Kendisi de bir anne olan akademisyen Nora Tataryan soruyor: “Kadınlığı ve anneliğin özcü tanımlarına sıkıştırmayan, homofobik/transfobik olmayan ilişkisel bir anneliğin kapsayıcılığını hesaba katmak ve ona izin vermek imkansız mı?”

Nora Tataryan / 5 Harfliler
Anne olmadan önce, annelerin bebek sahibi olduktan sonra tüm varoluş şekillerini ve üretimlerini bu alana kaydırmalarını tuhaf bulurdum. Kendi biricik deneyimlerini evrenselleştirip yerli yersiz ebeveynlik tiratları atanlar, birdenbire çocuk kitabı yazmaya başlayanlar, Instagram’larını anne-bebek hesaplarına dönüştürenler ve niceleri bana hep Bergüzar Korel tarzı bir annelik halini çağrıştırır ve yüzüme haykırırlardı: “Ben artık anneyim, (A)nneyim! Dokunduğum her yeri anneliğe boyar ve ‘ben bir anne olarak…’ diye başlayan cümleler kurarım.”
Bu yaşıma kadar özümsediğim feminist anlatı her ne kadar çocuk bakımının kadınların omzuna görünmez emek anlamında bindirdiğindi ağır yükü incelikli bir şekilde kavramsallaştırsa da, anneliğin bir kadının tek kimliği haline gelmesinin tehlikelerinden de bahsedegelmişti. Çalışma hayatına son vermek zorunda kalan kadınlardan, istemediği halde toplumsal annelik kalıplarına sıkıştırılan özgür ruhlardan, arzularından hatta kendinden vazgeçmek zorunda kalan yorgun beş harflilerden biri olmayı kim isterdi? Ben de, anne olacağımı öğrendiğim andan itibaren bunun olmaması için kendimce önlemler aldım, anneliği tüm hayatım yapmamak için kafa patlatmaya koyuldum. Ne de olsa annelik benim var olma şekillerimden sadece bir tanesiydi ve çok kapsayıcı olmamalıydı: Çocuğuma yetecek fakat beni dünyanın geri kalanından alıkoymayacak bir denge bulmak pek tabii benim görevimdi (!)
Ebeveynlik sorumlulukların kadının üzerine zalimce yıkılması ve gündelik hayatta bu yükten hiç bahsedilmeyişi şüphe götürmez bir şekilde heteropatriyarkanın en başarılı projelerinden biri. Zira çocuk bakımına katılan babalar, harika yardımcılar olarak hayatlarını yıldızlı pekiyilerle sürdürmeye devam ederken, kendini önceleyen annelere hâlâ yetersizlik hissi eşlik ediyor. Fakat benzer bir baskıyı tersinden işletip -benim de yazının başında bahsettiğim şekilde- kadınların annelik deneyimlerini tüm dünyalarını kapsayacak bir şekilde yaşamalarına burun kıvırmak da annelere aynı ölçüde yüklenmek olmuyor mu? Kadınlığı ve anneliğin özcü tanımlarına sıkıştırmayan, homofobik/transfobik olmayan (tekrar merhaba Bergüzar Korel!) ilişkisel bir anneliğin kapsayıcılığını hesaba katmak ve ona izin vermek imkansız mı?
Yazının devamına buradan ulaşabilirsiniz.