Gülseren Onanç
Derin bir travma yaşıyoruz. Günlerdir devam eden orman yangınlarını izlemek bizde ortak bir öfke ve çaresizlik duygusu uyandırdı. “Ormanlar yanarken ve canlılar ölürken evimizde hiçbir şey yapamaz halde buna seyirci kalmak hem travmamızı daha şiddetli hale getiriyor hem de hepimizde bir gelecek korkusu yaşatıyor. Doğduğumuz, büyüdüğümüz, yaşadığımız yerler elimizden gidiyor. Çoğu zaman koca bir toplum içinde bir birey olarak yapabileceğimiz etkinin hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini düşünebiliyor ve bu düşüncenin sonucunda bir nevi yas sürecine girebiliyoruz” diyor doktor Gizem Sürenkök.
Ağaçlar, hayvanlar, köyler, evler, tarlalar yok olurken, kendi olanakları ile yangını söndürmeye çalışanlar yanlarında yetkin, bilgili, etkili bir devlet bulamadılar.
İtibardan tasarruf etmeyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kendi filosunda 13 uçak varken, Türkiye’nin işlevsel yangın söndürme uçakları olmadığını ve Ukrayna ve Rusya’nın yanı sıra Avrupa Birliği’nden gelen yardım tekliflerini kabul etmek zorunda kaldığını söylemesi öfke ve hayal kırıklığını arttırdı. Gazeteci Aslı Aydıntaşbaş Washington Post gazetesinde yayınlanan makalesinde Türkiye’deki orman yangınlarını yıkıcı bir ihmal ve başarısızlık hikayesi olarak tanımlıyor.
Başarısızlık sadece son on günlük yangın ile mücadele edememekle sınırlı değil. Türkiye, İran, Eritre ve Libya ile birlikte Paris İklim Anlaşması’nı onaylamayan altı ülkeden biri. Karbon emisyonlarını azaltma taahhüdünde bulunmak yerine, 2018 yılına kadar küresel payını artırdı. AK Parti iktidarı hala kömür madenciliğini destekliyor. Orman arazilerini ve doğal ekosistemleri yok etmek pahasına kıyı bölgelerinde inşaatları pervasızca teşvik ediyor. Uzun süredir yürürlükte olan orman arazilerinde imarı yasaklayan yasayı bazı bölgelerde imara izin verecek şekilde değiştirdi
İklim değişikliği ile topyekûn mücadele gerekli
İstanbul Politikalar Merkezi İklim Değişikliği Koordinatörü Dr. Ümit Şahin, orman yangınlarına karşı tek çarenin iklim değişikliği ile mücadele etmek olduğunu söylüyor. İklim değişikliğini durdurmak, bununla mücadele etmek imkansız olmadığını, Dünya’nın iklim değişikliğiyle mücadelede ileri bir aşamaya geldiğini zira fosil yakıtları tamamen bırakmak için her türlü teknoloji ve paranın elimizde var olduğunu, bu nedenle bunu yapmamanın sadece siyasi bir karar olduğunu söylüyor. “Ekonomi politikalarını değiştirmek gerek, doğayla pazarlık edemezsiniz. Fizik yasalarıyla pazarlık edemezsiniz” diye uyarıyor.
Genç iklim aktivisti Greta Thurberg’in yıllardır söylediği gibi “evimiz yanıyor” ve artık çok acil adımlar atılması gerekli.
Neoliberal ekonomik sistemde insan eliyle hazırlanan iklim krizi gerçeğini kabul etmek ve sistemi değiştirmek üzere harekete geçmek zamanıdır. İstanbul Tabip Odasından Doktor Demet Parlar, “insanlık tarihinde bir kırılma noktasındayız” diyor. Böyle dönemlerde “nereye gidiyoruz?” sorusunu sormak gerektiğini söylüyor.
İnsan nedir? Doğa ile bağlantımız ve ilişkimiz nedir?
Demet Parlar, “Dünyadaki yerimiz nedir?” “Ne olacağı belirsiz gelecek karşısında günümüz dünyasında nerede durmalıyız?” sorularına cevap aradığı makalesinde “Aslında küresel ölçekte son 20 yıldır giderek yaygınlaşan bir deyişle “Antroposen/İnsan Çağı” olarak tanımlanan bir dönemde yaşıyoruz. Gezegenimizde insan olmayan canlı, cansız tüm varlıkları insanın hizmetine sokan monoteist dinlerin doğayla aramızda açtığı uçurum 17. yüzyıl sonrasında insan olmayan canlıları makine veya otomat olarak düşünen Kartezyen yaklaşımın yaygınlaşmasıyla derinleşti ve genişledi. Kâr odaklı endüstrileşme, doğayla aramızdaki bağları unutmamıza ve doğaya yabancılaşmamıza neden oldu. Doğayı insanlığın ve kültürün gelişmesi için aşılması gereken bir aşama olarak görme anlayışı yerleşti.
