
Bu hafta Washington ve New York’tayım. Memlekete sekiz bin beş yüz kilometre uzaktan, dünya siyasetinin şekillendiği başkentten bakmak, içinden bakmaktan farklı bir duygu.
Memleketin içindeyken tarafı olduğunuz mahalle, birikmiş kızgınlıklarınız sizi esir alıyor. Yirmi küsur yıldır iktidarda olanlar ile değerinizin çatışması, her seçimden sonra kendinizi yenik olarak hissetmeniz, hak mücadelesi içinde olan arkadaşlarınızın haksız yere hapiste tutulması, kendinizi de yeterince sansürlemezseniz sizin de sonunuzun aynı olacağını düşünmeniz, hiç alışkın olmadığınız küçük korkular yaşamanız, bütün bunlar insanın özgürlüğünü elinden alıyor. Düşüncelerinizi, hayallerinizi törpülüyor, kendinizi realize etme şansını azaltıyor.
Öte tarafta sınırın dışına çıkar çıkmaz bir özgürlük ve hafifleme duygusu geliyor. Aklınız, gönlünüz hiç kopamadığınız memleketinizde kalıyor. Belki onunla daha sağlıklı bir ilişki kuruyorsunuz. Daha şefkatle yaklaşıyorsunuz. Dünyada demokrasiden uzaklaşan tek ülkenin Türkiye olmadığını görüyorsunuz. Özgürlük ve demokrasi şampiyonu olduğunu iddia eden ülkelerin iş politik çıkarlar olunca nasıl anti-demokratik olduğunu gözlemliyorsunuz.
“Demokrasi insanların kendi kaderlerini özgürce belirleme hakkını verir.”
Bu söz dünyada demokrasinin gelişmesini desteklemek üzere çalışan bir sivil toplum kuruluşu olan National Endowment for Democracy’nin Washington’daki ofisinin girişinde kocaman harflerle duvara yazılı. Farklı ülkelerde demokrasiyi geliştirmek üzere destek olan kuruluşlardan biri. Türkiye’de de çeşitli projelere yıllardır destek oluyorlar.
Demokrasi Şampiyonları Birleşin!

Kar amacı gütmeyen sivil toplum kuruluşu olan Keseb Amerikalı genç kadınlar tarafından kurulan yeni bir oluşum. Keseb, eski Afrika dilinde “insanların veya insanlara ait olan” demek. Seçimin artık demokrasinin şartı olmadığını, Amerika’da ve dünyanın birçok yerinde demokrasilerin zayıfladığını ve buna karşı uluslararası demokrasi savunucularının bir araya gelmesi gerektiğini savunuyorlar. Kendi ülkelerinde demokrasi mücadelesi verenleri birleşmeye çağırıyor ve bunun için programlar düzenliyorlar.
Washington’da Keseb’in Brazilya ve Güney Afrika’dan gelen demokrasi şampiyonları ile buluştum. Bana Türkiye’deki seçimleri neden kaybettiğimizi sordular. Onlara kendi değerlendirmelerimi sundum. Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de bağımsız ve adil seçimlerin olmadığını, medyayı, polisi, yargıyı elinde tutan iktidarın yalan videolar yayınladığı ve seçmeni nasıl manipüle ettiğini anlattım.
2024 yılında 2 milyar yurttaş seçim sandıklarına giderek demokrasiyi veya otoriterliği oylayacak. Keseb bu seçimler öncesi yaşanmış deneyimlerden ders çıkarmak amacıyla çeşitli toplantılar organize ediyor.

Ben aynı zamanda Türkiye’deki dirençli kadın hareketinin nasıl demokrasiyi savunmak üzere sokakları bırakmadığını, örgütlenmesini, korkmadan mücadelesini sürdürdüğünü anlattım. Türkiye’deki kadın hareketinin yaptıkları katılımcılara ilham verdi. Toplantı sonrası özellikle Brezilyalı demokrasi savunucuları etrafımı sardı, sorunlarımızın ortak olduğunu söyledi.
Dünya, demokrasiyi savunanlar ile otoriterlere alet olanlar arasında bölünmüş durumda. Otoriterlik ve popülist politikacıların demokrasiye verdiği zarar bütün dünyayı etkiliyor. Demokrasi şampiyonlarının mücadelesi sadece kendi ülkeleri için değil bütün dünya için gerekli.
Türkiye’de 8 Mart için sokağa çıkarken, İstanbul sözleşmesi için örgütlü mücadele ederken, LGBTQ+ hakları için dayanışma içinde sesimizi çıkarırken sadece Türkiye demokrasisi için değil dünya demokrasisi için de önemli bir katkıda bulunuyoruz.
Bu gerçekliği ancak uzaklardan memlekete bakınca daha iyi anlıyor insan.

Washington’da katıldığım ikinci toplantı Ortadoğu Enstitüsü’nün Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılı ekseninde düzenlediği bir günlük toplantıydı. Çok değerli akademisyen, emekli büyükelçi, düşünürün yanında benim gibi aktivist, feminist ve sivil toplum temsilcisi bir kadının olmasını anlamlı buluyorum. Feminist bakış açısının konulara farklı bir boyut kazandırdığını düşünüyorum.
Bir gün boyunca Türkiye’nin kimlik inşası, politik gelişimi ve dış politikası üzerine paneller oldu. Politik bir önyargı olmadan, tamamen özgür akademik bakış açısıyla yapılan değerlendirmeleri özlediğimi fark ettim. Kutuplaşan toplumda gerçek düşünce özgürlüğünün nasıl zarar gördüğünü düşündüm.
Anlayacağınız memlekete uzaktan bakmak iyi geldi.