Gülseren Onanç
ABD’de Bill Clinton’ın başkanlık dönemi (1993 – 2001), iki güçlü kadın Hillary Clinton ve Madeleine Albright’ın da etkisi ile Amerikan dış politikasında global kadın güçlenmesinin önceliklendirildiği bir dönem olarak kabul edilebilir. BM Kadın Konferansı’nın 1995’te Pekin’de toplanması ve sonucunda çıkan Pekin Deklarasyonu’na destek veren, global kadın hareketleri ile ilişkiler kuran Amerikan dış politikasının bu dönemine liberal feminist bir yaklaşımın hakim olduğunu söyleyebiliriz. O dönem başkan eşi olarak etkili olan Hillary Clinton ile Amerika’nın ilk kadın dış işleri bakanı Madeleine Albright’ın daha sonra da yakın çalışması devam etti.
Barak Obama ilk döneminde (2009 – 2013) ABD Dışişleri Bakanı olan Hillary Clinton Uluslararası Kadın Konuları Departmanını kurarak başına Melanne Verveer’i getirdi. Melanne Verveer ile KAGIDER (Türkiye Kadın Girişimciler Derneği) başkanlığı yaparken işbirliği yapma fırsatlarımız oldu. Melanne Verveer 2009 ve 2010 yıllarında Türkiye’yi ziyaret etti, bizim çalışmalarımıza destek verdi.
O dönemde ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye’yi de ilgilendiren “Müslüman Ülkelerde Kadın Girişimciliğinin Desteklenmesi” adlı bir projesi vardı. Proje koordinasyonunu ABD tarafında deneyimli politikacı Madeleine Albright yönetiyordu. Türkiye’deki koordinasyonu ise TOBB (Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği) üstlenmişti. Ben de 2010 yılında projeyi anlatmak üzere İstanbul’da yapılan toplantıya davet edilen grup içinde yer almıştım. O toplantıda Albright ile yaptığımız, tonu ve gerilimi yüksek müzakereyi hiç unutmayacağım.
Projenin açılışını TOBB’un yıllardır değişmeyen başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu yaptı, projeyi Meleleine Albright sundu. Hatırladığım kadarıyla Mısır, Ürdün, Pakistan, Malezya’nın yanı sıra Türkiye’nin de yer aldığı ülkelerde kadın girişimciliğinin artırılması için yürütülecek mali destek programın yönetimini Türkiye’de TOBB yapacaktı.
Soru ve cevap bölümünde Albright’a bir şey hatırlatmak zorunda olduğumu söyledim. Türkiye’nin anayasası gereği laik, demokratik sosyal bir devlet olduğunu ve Türkiye’nin ‘Müslüman Ülkeler’ başlığındaki bir projeye dahil edilmesini kendisi gibi saygın bir politikacıdan duymaktan üzüntü duyduğumu söyledim. Ayrıca bu projenin TOBB gibi bir erkek örgütü tarafından örgütlenmesini de eleştirdiğimi ekledim. Yani anlayacağınız toplantının iki başkanını da kızdırmayı başardım. Albright, nüfusunun yüzde 90’ının Müslüman olduğu bir ülke olduğumuzu söyledi. Hisarcıklıoğlu pişmiş aşa su kattığımı, Türkiye’yi böyle bir projenin içinde olmasının faydaları üzerinde yoğunlaşmamız gerektiğini söyledi.
Dış Politika ve Toplumsal Cinsiyet
ABD’nin 20 yıllık işgali bir anda sonlandırıp Afganistan’dan ayrılma kararının sonuçları üzerine düşündüğümde aklıma gelen bu geçmiş hatıram, gerçek bir feminist dış politikaya olan ihtiyacımızı yeniden hatırlattı. Zira, Dış İşleri Bakanının kadın olması, o ülkenin dış politikasının feminist olduğu anlamına gelmiyor. Clinton ve Albright’ın Global Kadın hareketine verdikleri desteği küçümsemek değil niyetim ama hayal ettiğimiz değişimi gerçekleştirmek üzere gerektiğinde statükoyu ve müesses nizamı sorgulayan bir dış politika yaklaşımına ihtiyacımız olduğuna inanıyorum. İşte bu yaklaşım 2014 te İsveç’te Margot Wallström gibi vizyoner bir politikacı kadın tarafından Feminist Dış Politika kavramı olarak ortaya atıldı. İsveç Dışişleri Bakanlığı 2014 yılında ülkesinin dış politikasını feminist bir dış politika olarak ilan etti.
