AĞ-DA Proje Koordinatörü Prof. Dr. Ülkü Doğanay, akademisyenlerin KHK’larla görevlerinden ihraç edilmesinin, üniversitelerdeki toplumsal cinsiyet eşitliği alanının ciddi bir hasar görmesine neden olduğunu vurguluyor.

Sivil toplum örgütleri ile akademisyenlerin toplumsal cinsiyet eşitliği alanındaki bilgi birikimi, araştırma ve alan deneyimini paylaşmalarını kolaylaştıracak kanalları geliştirmek ve birlikte yürütülecek savunuculuk ve araştırma faaliyetlerinin çoğalmasına aracılık etmek amacıyla kurulan Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Dayanışma Ağı’nın (AĞ-DA) Proje Koordinatörü Prof. Dr. Ülkü Doğanay, akademisyenlerin KHK’larla ihraç edilmesinin üniversiter alandaki eşitlik mücadelesini ciddi şekilde sarstığı tespitinde bulunuyor.
Kendisi de Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden ihraç edilen Doğanay, “Akademisyenlerin KHK’larla ihraç edilmesi, toplumsal cinsiyet eşitliği alanının ciddi bir hasar görmesine neden oldu” şeklinde değerlendiriyor.
‘Üniversitelerin kadın örgütleri ile bağı koparılmak isteniyor’
AĞ-DA’yı Medyaport’a anlatan Doğanay’ın değerlendirmelerinden öne çıkan noktalar şöyle:
“AĞ-DA’nın fikir olarak ortaya çıkmasında özellikle OHAL döneminde üniversitelerde toplumsal cinsiyet eşitliği alanının ciddi bir hasar görmesi vardı. Yani bizler üniversite dışına atıldığımızda aramızda toplumsal cinsiyet eşitliği alanında çalışan çok fazla akademisyen de vardı. Ankara Üniversitesi’nden ihraç edilen akademisyenlerin önemli bir kısmı Kadın Çalışmaları Yüksek Lisans Programı’na da katkı sunan isimlerdi mesela. Yine doğrudan doğruya Kadın Çalışmaları Programı’nda görev almasa bile onunla kesişen alanlarda çalışan hocalar da vardı, mesela benim çalışma alanım “ayrımcılık” olduğu için ilişkiliydi. Üniversitelerin içinde şu an ciddi bir baskı var, tezler yapılamıyor, tezlere müdahale ediliyor, sivil toplum örgütleri kampüsün içine alınmıyor, özellikle de toplumsal cinsiyet alanında çalışan kadın örgütleri, LGBTİ+ örgütlerinin üniversitelerle bağı kopartılmaya çalışılıyor.
‘Güvenli bir alan yaratmak istedik’
OHAL öncesindeki dönemde programlara konuk olarak katılıyorlardı, hatta KAOS GL’den bir arkadaşımız Ankara Üniversitesi Kadın Çalışmaları Yüksek Lisans Programı’ndaki derslere katkı sunuyordu. Bütün bunlar hasar gördü, sahadaki aktivistlerle üniversitedeki akademisyenler arasındaki bağı da zedeledi. Öncesinde Kadın Çalışmaları Yüksek Lisans Programı’nın temel özelliklerinden biri öğrencilerin büyük bir kısmının, kadın hakları ya da LGBTİ+ hakları savunuculuğu yapan aktivistler ya da bu sivil toplum örgütlerinin üyeleri, çalışanları olmasıydı. OHAL ve sonrasındaki baskılar bu ilişkiyi sarstığı için biz “Bu bağı üniversitenin dışında tekrar kurabilir miyiz ya da üniversitelerde eksik bırakılan toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifinin üniversite dışında yeniden inşa edilmesine katkı sağlayabilir miyiz” diye yola çıktık. Sadece Ankara Dayanışma Akademisi değil, İzmir, Kocaeli, Eskişehir, Antalya ve İstanbul’dan 6 dayanışma akademisi ve benzeri oluşum ağımızın bir parçası. Bu dayanışma akademilerindeki meslektaşlarımız, arkadaşlarımız, hocalarımızla aynı şekilde özellikle bu alanda çalışma yapan isimlerin çalışmalarını sürdürebilecekleri “güvenli” bir alan yaratmak istedik.”
