Gülseren Onanç
Annemin elini tutup Adalar vapuruna bindiğimde beş yaşındaydım. Uçsuz bucaksız bir denizin ortasında endişe ve korkuyla karışık şaşkınlık ve hayranlık duyduğumu dün gibi hatırlıyorum. Bir yıl önce Mardin’den İstanbul’a büyük ailemiz ile birlikte göç etmiştik. Hiç Türkçe konuşamayan babaannem, annem, babam, üç ağabeyim ve ben 1969’da İstanbul’a geldiğimizde nüfus 3 milyon civarındaydı. Türkiye’nin toplam nüfusu 35 milyon, şehirde yaşayanların oranı %38’di.
İstanbul’a hayran olan, kendine, ailesine ve çocuklarına İstanbul’da bir gelecek kurmak isteyen babamdı. Babam kadim kültürün şehri Mardin’in kendine özgü çok dilli, çok dinli kozmopolit yaşamında yetişmiş, Ortadoğu’nun Paris’i Beyrut’u, Şam’ı görmüş ama askerliğini yaptığı İstanbul’a ve sosyal yaşamına hayran kalmıştı. Bir mesleki eğitimi olmayan babam seri bir girişimci olarak İstanbul’da ekonomik olarak tutunabileceğine inandı ve marketçilik, kuyumculuk, deri ihracatı gibi işler yaparak İstanbul’a tutunabildi, ailesini ve çocuklarını yetiştirebildi.
Çekingen olanlar, büyük şehirden korkanlar ailemizin kadınlarıydı. Babaannem ve annem doğdukları toprakların, özgürce dolaştıkları mahallenin huzuru içinde yaşamak istiyorlardı. İstanbul onlar için yabancıydı. Okuma yazması olmayan, Arapçadan başka bir dilde kendini ifade edemeyen babaannemin kendi dilinde konuşacak insan arayışını, Aksaray’daki evimizden Avcılar’da oturan kardeşine gidişlerimizi nasıl dört gözle beklediğini hatırlayınca içim burkulur.
Annem apartmandaki diğer komşularımızı geldikleri şehirlere göre tarif ederdi. Denizlili Ayşe hanımlar, Malatyalı Sultan hanımlar diye söz ederdi onlardan. Sonuçta hepimiz kendi şehirlerimizi bırakıp İstanbul’a göç edenlerdik. İstanbul’da tutunabilmek için dayanışma önemliydi. Artık nerden geldiğimizden çok birlikte geleceğimizi kuracağımız obu şehirde nasıl yaşayacağımız önemliydi.
Gazeteci-yazar Emine Uçak Erdoğan ile yeni çıkan kitabı İstanbul’daki Suriyeliler: Gündelik Hayat ve Mekân üzerine yaptığımız röportajı okuyunca benim de bir memleket içinde göç eden ailem ve yaşadıklarımız geldi aklıma. Geçtiğimiz yıllarda Suriyeli kadınlarla ilgili yapılan araştırmada Mardin hariç hiçbir şehirde yereldeki halkla bir kabul pratiği yaşamadıklarını dile getiriyorlardı. Mardin’in çok kültürlü mozaiğinde herkes kendine bir yer bulabiliyorken, Türkiye’nin diğer şehirlerinde bariz bir göçmen karşıtlığı var.
“Son zamanlarda yükselen mülteci karşıtı dalganın sonucunda Altındağ’da linç saldırılarına varması endişe verici. Gündelik hayatta Suriyelilere yönelik nefret ve ayrımcı pratikler cezasız kalıyor çoğu zaman. Buraya geldiklerinden beri sokakta ayrımcılıkla, saldırıyla karşılaşmamak için başörtülerini Türkiyeli kadınlar gibi bağlamak, onlar gibi giyinmek gibi taktiklere başvurduklarını biliyoruz” diyor Emine Uçak Erdoğan
Taliban tehdidi ve bölgede yaşadıkları birçok tehlikeyi arkalarında bırakarak yeni bir yaşam kurma hayaliyle Türkiye’ye göçen Afgan kadınlar, burada da ayrımcılık, zorlu çalışma koşulları ve işsizlikle ile mücadele ediyor.
Mahdiyeh Afgan genç bir tekstil işçisi. “Aileme destek vermek için çalışmak zorundayım. Çok uzun saatler, yerli işçilerden katbekat daha fazla çalışarak yarım maaş alıyorum. Birçok ayrımcılığa, ırkçı söylemlerle maruz kalıyorum. Hayat zor geçiyor. Sürekli suçlanıyoruz ama nedenini bilmiyorum, buradaki kuralları hiç ihlal etmiyoruz, tek ihlal ettiğimiz kural çalışmak o da mecburuz yoksa ölmemiz lazım. Kimsenin hakkını yemiyoruz ve halka çok fazla saygı göstermeye çalışıyoruz ama suçlanıyoruz” diye feryat ediyor.
Zohra da ailesiyle 1 aydır Türkiye’de. “Taliban birçok aile üyemi benden aldı. Zar zor canımızı kurtardık. Türkiyeli kardeşlerimiz bize niye öfkeli bilmiyorum ama gerçekten çok zor durumdayız çok mecbur kaldık gelmeye” diyor.
Doğdukları toprakları, evlerini bırakarak kendilerine daha iyi bir geleceği Türkiye’de kurmak isteyen Suriyeli göçmenlere karşı yapılan linç girişimine karşı çıkıyoruz. Taliban zulmünden kaçıp canını kurtarmaya çalışan Afgan göçmenlere karşı yapılan her türlü ayrımcılığı reddediyoruz.
Ama bu yetmez, Suriyeli kadınların SES’lerini duymak, sorunlarını anlamak zorundayız.
Emine Uçak’ın dediği gibi Suriyeli kadınların yanlarında olduğumuzu bilmelerine ihtiyaçları var.
Hepimiz doğduğumuz topraklardan farklı bir coğrafyada yaşıyoruz. Annemin ve babaannemin İstanbul’da karşılaştığı zorlukları nasıl diğer şehirlerden gelen kadınlar ile dayanışma içinde yendiklerini düşündüğümde tek ihtiyacımız olan şeyin Afgan ve Suriyeli kadınlar ile dayanışma olduğunu düşünüyorum.
Sonuçta hepimiz göçmeniz!