Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Dayanışma Ağı’nın raporu, OHAL sonrası süreçte toplumsal cinsiyet alanında akademik düzeyde bilgi üretiminde yaşanan problemlerin derinleştiğini ve bu konudaki olanakların daraldığını ortaya koyuyor.

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Dayanışma Ağı (AĞ-DA) 16 Nisan 2022’de Ankara’da düzenlediği konferansta, Mayıs 2020-Haziran 2021 tarihleri arasında yürütülen ve AB tarafından finanse edilen “OHAL Sonrasında Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Mücadelesi ve Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları: Akademide ve Sivil Toplumda Sorunlar, Beklentiler, Öneriler” araştırmasının sonuçları sunuldu.
Araştırma, OHAL’i takip eden ve günümüze uzanan süreçte toplumsal cinsiyet alanında akademik düzeyde bilgi üretiminde yaşanan problemlerin derinleştiğini ve bu konudaki olanakların daraldığını, akademik bilginin toplumsal cinsiyet eşitliği mücadele pratikleriyle olan bağlarının örselenerek zayıfladığını, akademinin toplumsal cinsiyet eşitliği alanındaki örgütsel mücadelenin bir parçası olmaktan giderek uzaklaştığını gösteriyor.
Araştırmanın sonuçları şöyle:
- Araştırma, toplumsal cinsiyet alanına yönelik baskının OHAL ile başladığı kabulünün yanlış olduğunu göstermiştir. Anketlerle akademisyenler, derinlemesine görüşmelerle sivil toplum aktivistleri ve odak grup görüşmeleriyle alanın bütün unsurları toplumsal cinsiyet alanının uğradığı erozyonun OHAL öncesinde başladığı konusunda uzlaşmaktadır. Bu baskı, araştırmaya katılanlarca otoriterleşmenin bir göstergesi olarak imlenmektedir.
- Araştırma, OHAL’den önce başlayan ve OHAL ile birlikte artan baskıcı uygulamalarla toplumsal cinsiyet eşitliği konusundaki hak savunuculuğu faaliyetleri kadar, bilgi üretiminin de kontrol altında tutulmaya çalışıldığını, toplumsal cinsiyet ve kadın çalışmaları alanlarının akademik örgütlenme içinde yıllar süren bir mücadele sonucu erişmiş olduğu konumun yitirilmesi anlamına gelecek biçimde alana müdahale edildiğini göstermiştir.
- Akademide toplumsal cinsiyet odaklı araştırmaların, yazılan tezlerin tamamına müdahale edilmediği ve OHAL öncesinde var olan lisans ve lisansüstü programların ve araştırma merkezlerinin hepsinin kapatılmadığı, büyük çoğunluğunun varlığını sürdürdüğü ankete ve odak grup görüşmelerine katılan akademisyenlerin tanıklığıyla anlaşılmaktadır. Anketlere verilen yanıtlar, bu konuda baskının sonucu olarak bir kaybın yaşandığını, ancak bunun başlangıçta varsayıldığı kadar ani ve hızlı olmadığını göstermektedir.
- Anketlere katılan OHAL KHK’larıyla kamu görevinden çıkartılan akademisyenlerin yanıtları, bu akademisyenlerin bilgi üretebilmek, bilgiyi yaygınlaştırabilmek, araştırma projeleri yürütebilmek için gerekli akademik ve finansal kaynaklara erişebilme olanaklarının kalmadığını göstermektedir.
- Araştırma, OHAL’i takip eden ve günümüze uzanan süreçte toplumsal cinsiyet alanında akademik düzeyde bilgi üretiminde yaşanan problemlerin derinleştiğini ve bu konudaki olanakların daraldığını, akademik bilginin toplumsal cinsiyet eşitliği mücadele pratikleriyle olan bağlarının örselenerek zayıfladığını, akademinin toplumsal cinsiyet alanındaki örgütsel mücadelenin bir parçası olmaktan giderek uzaklaştığını göstermiştir.
- Üniversite yönetimlerinin, iktidarın belirlediği ideolojik çerçeve içinde hareket etme konusundaki uyum becerileri yüksektir. Talimatlar, akademik özerkliğin olmadığı bir ortamda hızla alt birimlere ulaşabilmekte, kurumsal işleyiş, evrensel akademik değerler hiçe sayılarak anabilim dallarının, araştırma merkezlerinin işlevsiz bırakılmasına sebep olmaktadır. Bu durumla birlikte düşünüldüğünde kadın çalışmaları araştırma merkezlerinin adlarına “aile”nin eklenmesinin, araştırma özgürlüğünün bütünüyle ortadan kaldırılmasının bir aracı olarak görülmesi gerekir. Böylelikle üniversitelerin toplumsal cinsiyet eksenli eğitim ve araştırma faaliyetlerinin kısıtlanması mümkün olabilmiştir.
