Armağan Çağlayan’ın YouTube yayınına katılan Prof. Dr. Üstün Dökmen’in “Başörtülü psikolog, başörtülü psikiyatrist, başörtülü PDR uzmanı olması meslek etiğine aykırıdır. Nötr olamazlar” sözleri medyada yeniden yankı buldu. Peki başörtülü terapistler bu konuda ne düşünüyor?
Daha önce de benzer görüşleri dile getiren Dökmen’e cevaben üç yıl önce Reçel Blog’da ‘başörtülü terapist’ rumuzuyla yayınlanan yazıda yazar şu soruyu gündeme getiriyor: “Terapistler kendilerini farklı alanlarda ifşa ettiklerinde bu terapi ilişkisine engel olan bir şey olmazken, başörtü neden bir engel olarak görülüyor?”

Başörtülü Terapist / Reçel Blog (2019)
Önce kendi hikayemden bahsetmek istiyorum biraz. Lise yıllarımda başladı psikoterapist olma hayalim… Düşün düşün, başka bir mesleğe ait hissedemedim kendimi. Ailem benim için farklı meslekleri düşündüler. Sayısaldı alanım ve alanımı değiştirdim arzuladığım bölümü okumak, istediğim mesleği yapabilmek için. Sonunda ise çok istediğim psikoloji bölümünü ve istediğim okulda kazandım. Ancak bu yolun uzun olduğunu biliyordum. Sadece lisans eğitimi almam yetmeyecekti, bir de üstüne bir klinik psikoloji programında yüksek lisansı yapmam, bir yandan da dışarıdan çeşitli eğitimler almam, kendimi sürekli geliştirmem gerekiyordu psikoterapist olabilmek için.
Benim üniversiteye başladığım sene, başörtünün üniversitelerde serbest bırakıldığı seneydi ve kendim olarak, olduğum gibi üniversiteye gidebileceğim için çok heyecanlıydım. Üniversite sınavına başörtülü girmiştim. Bunlar mucizeydi o dönem için. Lisansa başladığım zaman öğrendim ki klinik psikoloji yüksek lisans programları başörtülü öğrenci almıyorlardı. “Başörtülü terapist olamazsın” dediler bana, bunun ‘objektifliği’ ve ‘nötrlüğü’ bozduğu gerekçesiyle… Çok öfkeliydim onlara. Okullardaki başörtü yasağı kalkmıştı ama, yine de hayalimdeki mesleği yapmamın önünde engeller vardı. Psikoloji mezunu olabilirsin, ama klinik psikolog olamazsın diyorlardı bu kez de. Olduğum halimle kabul görmek neden bu kadar zordu anlayamıyordum. Bütün lisans hayatım boyunca mezun olup yüksek lisansa kabul edilme hayalleri kurdum. Bunun için ortalamamı yüksek tutmaya çabaladım. Eğer ortalamam yüksek olursa, başarılı olursam, belki başörtüme takılmazlar diye düşündüm. Lisans eğitimime devam ederken İstanbul’da bir üniversitenin klinik psikoloji yüksek lisans programına başörtülü bir öğrenciyi kabul ettiklerinin haberini aldım. Sanki değişim başlamıştı ve bu beni daha da umutlandırıyordu. Ama benim istediğim üniversite farklıydı ve o program hala başörtülü öğrenci kabul etmemişti. Yine bir yerlerde “Başörtülü terapist olamazsın” seslerini duyuyordum. Ama içimde bir umutla devam ettim çalışmaya. Ben istediğim o üniversiteye giremeyeceğimden o kadar emindim ki, bir ara başvurmamayı bile düşündüm. Ancak yakınlarımın desteği ile başvurdum ve en sonunda programa kabul aldığımın haberini aldım. Listede kendimi görünce önce inanamadım. İstediğim şey olmuştu! Hatta istediğim şeyden de öte, alışılmışın dışında programda şimdiye dek okuyan tek başörtülü kadın ben olacaktım. Şimdi ise mezun olmama çok az bir vakit kaldı ve mesleğimi hakkıyla yapabilmek, iyi bir psikoterapist olabilmek için yıllardır emek veriyorum.