“Şu an 103 akademisyen üyemiz ve 48 sivil toplum örgütü üyemiz var. Bu örgütler kadın hakları ve LGBTİ+ hakları üzerine çalışan örgütler. Akademisyenlerin de bir kısmı üniversitelerde çalışmaya devam ediyor ama çoğu ihraç edilen akademisyenler, dayanışma akademilerinden isimler var, bunların tamamen dışında olan daha genç araştırmacılar var, doktora öğrencileri gibi. Bütün bunları bir araya getirmeyi ve birlikte bir güç birliği alanı oluşturmayı hedefledik ve birlikte iş yapabilme, savunuculuk yapabilme kapasitemizi geliştirmek istedik. Bunun için de ilk 2 yıl ağın kapasitesini geliştirmeye yönelik çalışmalara öncelik verdik.
‘İstanbul Sözleşmesi üzerine 8 çalışma grubu kurduk’
“İstanbul Sözleşmesi’nin tartışmaya açılmasının çalışma hayatını, ev içi şiddeti, gösteri ve protesto hakkını, eğitim kurumlarındaki ilişkileri nasıl etkilediğine dair hem atölye çalışmaları yapıldı hem de rapor yazıldı. Bu raporlar web sitemizde yayımlanmış durumda. Her atölyenin açılış konuşmaları da aynı şekilde AĞ-DA’nın YouTube hesabında erişime açıldı. Sadece bunları değil, ağ üyelerine yönelik olarak gerçekleştirdiğimiz 11 atölyenin içinden de çok sayıda açık ders niteliğinde video kaydına AĞ-DA’nın YouTube sayfasından ulaşmak mümkün. Toplumsal cinsiyet eşitliği alanındaki bilginin toplumsallaşması için bu tür açık erişimli içerikler oluşturmaya önem veriyoruz.
“İstanbul Sözleşmesi çalışmalarımız kapsamında tamamlanmak üzere olan iki raporumuz daha var; biri medya izleme raporu, medyadaki İstanbul Sözleşmesi tartışmalarının yarattığı söylemsel bağlamı ele alan ve burada neden bir sorun olduğunu tespit eden bir rapor. Bunu da kapsayan bir de final raporumuz var. Hem atölyelerde öne çıkan tespitleri ve önerileri derleyip toparlayan, hem medyayla ilgili raporun tespitlerini ele alan hem de bütün bunlardan yola çıkarak İstanbul Sözleşmesi’ni savunmak için kalıcı politika önerileri oluşturmayı dert edinen bir rapor. O da muhtemelen Şubat ayı başında yayımlanacak.
Akademisyen ihraçları, üniversitelerdeki cinsiyet eşitliği mücadelesini nasıl etkiledi?
“Pek çok üniversitede kadın çalışmaları birimlerinin, bölümlerinin adları değiştirildi. “Kadın ve Aile” yapılan var, “kadın” sözcüğü tamamen atılarak “Aile” yapılan var. Toplumsal cinsiyet eşitliği zaten YÖK’ün tutum belgesinden çıktıktan sonra üniversitelerden de çıktı. Oysaki çok önemliydi; çünkü üniversite yönetimlerine “toplumsal cinsiyet eşitliği alanında kendi öğrencisini ve personelini eğitmek, bu konuya dair dersler koymak, dersler koyamıyorsa ders içeriklerine yedirmek, taciz birimleri kurmak” gibi yükümlülükler veriyordu. Bunlar şimdi kağıt üzerinde var; üniversitelerin girdiği uluslararası taahhütler bunu zorunlu kılıyor ama işlemesi büyük hasar gördü. İsimlerinin değiştirilmesiyle beraber mesela birçok bölümün başında bu işe emek veren hocalar varken bunların da değiştirildiğini, görevden alındığını biliyoruz. Onun yerine pek çok yerde ilgisiz insanların, alanla ilgili çalışması olmayan kişilerin getirildiğini biliyoruz.
“Bunun dışında tezler çok zarar gördü. Artık bu alanda çalışılmasına izin verilmiyor, izin verildiğinde müdahale ediliyor, zaten üniversiteler içinde LGBTİ+ haklarının telaffuz edilmesi bile çok zor. LGBTİ+ haklarını savunmak kriminalize edildi. Boğaziçi Üniversitesi’nde de gördüğümüz gibi, öğrenci kulüpleri çok baskı görüyor.
Röportajın tamamına ulaşmak için tıklayın.