayın Birliği başlangıçta Rusya’yı yarışmadan atmak istemedi ve yarışmanın apolitik doğasını yeniden teyit eden bir açıklama yayınladı. EBU ancak üyelerinden gelen tepkilerinden ardından rotasını değiştirdi.
Bu yıl EBU, Eurovision’un teknik olarak uluslardan ziyade yayın kuruluşları arasında bir yarışma olduğunu iddia ederek İsrail’i yarışmada tutmaya karar verdi (doğru); Rusya’yı men etmediler, Rusya’nın yayın kuruluşu propaganda yaptığı için men edildi. KAN (İsrail yayıncısı) Netanyahu hükümetinden bağımsız olduğu için onları men etmek için bir neden yoktu.
Karşı argüman ise Eden Golan’ın açılış töreni sırasında sahnede ülkesinin yayın kuruluşunun değil İsrail bayrağını sallayarak yürümesiydi. Kendisini bu konuda sıkıştırdığımda de Tender şu cevabı verdi: “Rusya Eurovision Şarkı Yarışması’ndan uzaklaştırıldığında, üyeler arasında fikir birliği vardı.” Yine görüyoruz ki, değerler pratik kaygıların önüne geçiyor.
Final haftası boyunca her yerde metal detektörler vardı. Silahlı polisler sokak köşelerinde, tren istasyonlarında ve etkinliğin gece düzenlenen resmi after-party’si EuroClub’ın dans pistinin tam ortasında konuşlanmıştı. Hem 2013 hem de 2024’te Malmö şehri için Eurovision organizasyonunu yöneten Karin Karlsson şunları söyledi: “2013’te de çok fazla güvenlik vardı ama bunu göremiyordunuz. Bu kez [polisler] görülmek istediklerine karar verdiler. İsveçliler olarak polis memurlarının böyle tüfeklerle dolaşmasına alışık değiliz.”
Bu Eurovision hayranlarının yine de eğlenemediği anlamına gelmiyor. Avustralyalı bir turistin bana neşeyle söylediği gibi, “Kocam ve ben çatılardaki keskin nişancıları saydığımız bir oyun oynuyoruz mesela.”
‘Gamsız’ Eurovision kampıyla en çok ilişkilendirilen sanatçılar bile yorum yapma ihtiyacı hissettikçe kaos sahneye taştı. Windows 95 tişörtü ve yırtık kot pantolonuyla çektirdiği bir fotoğrafın John Cena tarafından retweet edilmesiyle viral bir şöhrete kavuşan performans sanatçısı Windows95man, Eurovision’a katılma kararını sorduğumda üzgün görünüyordu. “Binlerce korkunç mesaj aldık ve tüm Finlandiya adına karar vermem gerekti” dedi. “Tamamen yalnız gibiydim. İlk kez politik bir şey söylemem gerekiyordu, bu yüzden oldukça stresliydi.”
Birçok sanatçı konuyla ilgili sorulardan kaçamadı. Filistinli Bashar Murad, bu yıl Eurovision’da İzlanda’yı temsil etti ve İzlanda’nın eleme turunda kıl payı kaybetti. Eurovision Murad’ın kanında var: Babası ikonik Filistinli grup Sabreen’in bir üyesiydi ve her iki ebeveyni de Filistin’i Eurovision’a sokma çabalarına öncülük etmişti. Bashar ise Filistinli sanatçıların katılığı yarı protesto yarı müzik festivali niteliğinde bir yarışma olan FalastinVision’a öncülük etti.
FalastinVision’da, İsrail’in katılımına ilişkin tartışmada kilit bir unsurun eksik olduğunu düşünmemek elde değildi: Sorun İsrailli bir sanatçının sahnede temsil edilmesi miydi, yoksa Filistinli bir sanatçının temsil edilmemesi mi? Murad bu ayrımcılığı çok iyi ifade etti: “Onların dünya sahnesinde insanlaştırılmasına izin verilirken bizim insanlaştırılmamıza izin verilmiyor.”