Yakın zamanda oldukça gündemde olan nötrlük ve başörtü meselesine gelirsek, öncelikle nötrlüğün bir tanımını yapmak iyi olacaktır. Psikoterapi sürecinde bazı ekollere göre terapistin mümkün olduğu kadar nötr olması gerekir. Fakat bu her terapi ekolü için şart değildir. Benim eğitimini aldığım ve benimsediğim ekol de mümkün olduğu kadar terapistin nötr olması gerektiğini söyleyenlerden. Bu demektir ki; terapist kişisel bilgilerini danışanı ile paylaşmamalıdır. Bunun içerisine dini inancı, siyasi görüşü, ilişkileri, medeni durumu, nelerden hoşlanıp hoşlanmadığı, nasıl bir insan olduğu gibi aklınıza gelebilecek birçok şey dahil edilebilir. Terapistin nötr olması önemlidir, ki danışan kendisini terapistine rahatça açabilsin ve terapi ilişkisinde aktarım gelişebilsin. Ancak tahmin edersiniz ki, karakterine dair özellikleri birçok yanıyla kolaylıkla dışa vurabilen insan için, yüzde yüz bir nötrlük mümkün değildir. İnsan kendisini her an ifşa eden bir varlık. Seçtiği kelimeler, bakışları, giydiği kıyafetlerin rengi, tercih ettiği aksesuarlar hatta medeni durumunu belli eden alyansı, odasının dekorasyonu gibi birçok detay terapistin kendine dair bir şeyler söyler. Bunların yanında, doğal bir sürecin parçası olarak; danışanın terapiste dair fikirleri ve varsayımları muhakkak olacaktır. Hatta buna bile gerek olmadan kimi terapistler terapi odası dışında da kendi arzuları ile görünürdürler; yazılar yazarlar, konuşmalar yaparlar, siyasi fikirlerini ortaya koyarlar, sosyal medya hesaplarında kendilerine dair paylaşımlar yaparlar ve danışanlarının bunlara erişme imkanı vardır. Bütün bunlar onların iyi birer terapist olmalarına engel değildir. İyi bir terapist olmanın birçok gerekliliği vardır elbette. İyi bir terapist olmanın bir koşulu da, aynı zamanda danışanın terapistine dair bildiklerinin ve fikirlerinin danışanın dünyasında ne anlama geldiğini ve ona ne hissettirdiğini konuşabilmek demektir. Ve bir yanıyla da terapinin kendisi budur zaten. Hatta çoğu zaman bunlar terapi ilişkisini zenginleştirir, derinleştirir ve çalışılacak başka kapılar açar. Bunların yanında terapistin otantikliği, yani gerçekten olduğu insan olarak odada bulunması/bulunabilmesi de iyi bir terapist olmanın en önemli parçalarındandır. Odada gerçekte olmadığı gibi var olan ve insanların kendilerine ait hayatlara sahip olmaları yolunda onlara eşlik eden bir terapisti hayal bile edemiyorum!
Asıl soru şu sanırım: Terapistler kendilerini farklı alanlarda ifşa ettiklerinde bu terapi ilişkisine engel olan bir şey olmazken, başörtü neden bir engel olarak görülüyor? Üstün Dökmen nötrlüğü sadece dini ve milli değerlerle kısıtlamış ve hiçbir dini ve milli değerin terapi odasına sokulmaması gerektiğini, bu yüzden de başörtülü insanların terapi yapacaksa eğer başlarını terapi odasında açmaları gerektiğini ifade etmiş. “Başörtülü terapist olamazsın” seslerini tekrar duyuyorum meslek hayatımda. Nötrlük yukarıda anlattığım gibi bunlarla kısıtlı bir şey değil ve aslında medyatik olan ve kendini sürekli ifşa eden terapistlerden biri olarak bahsi geçen kişinin ‘nötr’ bir terapist olduğunu söylemek oldukça güç. Meseleyi onun dediği şekilde ele alırsak; nötrlüğünü nasıl koruduğunu anlattığı sosyal medya paylaşımlarında kendisinin ve ailesinin milli ve dini değerlerine dair birçok bilgi vermiş. Bu tezatlığı anlamakta gerçekten güçlük çekiyorum. Yine konuyla bağlantılı olarak ülkemizde farklı etnik kökenden ve farklı dine mensup birçok insan yaşıyor. Türk, Kürt, Ermeni, Yahudi ve birçoğu daha. Bazıları ise sahip olduğu etnik kökeni belli eden isimlere, soyisimlere sahipler. Aralarında da çok iyi psikoterapistler var. Üstün Dökmen herhalde onların da dini ve milli değerleri terapi odasına sokmamak adına, terapi odasında kimliklerini belli etmeyen isimler kullanarak, asıl isimlerini gizlemeleri gerektiğini söyleyecektir.
Yazının devamına buradan ulaşabilirsiniz.