60.Venedik Sanat Bienali, 6 aylık maratonunun ardından 24 Kasım tarihinde sona erdi. Bitmeden önceki iki gün SES Eşitlik ve Dayanışma Derneği Yönetim Kurulu üyesi Alev Akın ve dernek başkanı Gülseren Onanç Venedik’te Bienalin 2 ana alanlarındaki sergileri ve şehre yayılan diğer bienal etkinliklerini izledi. Alev Akın 60. Venedik Sanat Bienalini yazdı.

‘Heryerde Yabancı / Foreigners Everywhere’ teması ile Brezilyalı sanatçı Adriano Pedrosa tarafından kürasyonu yapılan bu önemli sanat etkinliğine 88 ülke, 331 uluslararası sanatçı ve sanatçı kolektifi katıldı. Resmi veriler ile; %59 u İtalya dışından olan 700.000 ziyaretçi, bu neredeyse herkesin en romantik şehirler listesinin başında gelen Venedik’te aktivizmin sanat halini belli ki çok seviyor.
2000’li yılların başında İtalya’da ırkçılık ve yabancı düşmanlığıyla mücadele eden Torino’daki bir kolektifin adından gelen ‘Heryerde Yabancı’ temasını kelime oyunlarını da es geçmeden iki perspektif ile açıklıyor Pedrosa. ‘Nereye giderseniz gidin, nerede olursanız olun, her zaman yabancılarla karşılaşacaksınız. Heryerdeyiz. İkincisi ise; kendinizi nerede bulursanız bulun, her zaman gerçekten ve derinlerde bir yabancısınızdır.’ Burada, orada, şurada; yabancıyım, yabancısın, yabancı.
Pedrosa, Venedik Bienali’nin ilk Latin Amerikalı küratörü. Uluslararası sergi iki bölümde oluşturulmuş. Kimlikleri, geçmişleri, durumları ve toprakları ile ‘yabancı’ olmuş sanatçıları dört grupta (the queer – the outsider – the folk – the indigenous) toplamış. Oldukça renkli, sesli ve çarpıcı ‘Nucleo Contemporaneo’. Bu bölüme bir de video arşivi eklenmiş ki; karanlıktaki bu soluk ekranlardan umut yeşeriyor, ‘zor ama neden olmasın’ diyor insan. 1975-2023 yılları arasında 39 sanatçının ve sanatçı kolektifinin video işlerini toplandığı bu ‘İtaatsizlik Arşivi / Disobedience Archive’ nde Türkiye’den de video aktivisti Güliz Sağlam’ın ‘8 Mart 2018 Istanbul’ videosu, tüm renkleri ve sesleri ile izleyenin yüzüne bir hınzır gülümseme konduruyor.
Diğer bölüm ise; ‘Nucle Storico’. Latin Amerika, Afrika, Ortadoğu ve Asya’lı 149 sanatçının 1905-1990 yılları arasındaki işlerinden oluşturulmuş. Küresel Güney’e uzatılmış bu el, aynı zamanda yirminci yüzyılda Küresel Güney ülkelerindeki İtalyan sanat diyasporasını da bir kucaklama niteliğinde.
Bu yıl bienale ilk defa katılan sanatçı sayısı oldukça fazla. Benin, Etiyopya, Tanzanya ve Timor da ilk kez katılan ülkeler. Herkesin yabancı olduğu ama ‘garip’lik hissetmediği açık. Gezilen her koridor, geçilen her kapı, yüzleşilen her duvar, göçmenliğe, diasporalara, mülteciliğe, az temsil edilmişlere, görülmemişlere, duyulmayanlara çıktıkça, yabancı olma hali normalleşiyor.
Zaten ‘heryerde yabancıyız’.
Bienaldeki tüm sanatçıların kimlikleri neredeyse hep ‘vatandaşlıkları-milliyetleri’ ile sunulmuş. Sergilendiği pavyonun ülkesinde doğan-büyüyen yok neredeyse.
Kızılderili köklerine sahip Amerika vatandaşı sanatçı Jeffrey Gibson, kabile renkleri ve malzemelerini kullanarak karmaşık tarihleri silmek yerine onlarla ilgilenen bir tür kültürel eleştiri getirmiş.

