
Gülseren Onanç
Floransa’daki kitapçılarda Floransa’yı anlatan onlarca kitap arasından benim ilgimi çekenler genellikle hikâye anlatıcılarının hikayeleri oluyor. Aydınlanmanın başladığı Rönesans’ın beşiği bu şehirde nasıl bir yaşam olduğunu ve bu yaşamı etkileyen karakterleri merak ediyorum.
Geçenlerde Roma’ya yarım günde gidip dönerken istasyondaki kitapçıda elime geçen bir kitap da Floransa’nın bu sürecini anlamaya yönelik bir çalışma. İngiliz yazar ve akademisyen Paul Strathern’un The Florentines (Floransalılar) kitabında Floransa ve Floransalıların Rönesans’ın oluşumunda ve evriminde nasıl lider bir rol oynadığının izini sürüyor.
Strathern, Floransa’da yaşananları “Dante’nin 1265’teki doğumu ile Galileo’nun 1642’deki ölümü arasında, batı uygarlığının tüm kültürünü değiştirecek bir şey gerçekleşti. Resim, heykel ve mimarlık öyle çarpıcı bir biçimde değişecekti ki, artık geriye dönüş mümkün olmayacaktı. Aynı şekilde Batı Avrupa insanlığının düşüncesi ve benlik algısı da tamamen yeni bir boyut kazanacaktı. Bilimler doğacak ya da tamamen yeni bir kılıkta ortaya çıkacaktı” diye tanımlıyor
“İnsanın gücü ve değerinin arttığı bu dönemde ortaya çıkan hümanizm Floransa şehrinde gelişti, ve İtalya’dan bütün Avrupa’ya yayıldı. İnsanlığın bir ilahi güç yerine kendi kapasitesini kutsaması ve ortaya çıkarması ile başlayan bu süreç düşünce şeklimizi değiştirdi ve insanlığın gelişmesine yol açtı” diye tamamlıyor. Daha sonra sanayi devrimine ve son yıllarda yaşadığımız dijital devrime giden yolun başlangıcının bu düşünce biçimi olduğunu tarihsel bir perspektiften bakarak söylüyor.
Bugünkü Floransa’da şehrin her adımında karşılaştığımız, insanın hayal gücünü zorlayan kiliselerin, galerilerin, palasların mimarlık ve mühendislikteki mükemmel uygulamaları, yaklaşık bin yıl önce yapılmış, resim, heykel örnekleri, tekstil ve değerli metal işlemeciliğine bakınca insanlığın nelere muktedir olduğunu daha iyi anlıyor insan. O dönemde katılımcı bir demokrasinin de Floransa şehir devletinde var olduğunu söylemek gerek.
Bütün bunları başarmış bir uygarlığın çocukları olarak, dünyanın karşı karşıya olduğu iklim krizi, göç, cinsiyet eşitsizliği, yoksulluk gibi zorlukları da aşabileceğimizi düşünüyor insan. Bu nedenle 1200’lerden başlayıp 1600’lerin ortalarına kadar devam eden bir toplumsal yaşam formülünün, sosyal kontratın anlaşılmasını çok değerli buluyorum. Floransa’da yaratılan bu hikâyenin, dünyaya örnek bir yol haritası olabileceğini düşünüyorum.
Bir üst gücün (tanrı veya onun temsilcileri gibi) yerine insanı odağına alan, insan aklının ve potansiyelinin esas alındığı rasyonel düşüncenin öne çıkarıldığı hümanizmi yeniden canlandırmalıyız.
Floransa’dan Türkiye’ye ve dünyaya baktığımda bugün özetle ortaya koymaya çalıştığım şey bu oldu.
Yaşasın Hümanizm!