Gülseren Onanç
Sonunda 1 Temmuz geldi çattı ve Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nden resmen çıkmış oldu. Kadın hareketi 1 Nisan’dan beri, sıra dışı ve radikal bir kararla alınan, uluslararası sözleşmeden çekilme kararının geri alınması yönünde yapılabilecek her şeyi yaptı. AK Parti’ye yakın kadın kuruluşlarının ve siyasetçilerinin de itirazına rağmen Cumhurbaşkanı kararından vazgeçmedi. Patriyarkal hegemonya geri adım atmadı.
“Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nden neden çıktı?” sorusunun kararı veren Cumhurbaşkanı tarafından net bir şekilde bir açıklamasını duymadık. Soruyu tersten soralım: İstanbul Sözleşmesi gibi gelişmiş, eşitlikçi, ilerlemeci bir sözleşmeyi imzalamak ne ifade ediyordu? Kadınların meydanlarda sorduğu gibi, “İstanbul Sözleşmesinin Neyinden Korkuldu?”
İstanbul Sözleşmesi demek, toplumsal cinsiyet eşitliği demek, insan onuru, eşitlik, özgürlük, demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlıkların haklarını korumak demek. İstanbul Sözleşmesi’ne taraf olmak demek Türkiye’nin çok taraflı anlaşmaların parçası olarak uluslararası hukukun parçası olması demektir.
İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek ne anlama geliyor?
Bu çerçeveyi ortaya koyduğumuzda, İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmenin ne ifade ettiğini daha iyi anlayabiliriz. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme süreci hem esas hem de usul açısından patriyarkal hegemonyanın Türkiye’de geldiği noktayı açık olarak ortaya koyuyor:
Kuvvetler ayrılığı ilkesi ortadan kalması demek: Uluslararası sözleşmeden Cumhurbaşkanı kararı ile çıkmanın usul açısından hukuksuzluğuna vurgu yapıp, Danıştay’a iptal davaları açılmıştı. Danıştay Cumhurbaşkanlığından konuya ilişkin bir savunma istedi. CB savunmasının kendisi bir anayasa ihlali idi. CB kuvvetler ayrılığı ilkesini yok sayarak CB İşlemlerine yargı yolunun kapalı olduğunu ve uluslararası sözleşmelerin feshedilmesi için Meclis onayına ihtiyaç duyulmadığını söyledi. Bu beyan yürütmenin, yasama ve yargının üstünde olduğunun resmi bir beyanıdır. Yasa dışı suç örgütleri ile işbirliği içinde olan iç işleri bakanlığı ve yargı mensuplarının varlığını isim isim öğrendiğimiz bu günlerde yürütme erkine itaat eden yargının fiili durumu zaten bunu anlatıyor.
- Sağ siyasetin ve siyasal İslamın etkisini artırması demek: Dünyada ve Türkiye’de 80 sonrasında yükselen kadın hareketinin kazanımları karşısında yükselen sağ siyaset Avrupa’da Polonya ve Macaristan’da, Latin Amerika, Afrika, Asya Pasifik ve Amerika’da güç kazandı. Siyasal İslam ile Katolikler arasında toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtlığı üzerinden bir ortaklık oluştu. Macaristan Başbakanı Katolik Orban ile Türkiye Cumhurbaşkanı Müslüman Recep Tayyip Erdoğan toplumsal cinsiyet konusunda ortaklaştı. Türkiye’de ise seçmen yüzdesinin yüzde 1’i bile olmayan radikal İslamcı bir kitlenin, İstanbul Sözleşmesi’ni savunan yüzde 65’in üstündeki kitleden daha etkili olması Cumhur ittifakının oy kaygısından öte siyasal İslamın etkisinin artması demek. Anayasa profesörü İbrahim Kaboğlu, Yargı Paketi’ndeki büyük tehlikeye dikkat çekti. Pakette nikahlı ve nikahsız kadınlara yönelik farklı cezalar öngörülüyor dedi.
- Türkiye’nin içe kapanması ve uluslararası hukukun ve örgütlenmenin denetiminin dışında kalması demek: İstanbul Sözleşmesi’nde çekilen Türkiye’nin mesajı AB Konseyi ve Avrupa Birliği başta olmak üzere uluslararası örgütlenmenin ve hukukun parçası olmayacağının, içe kapanacağının ve böylelikle uluslararası denetim mekanizmasını reddedeceği anlamına geliyor. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 1 Temmuz’da açıkladığı “Kadına Karşı Şiddetle Mücadele İçin Ulusal Eylem Planı” da uluslararası hukuk yerine ulusal planı koymak çabası. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıp yerine bir ulusal eylem planı ile konuyu geçiştirmek kadın örgütü temsilcilerine güven vermiyor.
İstanbul Sözleşmesi sonrası ne yapacağız?
Bu soruya cevap aramak üzere 1 Temmuz’da SES Eşitlik ve Dayanışma Derneği olarak kadın hareketinin değerli temsilcileri ile çok değerli bir hukukçuyu bir araya getirdik. Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi dekanı Bertil Emrah Oder ile gerçekleştirdiğimiz toplantıdaki sevgili Bertil’in konuşmasını okumanızı hararetle öneriyorum.
İstanbul Sözleşmesi öncesine dönmek söz konusu değil
Hem iyi bir hukukçu hem de kadın hakları savunucusu olan Bertil umutlu, “İstanbul Sözleşmesi bir kere karşımıza çıktıktan ve bu kadar yetkin, bu kadar somut, bu kadar açık, net ve ilerlemeci bir bakış açısıyla kaleme alındıktan sonra, İstanbul Sözleşmesi’nin öncesine bir geri dönüş söz konusu olamaz. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme gerçekleşmiş olsa ve burada büyük bir politik tartışma karşımıza çıksa dahi, bu tartışmanın sonucu ne olursa olsun, İstanbul Sözleşmesi değerinden bir şey yitirmeyecektir. İstanbul Sözleşmesi büyük bir politik tartışmanın içinde kaybolmayacaktır. Çünkü bu kazanımlar ve gelinen aşama bakımından, edinilen deneyimlerden, geriye gidiş veya öncesine gidiş diye bir durumun söz konusu olmayacağını, İstanbul Sözleşmesi’ne karşı olanların da, yanında olanların da kavraması gerektiğini düşünüyorum” diyor.
Bertil Emrah Oder’in kadın hareketi temsilcilerine önerileri var. Kadına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin bir ‘gölge eylem planı’ hazırlamak ve hedeflerin ortaklaştığı stratejik ortaklıklar kurmak. Bertil kadın hareketinin gücünün farkına varıp bu özgüvenle geleceğe bakması gerektiğini söylüyor. “Türkiye’nin sadece siyasetçilerin aldığı kararlardan, siyasal elitlerden ibaret olmadığını ve Türkiye’de norm yapıcılığında kadın hareketinin özel başarılarının öne çıktığını unutmamalıyız” diyor. Toplantımıza katılan kadın hareketi temsilcileri de geleceğe ilişkin mücadelenin yollarını paylaştılar.
Anlayacağınız kadın hareketi vazgeçmeyecek ve 1 Temmuz öncesi olduğu gibi sonrasında da mücadeleye devam edecek. Nitekim 1 Temmuz günü kadınlar sokakları kuşattı. Taksim Tünel’de buluşan binlerce kadın, polis ablukası altında protesto etti ve “İstanbul Sözleşmesi’nden Vazgeçmiyoruz” diyerek mücadeleye devam edecekleri mesajını verdiler.
Kadınların direnişi Türkiye’ye umut olmaya devam ediyor.