Nedime Erdoğan, KaosGL için kaleme aldığı yazısında son dönemde artan aile tartışmalarını yorumluyor ve soruyor: Başka bir aile mümkün mü?
“Aileye dair alternatif tanımlar, yapılar, deneyimler ve ilişkiler üzerine düşünüldüğünde farklı aile tanımlarının da mümkün olduğu apaçık ortaya çıkıyor.”

Nedime Erdoğan / KaosGL
Bizleri “güçsüz aile” diye tanımlayanlara karşı nasıl güçlendiğimizi ve dönüştüğümüzü anlatmak için bu yazıyı sizlerle paylaşmak istedim. Son dönemde artan aile tartışmaları, LGBTİ+ çocukları olan ebeveynleri de kapsıyor mu?
“Başka aileler vardır!” demek başka türlü olabileceğimize, birbirimizle başka türlü ilişkileneceğimize dair hayallerin de ifadesidir. “Başka olmayanın” tarifi size uymadığında, yerinizi, varlığınızı, göstermek için kullandığınız bir ifadeye de dönüşür. “Başkaya” sahip olmak başka olmayanın kurguladığı alanla bir mesafe anlamına da geliyor aynı zamanda.
Başka olmayan, kendisi dışında her şeyi “başka” tanımladığı için, bir noktada o tarifte yer almadığımızı anlatmak için de kullandığımız bir sözcük olabiliyor. Peki “başkayı” kendisi haline dönüştürmek mümkün mü? Biz LGBTİ+ ebeveynleri bunun yanıtını artık “evet mümkün!” diye verebiliyoruz. Bu yanıtın ardında bize açılan çocuklarımızın payı çok büyük.
Çocuklarımızın bize açılmasıyla gelişen süreç, biz ebeveynleri o zamana kadar göz ardı ettiği aileyi düşünmeye teşvik etti. Bu süreç, çoğumuzu ezberlerin dışında bir aile olgusuna ilk kez yaklaştırırken bizleri bir tercih yapmaya zorladı. Çocuklarının sesine kulak veren, anlamaya çalışan ve destek vermek için çabalayan ebeveynler için artık aile tahayyül edilebilen, üzerine konuşulan ve değişen bir “başkalık” içermeye başladı.
Yaygın söylemdeki tektipleştirilen aile anlayışının, ideal aile tanımının darlığının, ikili cinsiyet sistemi ve ataerkil değerler üstüne kurulmuş yapısının bu tartışmaları çok zorlaştırdığını söylemek mümkün. Fakat yine de tüm bunlar sorgulanmaya başlandığında ve aileye dair alternatif tanımlar, yapılar, deneyimler ve ilişkiler üzerine düşünüldüğünde farklı aile tanımlarının da mümkün olduğu apaçık ortaya çıkıyor.
Kendi aile biçimlerimizi sorguladığımızda aslında hiç birimizin kendi aile tahayyülü varsayılan ideal aileye benzemiyor. Çoğunlukla yargılanmaktan, dışlayıcı tutumlara maruz kalmaktan ya da yanlış yorumlanacağı korkusu nedeniyle ailelerimizin içinde olanları konuşmaktan, deşifre etmekten kaçınıyoruz. Konuşmadığımızda ideal ailenin sanallığı açığa çıkmayacak sanıyoruz. Farkında olmasak da bunun bedelini özgürlükten, sevgiyi gerçek anlamıyla yaşamaktan vazgeçerek ya da sanal mutluluk ile ödüyoruz.