Antroposen 1970’lerde Ozon tabakasının delinmesiyle ilk semptomlarını göstermeye başladı. Özellikle son 10 yılda koronavirüs pandemisine kadar Dünya Sağlık Örgütü’nün altı kez acil durum ilan etmesine neden olan salgınlar, Avustralya’da bir milyardan fazla canlının ve milyonlarca hektar ormanın yok olmasına yol açan yangınlar, büyük sel felaketleri, Amazon ormanlarının savanlaşmaya, okyanus sularının asitleşmeye başlaması, buzulların erimesi gibi daha ağır semptomlarla geri dönülmez bir yola doğru hızla ilerlemekte olduğumuzun işaretleri bir başka deyişle gezegenimizin “İmdat” çağrıları…” diyor ve soruyor:
“Acaba insanın ne olduğunu , doğayla bağlantılarımız ve ilişkilerimiz üzerinden yeniden tanımlama zamanı gelmedi mi?”
Hepimiz sorumluyuz!
Marmaris’teki orman yangınlarına ve söndürme çalışmalarına tanık olan Damla Özlüer’in kişisel iç hesaplaşması çok anlamlı:“Biz yaktık tabii. Sen, ben, hepimiz. Bu yangının bu kıvılcımını çakmadık belki ama aldığımız her fazladan giysiyle, yurttaşlığı tanımlamayıp üstlenmediğimiz sorumluluklarımızla. Şirketlerin talanına verdiğimiz izinle, sormadığımız hesaplar, çıkmadığımız sokaklarla.”
Kadınlar iklim krizine karşı daha duyarlı
Her ne kadar kadınlar kendi iç hesaplaşmalarını daha acımasız yapsa da, araştırmalar, kadınların erkeklere göre yaşadığı çevreye daha duyarlı olduğunu ve çevre bilinci açısından bir cinsiyet uçurumu olduğunu gösteriyor.
Yapılan güncel bir araştırmaya göre, kadınlar erkeklerden daha çevreci davranışlar sergileme eğiliminde. Uzun süredir sürdürülebilirlik ve toplumsal cinsiyet ilişkisini mercek altına alan uzmanlara göre kadınlar iklim krizi konusunda daha bilinçli, çevre dostu düzenlemeleri daha fazla destekliyor ve buzulların erimesi, denizlerin yükselmesi gibi felaketlerin bilimsel arka planına daha hakim.
Bunun yanında, kadınlar iklim değişikliğinin gelecek nesiller üzerindeki etkisine yönelik endişelerini daha çok dile getiriyor. Araştırmacılara göre, çevrecilik kadınlar ve erkekler tarafından daha ‘kadınsı’ bir davranış olarak görülüyor.
Yerli kadınların bilgeliği
Pit River Nation yerli kabileleri çok eski zamanlardan beri Kuzey California’daki Medicine Lake’e her yıl Temmuz ayında hac ziyareti yapıyor. Ancak iklim değişikliğinden kaynaklanan orman yangınları ve kuraklık yüzünden bu yıl bu ritüeli gerçekleştiremediler. Siletz Kızılderilileri Konfedere Kabilelerinin üyesi, Oregon İklim Değişikliği Araştırma Enstitüsü’nde araştırma görevlisi Samantha Chisholm Hatfield, “Toprak temelli insanlar olduğumuz için bizim anavatanımız gerçekten bağlı olduğumuz ve kök saldığımız yer” diyor.
Çevre aktivisti Hande Aydın’ın toplumsal cinsiyet eşitliği ve çevre konularını aynı ve tek bir konu olarak, toplumun ekonomik ve politik gündemine birlikte dahil edilmesi gerekliliği söylüyor.
İçine girdiğimiz travmadan kurtulmanın tek yolu aktif vatandaşlar olarak bilinçli ve örgütlü bir mücadele yolu bulmak olacak.
Ekonomist iklim aktivisti Jeffrey Sachs’ın dediği gibi “Farklı Bir Sisteme İhtiyacımız Var”
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ndeki insan onuru ve ekonomik haklar ilkelerine dayalı Birleşmiş Milletler’in temel ve merkezi bir kurum olarak işlevsel olduğu bir dünya düzeni için çalışmalıyız. İklim değişikliğini durdurmak için mücadele etmeliyiz.
Dünyamıza ve gelecek nesillere karşı sorumluluğumuz var.
Bize öfke, endişe, korku değil umut ve mücadele yakışır!
1 Yorum
Aferin Gülseren