
Gülseren Onanç
Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bir yıldır süren savaşın kazananı yok, kaybedeni ise çok. 300 bin üzerinde kişi öldü veya yaralandı. Wall Street Journal bugünkü makalesinde bu savaşın Dünyayı nasıl değiştirdiğini aşağıdaki sekiz başlıkta özetlemiş:
- Batı bir araya geldi
- Savaş araçları ve yöntemleri değişti
- Amerika’nın Dünya’da etkisi yeniden canlandı
- Amerikan savaş endüstrisi güçlenmeye başladı
- Rusya ve Çin daha da yakınlaştı
- Global enerji akımları değişti
- Rusya Dünya finansal sisteminin dışında kaldı
- Enflasyon global olarak yükseldi
Bu başlıklar bile bir yıldır süren bu savaşın dünyanın dengesini nasıl değiştirdiğini ve nasıl tehlikeli bir yere evrildiğini gösteriyor.
Kazananı olmayan savaş çılgınlığını durdurmak gerek
Geçen hafta yapılan Münih Güvenlik Konferansı’nın sonuçlarını Guardian’a değerlendiren Almanya Parlamentosu üyesi Sevim Dağdelen gelinen noktayı şöyle değerlendiriyor: “ABD’li general ve genelkurmay başkanı Mark Milley’e göre bu savaşın kazananı şu anda yok. Bu, çatışmayı dondurmak için bir fırsat olarak kullanılmalı. Artık batılı hükümetler üzerinde askeri tırmanış mantığından uzaklaşıp diplomasiye yönelmeleri için büyük bir toplumsal baskı olması gerekiyor. Batı, bu savaşın tırmandırılmasında büyük bir sorumluluk taşıyor. Bu çılgınlığı durdurmak için önkoşulsuz acil bir ateşkese ihtiyacımız var. Daha fazla beklememeliyiz. Müzakereler başlamalı ve Avrupa’daki ve küresel güneydeki nüfusları etkileyen anlamsız ekonomik savaş durdurulmalıdır.”
Öte tarafta Münih Konferansı sırasında Christian Amampour’un yönettiği panelde NATO üyesi olmak üzere başvuran iki ülkeden biri olan Finlandiya’nın, dünyanın en genç ve kadın siyasilere rol model olacağını savunduğumuz başbakanı Sanna Marin, “Eğer Ukrayna Rusya’ya karşı kazanmaz ise otoriter rejimler uluslararası düzeni tehdit etmeye devam edecek” diyerek, Ukrayna’nın bu savaşı kazanması gerektiğini savundu. AB Komisyon başkanı Ursula Von Der Leyen de verilen savaşın değerler savaşı olduğunu ve bu savaşın kazanılması gerektiğini söylüyor.
Bütün dünyayı ama özellikle yoksul Güney yarımküreyi etkileyen yanı başımızdaki savaş daha bir süre devam edecek gibi görünüyor.
***
Türkiye’deki deprem felaketinin üstünden 19 gün geçti. Yaralarımız hala kanıyor. Hayatını kaybedenlerin sayısı resmi olarak 43 bini aştı. Hala göçük altında çıkarılmayı bekleyen ölüler var. Depremzedelerin çadır ve konteynır ihtiyaçları henüz tümüyle karşılanamadı.
Çocuklarını kurtarmak için hayatını veren kadınlar
Mahalle Afet Gönüllüleri ile birlikte İstanbul’dan Antep İslahiye’ye giden gönüllülerden Tuğçe Özçelik enkazın altında kalmanın sınıfsal olduğu kadar patriyarkal olduğunu söylüyor. Depremde hayatını kaybeden Tuğba’nın hikayesini anlatıyor. Deprem olduğunda Tuğba’nın kocası çıkıyor. Tuğba çocuk odasında koşuyor. İki tane çocuğunu camdan atıyor dışarı, hayatta kalsınlar diye. Kendini korumaya bile vakti kalmadan binanın yıkıntılarının altında kalıyor.
Hükümet kadın örgütleri ve sivil toplumun yardımlarının önünü kesiyor
Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler kriz yönetiminin kendisinin bir krize dönüştüğünü söylüyor. Hükümetin bu süreçte bağımsız kadın örgütleri başta olmak üzere sivil toplumun ayni ve nakdi yardımlarının önü kesmeye çalışırken toplumsal cinsiyet karşıtı iktidara yakın bazı grupların bölgede afet koordinasyonunda aktif olarak yer aldığının da altını çiziyor. Hükümetten afetten etkilenen kadınların ve çocukların toplumsal cinsiyet temelli şiddet nedeniyle tekrar travma yaşamaması için psiko-sosyal ve ekonomik desteklere erişebilmeleri için gerekli mekanizmaları kurulmasını talep ediyor.
Hükümet ulusal ve uluslararası mahkemelerde yargılanabilir
BM Kadına Şiddet eski Özel Raportörü Prof. Dr. Yakın Ertürk, insanları doğal afetlerin etkilerinden korumak veya en azından afetlerin zararlarını en aza indirmek konusunda isteksiz, yetersiz ve ihmalkâr olan siyasi irade için ulusal ve uluslararası mahkemelerde yargılanma yolunun açıldığını söylüyor.