Feminist Dış Politika dört ilkeye odaklanıyor: 1. Kız çocukları ve kadınların hakları, 2. Cinsiyet eşitliği çalışmalarına kaynak ayrılması 3. Tüm cinsiyetlerin eşit temsiliyeti 4. “gerçeğe uygunluk” araştırmaları
Bu güne kadar feminist dış politikayı benimseyen İsveç dışında sadece 6 ülke var; Kanada, Fransa, İspanya, Meksika, Lüksemburg ve Libya. Biz ise Dünya’da barışın ve eşitliğin sağlanması için öncelikli olarak ABD, AB ve Türkiye’nin feminist dış politikayı benimsemeleri ve uygulamaları gerektiğine inanıyoruz
Bu hafta gazeteci Jessica Abrahams’ın Prospect’de yayınlanan Feminist Dış Politikaya Doğru: Afganistan’dan Alınacak Dersler başlıklı makalesini Türkçeye çevirerek Afganistan’da yaşanan bu insani drama feminist dış politika perspektiften bakmak istedik. Amacımız Uluslararası ilişkiler ile toplumsal cinsiyet politikaları arasındaki yakın ilişkiye dikkat çekmek.
Feminist Dış Politika: Kurtarmak Değil, Seslerinin Duyulmasını Sağlamak
Feminist dış politika, bugünlerde Afgan Kadınlarını Taliban zulmünden “kurtarmaya” odaklanan erkek egemen hegemonik dış politikanın aksine “kadınların seslerinin duyulmasını sağlamaya” odaklanır. Feminist bir dış politika, yalnızca kadınlar için daha iyi koşulları teşvik etmez, aynı zamanda baskı yerine işbirliğini, ulusal güvenlik yerine insan güvenliğini öncelikler. İnsan hayatını tehdit eden salgın hastalıklar ve iklim değişikliği düşman devletler kadar güvenlik tehdidi olarak değerlendirilir. Feminist dış politika, herkes için daha barışçıl, eşitlikçi ve sürdürülebilir bir dünya yaratılabileceğini iddia eder.
Afgan araştırmacı Preethi Nallu, Open Democracy için kaleme aldığı yazısında “Afgan kadın gazetecilerin kurtarılmaya değil desteklenmeye ihtiyacı var” diyor.
Afgan Kadınların SES’ini Kadınlar Yükseltiyor
Afgan kadınları ile dayanışma içinde olanlar yine dünyanın dört bir yanındaki duyarlı örgütlü kadınlar oluyor. 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde, Afganistanlı kadınlarla dayanışma için tüm dünyadan kadın örgütleri, ağları, platformları ve kişilerin katıldığı küresel bir sosyal medya eylemi düzenlendi.
Sizler de Afgan kadınları ile dayanışma içinde olmak isterseniz, Afgan kadınlarına destek olmanın 5 yolunu sizin için derledik.
Küresel kadın dayanışmasının önemini anlatan akademisyen Hülya Şahin, Birikim dergisinde yayınlanan makalesinde neo-liberal yeni muhafazakarlığı sorguluyor. Şahin, sağ hükümetlerin stratejik ve ideolojik temellerinin ancak küresel kadın dayanışmasıyla sarsılabileceğini söylüyor.
Geçen haftaki yazımda beni heyecanlandıran, gururlandıran cesur Afgan kadınlarından söz etmiştim. Bu hafta da Afganistan’ın Harat kentinde sokağa çıkan kadınların eylemleri ile bitirmek istiyorum. Pankartlara “Korkmayın, korkmayın, biz yan yanayız” diye yazan bu kadınların bir kurtarıcıya ihtiyacı yok, SES’lerinin duyulmasına ve dış politikada desteğe ihtiyacı var.
Buna sadece onların değil tüm dünyanın ihtiyacı var.