- Akademik özerkliğin, kurumlar açısından tamamen yok edildiği; bilgi üretiminin pratikten doğabilmesinin koşulu olarak akademik özgürlüğün artık söz konusu bile olmadığı bir yükseköğretim alanının varlığı, toplumsal cinsiyet ve kadın çalışmaları alanlarının uğradığı tahribata ve nedenlerine dair araştırma varsayımını destekleyici bir faktör olarak görülmelidir.
- Üniversitelerde akademik hiyerarşiyle ve eril yapının hakimiyetiyle mücadele açısından bir mevzi kaybedildiği söylenebilir. Özellikle akademisyenlerin ve öğrencilerin, üniversite içindeki kadın ve LGBTİ+ topluluklarıyla dayanışmasının zayıfladığı anlaşılmaktadır. Toplumsal cinsiyet mücadelesi veren oluşumların bu dönemde üniversite içinde etkinlikler düzenlemekte zorlandıkları görülmektedir. Bu oluşumların ya yok oldukları ya da pasifleştirildikleri gözlemlenmektedir.
- Akademik programların Queer kavramları kapsamaktan uzaklaştığı, derslerin içeriklerinin doğrudan veya dolaylı müdahalelerle pek çok üniversitede değiştirildiği anlaşılmaktadır.
- Sivil toplum örgütlerinin üzerindeki baskının otoriterleşme eğilimine paralel olarak arttığı anlaşılmıştır. Örgütlerin faaliyetleri için izin almakta, yer bulmakta sıkıntılar yaşadıkları, kapatılma ve denetim baskısı altında tutuldukları, eylemlere katılan üyelerinin ve gönüllülerinin yüksek para cezasına çarptırıldıkları, yöneticilerinin tutuklanma baskısı yaşadıkları ifade edilmiştir.
- Toplumsal cinsiyet alanının kriminalleştirilmesi, özellikle LGBTİ+’lara yönelik nefret dilinin yaygınlaşmasına yol açmıştır. LGBTİ+ örgütler, bir yandan bu nefret söylemine doğrudan maruz kaldıkları için ayakta kalma mücadelesi vermekteyken bir yandan da toplumsal cinsiyet eşitliği alanında mücadele stratejileri geliştirmeye çalışmaktadırlar. Bu durum örgütler arasında dayanışma ilişkilerini güçlendirmiştir. Bu anlamda, her şeye rağmen hareketin etkisinin giderek arttığı da söylenebilir.
- Sivil toplum örgütlerinin bulundukları bölgenin uğradıkları baskının niteliğini değiştirdiği anlaşılmaktadır. Doğu bölgesinde faaliyet gösteren örgütler, bir yandan bölgenin eril yapısıyla mücadele ederlerken diğer yandan merkezi hükümetin yerel yönetimlere olan baskısının kendilerine uzanan etkileriyle, Kürt etnik kimliğine sahip olmanın sonuçlarıyla baş etmeye çalışmaktadırlar. Toplumsal cinsiyet alanında faaliyet gösteren bu örgütlerin bir kısmı OHAL sırasında kapatılmıştır.
- Baskılara rağmen, toplumsal cinsiyet eşitliği alanında mücadele eden kadın ve LGBTİ+ örgütleri kendilerini kolayca toparlayabilecek bir potansiyele sahiptir. OHAL sırasında kapatılan derneklerin yerine hemen yeni ağlar oluşturulmuş, dayanışma örüntüleri hızla devreye sokulabilmiştir. Bu durum, umut vericidir.
- Araştırma sonuçlarından hareketle, OHAL’in ve bunu izleyen Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin ataerkil yapıyı İslami bir temelde yeniden inşa ederken beden üzerinden işleyen iktidar ilişkilerinin içinde hareket ettiği, söylemini dönüştürülmüş bir bilgi/iktidar zemininde biçimlendirmeye giriştiği söylenebilir. Bu bir hegemonya mücadelesidir. Kadınlık/erkeklik, toplumsal cinsiyet rolleri, doğum/ölüm ve hayat, dinsel olana indirgenen bir gelenekle yeniden anlamlandırılmaktadır. Hegemonya mücadelesi içinde anlamı yeniden belirlenen “gelenek” ekseninde bir ortak duyunun inşa edilebilmesi için geliştirilen söylemsel stratejiler, “cinsiyet” ve “beden” üzerinden işlemektedir.
AĞ-DA hakkında
Sivil toplum örgütleri ile akademisyenlerin toplumsal cinsiyet eşitliği alanındaki bilgi birikimi, araştırma ve alan deneyimini paylaşmalarını kolaylaştıracak kanalları geliştirmek için kuruldu. Ayrıca, birlikte yürütülecek savunuculuk ve araştırma faaliyetlerinin çoğalmasına aracılık etmek amacıyla çalışıyor. Mevcut üyeleri 43 sivil toplum örgütü ve 84 akademisyenden oluşuyor.
Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.