Sibel Yükler, 5 Harfliler’deki yazısında, bu hafta içinde Kadıköy metrosunda meydana gelen bıçaklı saldırı üzerinden, ‘kırılgan erkeklik’, kadınların ve LGBTİ+’ların dayanışma bilinci üzerine yazdı.
Sibel Yükler / 5 Harfiler
Dün videoyu izlediğimden beri hep aynı şey kafamda dönüyor: Biz o kadını tanıyoruz, ama biz o bıçağı ve onun sebep olabileceklerini çok daha iyi tanıyoruz.
Biliyorsunuz, çünkü yeri geliyor 29 cm uzunluğundaki ekmek bıçaklarıyla, yeri geliyor baltalarla, yeri geliyor samuray kılıçlarıyla öldürülebiliyoruz. Bunu yazdığımıza ve okuduğumuza göre hala öldürülmüş değiliz ama her an öldürülmeyeceğimizin garantisinin de olmadığını daha iyi biliyoruz. Tanıdık olmayan fail erkeklerin de kadınları, daha kolay hedef oldukları için hırpaladıklarını ya da öldürdüklerini okuyoruz. Tıpkı tanıdığımız failler gibi.
Metroda, evde, okulda, işte, sokakta, plazada, pazarda, arabada, uçurumun kenarında, denizin ortasında, dağın başında, ıssızda ve herkesin ortasında, herhangi bir yerde, herhangi bir şekilde ve herhangi bir biçimde öldürülebileceğimizin bilinciyle yaşıyoruz.
O soğukkanlılığı, birilerinin seyredişini, olaylara müdahale etmeye çalışanların bıçak çıktıktan sonra çil yavrusu gibi dağıldığını, nasıl yapayalnız kaldığımızı, birileri müdahale etse bile birkaç saniye sonra iyiden yapayalnız kalacağımızı, o bıçağı savurmak için kafamızdan saniyeler içinde neler geçirdiğimizi, bir sonraki adımı, donup kalmayı, adım atmadan duramamayı, her an öldürülebileceğimizi, her an yaralanabileceğimizi ve her an şans eseri hayatta kalabileceğimizi çok iyi biliyor, çok iyi tanıyoruz.
Peki aklımızdan zorumuz mu var, biz bütün bunları niye biliyoruz?
Dün, bıçaklı bir erkeğin metro içinde küfürlerle bıçak salladığı kadını her an öldürmek üzere olabileceği bir video izledik. İzlediğimiz görüntüde, küfürlerle, bıçakla iki kadının üzerine yürüyen erkeği ve o kadınların birbirini bir şekilde korumaya çalıştığını, o tedirginliğin ve o bilincin bir sonucu olarak “bıçağı bırakır mısın?” diye soğukkanlılıkla şiddeti savurmaya çalıştığını gördük. Etrafta, çoğunluğu erkek, bir vagon dolusu izleyen de cabasıydı. İzlediklerimiz, çok iyi bildiğimiz yerden geldi.
Kadınları yine kadınların koruduğunu, o bıçağın nelere sebep olabileceğini, o bıçak çekilirken erkeklerin ve etraftaki herkesin tam da bu şekilde nasıl izlediğini yazan kadınlara cis-hetero erkeklerin verdikleri cevap genel de şu oldu: “Müdahale edersem bıçağı yerim, korkmayalım mı yani? Kadir Şeker’in başına gelenler malum…….” diye yazıyor.
Kadir’e ve davasına erkeklerin kitlesel olarak dayanışma gösterip sahip çıktığına tanıklık ettiniz mi? Bilakis, Kadir’le kitlesel olarak dayanışma gösteren, adalet için mücadele eden, sesinin yayılmasına çabalayan yine kadın hareketi oldu.
Kırıla kırıla atom parçalarına ayrılan kırılgan erkeklik
Hülasa, tartışma da tam buradan çıktı. Videoyu izledikten sonra tek bir kadın ve tek bir lubunyanın dahi etkilenmeden geçtiğini sanmıyorum. Anlattıklarımız bizim hikâyemizse, izlediklerimiz de bizim hikâyemizdi çünkü. Ama biz çok iyi bildiğimiz, hayatımızın koca kara parçası olan gerçeği yazdığımız için bir anda kırılgan erkeklik devreye girdi ve kırıla kırıla atom parçalarına ayrıldı.
Cis-hetero erkekler sanıyor ki, müdahale ederse o bıçağı kendisi yiyeceği bir tek onların aklına geliyor, korku bir tek onların içine doluyor. Öyleeee tepkiler gösteriyorlar ki, sanki kadınlar erkeklerden medet umuyor, bir kahraman gibi önlerine atılsın, korkusuzca erkekliklerini göstersin, bıçağı yesin, siper olsun ve ölsün istiyorlar. Sanıyorlar ki bütün bunları yazan kadınlar erkeklere, “Bıçak gördünüz mü önüne atlayın” diyor. Oysa ahkâm kesmeden önce bu koca gerçeği bilsinler, görsünler, tanısınlar istiyoruz.
Bugün kadının yayınlanan röportajıyla olayın; saldırganın metroda maskesi burnunu kapatmayan bir kadına sözlü saldırısıyla başladığını, söz konusu kadının ise araya girdiğini ve karışamayacağını söyleyerek müdahale ettiğini, erkeğin bu nedenle iki kadına sinirlendiğini, insanların araya girdiğini, bıçak çıktıktan sonra herkesin korkuyla sindiğini, megafonda güvenliğe seslenmelerine rağmen gelmediğini, ancak kapılar kapanıp saldırgan gittikten sonra güvenliğin geldiğini, kadının ve annesinin birbirlerinin önüne geçtiğini, çok korktuklarını ama müdahale edemeden duramadıklarını, şans eseri hayatta kaldıklarını öğrendik. Yani söz konusu erkeğin, metro içinde toplamda üç kadını önce sözle, sonra fiziken, sonra da bıçakla doğrudan hedef aldığını öğrenmiş olduk.
Peki ne değişti? Hiçbir şey.
Peki ne değişmedi? Bildiklerimizin gerçekliği.
Biz o şiddetin ciğerini biliyoruz
Cis-hetero erkeklerin anlamadıkları şey şu: Kadınlar, o bıçağın kendine gelebileceği ihtimalini göze alarak kadınları korumaya çalışıyor. O bıçağın ilk hedefi, en kolay hedefi ya da son hedefi hep kadınların, lubunyaların oluyor. Delirdiklerinden ya da korkusuz olduklarından değil, kimi neyden ve neden koruyacağını, nasıl bir cümleyle, nasıl bir hareketle bıçağı yememe ihtimalini artıracağını iyi bildiklerinden hareket ediyorlar.
Kadındaki o soğukkanlılığı da çok iyi tanıyoruz. O bizim kadınlık deneyimimiz, o şiddetten hayatta kalanların geliştirdiği pratik, hayatta kalma güdümüz, travmalarımız, şiddet dolu geçmişin ve bugünün karşısındaki refleksimiz, psikolojik sağlamlığımız, korkumuz, tedirginliğimiz, cesaretimiz, yaşamak isteğimiz, bir başınalığımız, direngenliğimiz. O bizim bizzat hayatımız!
Yazının devamına buradan ulaşabilirsiniz.