Yaşarken “ideal” olanın içinde yer almadığımızı hissetsek ve bize biçilen rollerin ağırlığında ezilsek de (örneğin kadının çocuk ve yaşlı bakımını üstlenmesi ve bu rolü ağır gelse de devam ettirmesi, üstelik bunu kendi arzularını bastırma pahasına yapması) hayattan alacağımız ödülü bu ideale bağlıyoruz. Özerkliğimizi, kendimiz olma halini devletin ve toplumun istediği ideal aileye gömerek bundan vazgeçiyoruz. Bunun sonucunda da edindiğimiz roller duygularımızın önüne geçerek onları biçimlendiriyor. Artık duygularımız da buna hizmet eder oluyor. Bu döngüyü kıran herhangi bir şey, örneğin kadının bu yükleri artık istememesi ya da ikili cinsiyete sığmayan deneyimler bunu hızlıca çatırdatıyor.
Tüm bunların dışında bazı sabah kuşağı programları ideal olanın hiç de ideal olmadığını çok rahat delillendiren örneklerle dolu. İzlediğimizde gerçek bile gelmeyen hikayelerin toplumda çok yaygın yaşandığına tanık oluruz. Bu da devletin ve toplumun koruduğu ideal aile şemsiyesinin aslında kimseye uygun olmadığını rahatlıkla kanıtlıyor.
Bir yerde idealler var bir yerde dönüşümler, farklılaşmalar, çeşitlilikler var. Tüm bunlar görünmez kılınırsa ideal aile miti de korunmuş oluyor.
Aslında geleneksel aile modelinde bile bir çeşitlilik var. Çünkü gelenek içinde olunan zamana göre değişir. Oysa ideal ailede direkt zorunlu bir müdahale var. Değişim fırsatı vermeyen babanın merkeze konduğu ve rollerin keskin olduğu bir model. Toplumda olmasını istediğimiz bu otoriteyi küçültülmüş modeliyle uygulamak çok daha kolaylaşıyor. Devletin babalığı aile babalığıyla birleşir. Devletin “aile anlayışı” dediği şeyi uygulama alanı böylece epey rahatlamış olur. İstemediği her şeyi kontrol altına alır ve isteğini dayatır. Bizler farkında olmasak da bu derin kontrolün parçası oluruz. Tüm bunları değiştirecek derinden sarsacak olan LGBTİ+’lar ise kolaylıkla sistemin gözünde tehdit haline geliverir.
İşte tam da burada çocuklarımıza ayrımcılık başlıyor. Aile bu çatışmanın ortasında ne yapacağını, nasıl davranacağını bilemez halde kalabiliyor. Varsaydığı ideal aile bir anda yıkıldığı için dışarının şiddetini çocuklarına yansıtıyor. Hem kendi sanal hayatı deşifre oluyor hem de uyum sağlamak için bastırdığı arzu ve istekleri tekrar hatırlıyor. Aile içindeki bu farklılaşmalar, dönüşümler, çeşitlilikler bir süre sonra aileleri şaşırtıyor. Neden bu kadar korktum, çaresiz hissettim sorgulamaları başlıyor.
Burada toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği ya da cinsiyet ifadesi kavramları ve bu kavramlar etrafında şekillenen arayışlar en büyük zorlayıcı olarak karşımıza çıkıveriyor. Birden ideal aile kurgusuyla çeliştiğini fark ediyor. Bu karşılaşmanın aileyi yok etmediğini, onu sadece değiştirdiğini, dönüştürdüğünü fark edince güçleniyor ve kurgusunu yeniden oluşturuyor.
LGBTİ+ çocuğu olan ebeveynler için bu sadece çocuğuyla gerçek bir karşılaşma değil aynı zamanda kendi arzularıyla da karşılaşma haline dönüşüyor. Bu değişim ebeveyn için sarsıcı olsa da kendi özerkliğini de destekler olması, ideal bulduğunun kendi arzularını nasıl engellediğini keşfetmesi süreci hızlandırıyor. Bunun sonucunda normatif aile tanımlarının yetersizliği iyice açığa çıkmış oluyor.
Böylece birbirini sevmenin, dayanışmanın, desteklemenin gücüne mi inanacağız; sanal dünyamızın yarattığı boşluğa yeniden kafamızı mı gömeceğiz?
Yazının devamına buradan ulaşabilirsiniz.