Büyük finalden bir gün önce işler zaten kırılma noktasına gelmişti. Önce İtalyan yayıncı yanlışlıkla ikinci yarı final sonuçlarını sızdırdı (normalde yasak) ve İsrail’in en çok İtalya’dan oy aldığı görülmüş oldu. Eurovision’un galibi bir sonraki yılın ev sahibi oluyordu, dolayısıyla organizasyon bir anda yarışmanın son zamanların en büyük insani felaketiyle anılması ihtimaliyle karşı karşıya kaldı.
Kısa bir süre sonra Hollandalı yarışması Joost, bir tartışma sonucu yarışmadan ihraç edildi. Söylentiler medyada Eurovision’un yakın tarihinde görülmemiş bir şekilde bomba etkisi yarattı.
Bir gece önceki basın toplantısında İsrail heyetinden bir üye, bir gazetecinin sorusuna cevap vermek zorunda olmadığını söyleyince Joost sert bir şekilde “Neden olmasın?” diye cevap verdi. Bu nedenle basın odasındaki bazı kişiler tartışmanın Hollanda ve İsrail delegasyonları arasındaki bir çatışmadan kaynaklandığını düşündü.
Joost’un EBU prodüksiyon ekibinin bir üyesiyle kavga ettiği ortaya çıktı ama bu olay, bu yılki yarışmada neredeyse her şeyin nasıl İsrail merceğinden görüldüğünün mükemmel bir örneğiydi. Ertesi sabah Joost yarışma dışı kaldı ve İsveç polisi tarafından soruşturma altına alındı. Enternasyonalizmin hepimizi nasıl bir araya getirebileceğini anlatan “EuroPapa” adlı şarkısı sahnede duyulmadı.
Yarışmanın siyasallaşması ve onu daha fazla ticarileştirme çabası, birbirine ters görünse de aslında değil. TikTok’un yakın zamanda Eurovision’un ana sponsorların biri olması örneğinde olduğu gibi yarışmanın gençlerin peşinden gitme yönündeki ısrarlı çabası, çekirdek kitlesini dönüştürdü. Festival, yaşlı demografisini üniversitelerinden, kültür kurumlarından ve hatta markalarından siyasi katılım bekleyen bir nesille değiştirdi.
FalastinVision’ın sunucusu Andreas Magnusson bile “EBU’nun içinde bulunduğu durumu kıskanmıyorum” dedi. Magnusson’a göre savaş halindeki ülkeler yarışmaya hiç katılmamalı. Kendisiyle konuştuğumda bu görüş Stig Karlsen tarafından da yinelendi. Ancak bu durum, özellikle de son dönemde Ukrayna direnişiyle zirveye oturan bir festival için, bambaşka bir dizi soruyu beraberinde getiriyor.
Cumartesi günü nihai sonuçları izlerken, odak İsrail tartışmalarından Nemo’nun zaferine kaydı. Sanatçının non-binary kimliğini yansıtan türlerin ve tarzların neşeli bir karışımı olan şarkısı, Eurovision’un sunabileceği en iyi şeyi temsil ediyor. Kendime yarışmanın uzun tarihini hatırlattım: Ülkelerin protesto amacıyla yarışmadan çekildiği yıllar, masraflar ya da politik nedenlerle yarışmanın neredeyse durma noktasına geldiği zamanlar… ABBA’nın 1974’teki galibiyetini bile İsveç’te yarışmaya ev sahipliği yapmanın maliyetine ilişkin tartışmalar izlemişti. Eurovision’ı protesto eden bir festival bile düzenlenmişti.
Bu dönemlerde Eurovision her ne kadar uçurumun kıyısına gelmiş olsa da, farklı siyasi görüşlere sahip kitleleri bir araya getiren kurumların önemini de hep hatırlatmıştır. Eğer Eurovision bu sahnede susturulan sesleri dahil etmenin bir yolunu bulabilirse, kritik meselelerin tartışıldığı önemli bir kültürel forum olmaya devam edecektir. Şüphesiz bu zor bir görev, ancak çok az kurumun başarmaya yaklaştığı bir görev. Eric Saade’nin “Popular” şarkısının açılışında söylediği gibi, “Asla imkansız olduğunu söyleme.”
Kaynak: Politico
Çeviri: SES Eşitlik, Adalet, Kadın Platformu