Fransız vatandaşı Türk sanatçı Nil Yalter, feminist aktivizmi besleyen dünya çapındaki işleri ile ilk kez katıldığı 60. Venedik Bienal’inde ‘Altın Aslan Ömür Boyu Başarı Ödülü’ sahiplerinden biri olmuş. Giardini’deki Bienal ana salonunda ‘şu gurbetlik zor zanaat, zor’ teması ile Nazım’a da bir selam çakmış sanatçı.

Meksika pavyonunda Alman-Lübnan kökenli Meksikalı sanatçı Eric Meyenberg, otuz yıl önce doğdukları ve yetiştikleri toprakları geride bırakmış ve İtalya’da ‘yabancı’ kimliklerini, bir İtalyan ailesiymişcesine, bir sofra etrafında yemek ve müzik ile aidiyet kazandırmış Arnavutluk’lu Doda ailesine.

Giardini ve Arselane dışındaki sergi alanlarından biri de Taiwan’lı video sanatçısı Yuan Goang-Ming’ ‘Everyday War’ adlı sergisini 5 video ile oluşturmuş. ‘Her günün savaşı’ ya da ‘savaşın her günü’.
Suudi Arabistan pavyonunda ölçek duygunuzu zorlayan Manal AlDowayan’ın ‘Shifting Sands: A Battle Song’ isimli yerleştirmesi dikkat çeken işlerdendi. Suudi Arabistan’ın çöl kumlarında yaygın olarak bulunan “çöl gülü” adı verilen kristalden esinlenerek yapılmış taç yaprağı benzeri heykel öğelerinden oluşan bir labirentte gezinirken, bu baskılı ipek malzeme yüzeylerde, Suudi kadınlar hakkında yazılmış medya alıntıları, kadının öz temsiliyetini düşündürüyor.
Seyşeller pavyonundaki 4 sanatçıdan biri olan Danielle Freakley, size yeni bir iletişim modu tecrübe ettiriyor. Oldukça eğlenceli bu tecrübenin işareti olan kurdeleyi üzerinde görünür kıldıkça iletişime açık insanlar Venedik sokaklarına dağılmıştı çok zorlanmadan.
Alman vatandaşı Türk sanatçı Ersan Mondtag’ın Almanya Pavyonu’ndaki ‘the Unknown Man’ işi belki de bienalin en çarpıcı işlerinden biri olmuş ki; kuyruk beklemekten pişman olmamış kimse.1960’larda Almanya’ya asbest işçisi olarak gidip kanserden hayatını kaybeden ama yaşadıklarında gurur duyan büyükbabası öznesinde göç-göçmen okuması yapıyor. Serginin küratörü de bir Türk mimar, Çağla İlk.
Türkiye pavyonu bu yıl Gülsün Karamustafa’ya emanetti. ‘İçi Boş ve Kırık: Dünyanın Durumu’ adlı yerleştirmesinde, kendisini “belki de herkesten daha fazla yabancı” hissettiği bir dünyayla kurduğu kırılgan ilişkiye girmemizi sağlıyor.

Brezilya pavyonunda sanatçı Ziel Karapotó’nun havada asılı kalmış kurşunlar ve marakaslar enstalasyonu, kolonizasyon ile açık bir yüzleşme.
Bienal ana salonunda gündelik eşyalarla dolu bir çuval taşıyan ‘Mülteci Astronot’ İngiliz sanatçı Yinka Shonibare’ye ait. Sömürgecilik ve sömürgecilik sonrası araştırmaları ile tanınan sanatçı uzayı potansiyel bir sığınak olarak düşünmüş olsa da; çevre ihmali ve kapitalizm hakkında uyarıcı bir hikaye anlatıyor.
Daha yüzlerce sanatçı, çokca yüzleşme, hesapsız borç ödeme. Özellikle ülke pavyonlarına adını veren ülkeleri düşününce; bu yüzleşmelerin samimi olup olmadıkları tartışılır ama net olan şu ki; alışılagemiş aktivizmin enstrümanlarının artık sanat ile yapılan aktivizmin karşısında etkisi azalıyor sanki. Hele de ‘heryerde yabancı’ isek. Ne dersiniz?
Alev Akın: Mimar, SES Eşitlik ve Dayanışma Derneği Yönetim Kurulu Üyesi