“Biz” ve “bizim karşımızdakiler“ yerine “hepimiz olmak”
Cumhuriyetimizin 100. yılında komşularımızda savaş, ülkemizde büyük bir yıkım var. Ama ne dünyada ne de memlekette siyasi karar mekanizmalarında aradığımız diplomasi yaklaşımını, barışı ve uzlaşıyı bulamıyoruz. Her şey tek tarafın kazanması üzerine odaklanmış durumda. Oysa bir tarafın kazanması diğer tarafın kaybetmesine neden olduğu durumda bu kazanımın barışçıl ve sürdürülebilir olmadığını biliyoruz. Ukrayna ve Rusya savaşında bir tarafın en azından kısa dönemde kazanamayacağını biliyoruz. Dünyada birkaç şirket ve devlet dışında herkes kaybedecek. Memlekette de iktidarın kazanmayacağını biliyoruz. Ama kutuplaştırıcı ve dışlayıcı uygulamaları ile hepimiz kaybediyoruz. “Biz” ve “bizim karşımızdakiler” kafasının ağır bir bedeli var ve bunu kadınlar başta olmak üzere hepimiz ödüyoruz. Bu sarmaldan bir an önce çıkmak ve bunun yerine “hepimiz olmak” kafasını örgütlememiz gerektiğine inanıyorum.
Duygu Asena Ödülü almanın onuru ve sorumluluğu
SES Eşitlik ve Dayanışma Derneği olarak bu hafta başında güzel bir haber aldık. Türkiye’de kadın hareketinin öncülerinden gazeteci-yazar Duygu Asena anısına 2007 yılından bu yana verilen PEN Duygu Asena Ödülü bu yıl Pınar Selek, Haluk Levent ve bana verilecek.
PEN açıklamasında “Cumhuriyet’in 100. yıldönümünde olağanüstü bir süreçten geçmekteyiz. Bugüne dek yaşanmamış acılarla boğuşuyoruz. Parlamenter rejimin yerini alan otoriter tek şahıs rejimi, bu olağanüstü ve acılı süreci “kader planı” diye nitelese de, biz inanıyoruz ki, sevgili Duygu Asena bugün hayatta olsaydı, kesinlikle buna karşı çıkar; elinde kalemi, yüreğinde insan sevgisi ve toplumsal adalet; vicdan sahibi her insan gibi yardıma koşardı. Bugünün koşullarında, onun adına verdiğimiz 2023 Duygu Asena Ödülü’nü bu yıl daha geniş bir çerçeveye yerleştirme ve üç kuruluşu temsil eden üç insana verme kararı aldık” diye açıklamış bu yılki seçim kriterlerini.
Benim ödüle neden hak kazandığımı şöyle açıklamış “Kurucusu olduğu SES Eşitlik ve Dayanışma Derneği ve derneğin yayın organı olan SES Eşitlik, Adalet, Kadın Platformu ile kadına ilişkin her konuyu kamuoyuna yaydı. O ve ekibi Türkiye’de ve dünyada 2022 yılında da ataerkil düzene karşı, kadına yönelik şiddet ve baskıya karşı kadınların direnişinin, cesaretinin SES’i oldu. Feminist perspektiften yaptığı dünya okumasıyla direnen, sorgulayan farklı bir sistemin mümkün olabileceğini müjdeleyen kadınlar için umut oldu”
2018’den beri SES Eşitlik, Adalet, Kadın Platformu’nda tam da yapmak istediklerimizin PEN tarafından anlaşılıyor olması bize büyük bir gurur verdi. Platformumuzun Türkçe ve İngilizce içeriklerini hazırlayan başta editörümüz Eda Doğançay olmak üzere çalışma arkadaşlarımın tümüne teşekkür ediyorum.
Bana gelince, bir ödül alacaksam o da Duygu Asena ödülü olsun isterdim. Duygu Asena beni kadın kimliğim ile tanıştıran kadınlardan biriydi. Ben onun aşk peşinde koşan romantik tarafına, aşkı kutsayan ve aşk için her şeyi göze alan cesaretine hayrandım. “Aslında Aşk Yok” kitabını yazdığında hala aşkı arayan 20’li yaşlarımın başında bir kadın olarak birazcık hüzünlendiğimi hatırlıyorum. Duygu Asena bu dünyadan çok erken göç etti. Onu ne yazık ki tanıma ayrıcalığına erişemedim. Onu tanımayı ve onun feminist yaşamına bir arkadaş olarak tanıklık etmeyi çok isterdim. Onun benim duygu ve düşüncelerimi çok olgunlaştıracağını düşünüyorum.
Duygu Asena ödülünü SES Eşitlik ve Dayanışma derneği nezdinde bana layık gören PEN Türkiye’ye ve onun başkanı Zeynep Oral’a teşekkür ediyorum. Bu ödül bize sorumluluk yüklüyor. Bu güne kadar yaptığımız yayıncılığı geliştirmek ve yaygınlaştırmak üzere çalışamaya devam edeceğiz.
Hepimiz olacağımız geleceği inşa etmek
Biz ve bizim karşımızdakiler yerine hepimiz olacağımız bir geleceği inşa etmek üzere çalışacağız.