9 Haziran’daki Avrupa Parlamentosu seçimlerine yedi haftadan az bir süre kalmışken, anketler sağ popülist ve aşırı sağcı partilerin oylarında önemli bir artış görülebileceğine işaret ediyor. Bu yükseliş, Avrupa’nın yerleşik siyasi gruplarına meydan okuyan, daha kutuplaşmış bir Avrupa Parlamentosu tehdidini de beraberinde getiriyor.

Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği içerisinde temsili demokrasinin temelini oluşturur. 1979’dan bu yana doğrudan halk tarafından seçilen tek kurum olan Avrupa Parlamentosu, Konsey ile birlikte ortak yasa koyucu olarak görev yapıyor. Bu da parlamentoya, Avrupa Komisyonu’ndan gelen yasa tekliflerini kabul etme ve değiştirme ve AB bütçesi hakkında karar verme konusunda önemli yetkiler veriyor.
Avrupa Parlamentosu’nun yetkilere giderek artarken, parlamento seçimlerine katılım 1979’dan 2014’e kadar sürekli bir düşüş gösterdi. Ancak 2019 seçimleri, özellikle genç seçmenlerin katılımıyla, seçmen katılımında önemli bir artışla bu eğilimi değiştirdi. 6-9 Haziran tarihleri arasında yapılacak seçimler ise, Avrupa vatandaşlarının Birliğin gelecekteki yoluna karar vermeleri için hayati bir fırsat sunuyor. Mevcut kamuoyu yoklamaları bu yıl katılımın 2 019’dakinden daha da yüksek olabileceğini gösteriyor.
Bu durum, AB’ye ilişkin daha olumlu algının yerleşmeye başlamasıyla paralellik gösteriyor. Eurobarometer anketi, AB’nin doğru yönde ilerlediğine inananların oranının son beş yılda yüzde 28’den yüzde 32’ye yükseldiğini ortaya koyuyor. Aynı dönemde, AB’nin ülkeleri üzerindeki olumlu etkisini ve Avrupa Parlamentosu’nun kritik rolünü kabul eden bireylerde de gözle görülür bir artış oldu ifade ediliyor.
Öte yandan seçimler, Ukrayna’da bir savaşın yaşandığı, iklimle ilgili acil durumların ortaya çıktığı, jeopolitik güç dengelerinin değiştiği ve AB’nin amacına ilişkin temel soruların sorulduğu bir dönemde yapılıyor.
AB’ye eleştirel yaklaşan partilerin önümüzdeki seçimlerde daha fazla destek alabileceğine dair kaygılar da mevcut. Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nin tahminlerine göre, siyasi yelpazenin her iki ucunda yer alan ve AB’ye eleştirel yaklaşan partiler, toplam meclisteki sandalye oranlarını %30’dan %37’ye çıkarabilir. Milliyetçi duygulardan ve AB’ye yönelik şüphecilikten beslenen bu hareketler, göç ve ekonomik eşitsizlik gibi konulara ilişkin toplumsal hoşnutsuzluğu gündeme getiriyor.
“Bu bir varoluş mücadelesi olacak”
İtalya, Fransa ve Polonya gibi ülkelerde popülist partiler önemli kazanımlar elde ederek göç meselesine ilişkin söylemi şekillendirdi.
Bu yükseliş, Avrupa’nın yerleşik siyasi gruplarına meydan okuyan, daha kutuplaşmış bir Avrupa Parlamentosu tehdidini de beraberinde getiriyor.
Belçika’nın eski başbakanlarından ve çeyrek yüzyılı aşkın bir süredir AB siyasetinin içinde yer alan liberal milletvekili Guy Verhofstadt, “Bu bir varoluş mücadelesi olacak” diyor. “Daha az Avrupa isteyenler ile gelecekte Avrupalıların çıkarlarını savunmak için daha bütünleşmiş bir Avrupa Birliği’ne ihtiyaç olduğuna inanan siyasi güçleri karşı karşıya getirecek” dedi.
Bu, son beş yıldır AB parlamentosunu Hıristiyan Demokratlarla birlikte yöneten geleneksel sosyalist, liberal ve yeşil hareketler ile Macaristan’da Viktor Orbán ve İtalya’da Georgia Meloni gibi liderlerin ön ayak olduğu radika milliyetçi sağın yükselen güç odakları anlamına geliyor.
“Zayıf bir Avrupa yok olmaya mahkumdur”
“Aşırı sağcı partiler açıkça Rusya’dan, Çin’den etkileniyor. Avrupa’yı gerçekten güçlendirmek istemiyorlar. Onlar zayıf bir Avrupa istiyor. Ve zayıf bir Avrupa yok olmaya mahkumdur” diyor Verhofstadt.
Anketlerin hepsi tek bir şeye işaret ediyor: Bu seçimlerde milliyetçi aşırı sağ ve popülist partiler güçlü kazanımlar elde edecek.
Temel konular söz konusu olduğunda, AB’deki mücadele, AB’nin önündeki küresel zorluklara karşı çözümü savunmada daha fazla ortak politika geliştirme olduğunda ısrar edenlerin ve her bir üye devletin, kendi ulusunun her zaman önce gelmesi gerektiğine inananlar arasında olacak.
AB’nin mevcut gidişatına karşı çıkanların yasama gücünü ele geçirmesi pek olası değil ancak Hıristiyan Demokratlar ve Sosyalistlerin ardından üçüncü sıraya yükselmeleri büyük bir etki yaratacak. Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nin tahminleri tutarsa, “Bu ‘keskin sağa dönüşün’ Avrupa düzeyindeki politikalar için önemli sonuçları olması muhtemel. Özellikle de iklim değişikliği ve çevre konularında.”
AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen halihazırda bazı iklim kurallarını yumuşattı ve yasama organındaki en büyük parti olan merkez sağ Hıristiyan Demokrat Avrupa Halk Partisi, iklim politikasının yanı sıra göç konusunda da sağa kaydı.
Yeşil Anlaşma’nın etkisini yitirmesiyle birlikte AB, jeopolitik krizlerin ötesinde kendi yarattığı krizlerden biriyle de karşı karşıya kalacak.
Kaynak: RFI, Euronews, ABC News