Latin Amerika üzerine çalışan akademisyen Esra Akgemci, geçmişten günümüze toplumsal cinsiyet, etnik köken ve sınıf temelinde kesişimsel ayrımcılığa uğrayan Bolivyalı kadınların hem sömürgeci hem de ataerkil yapılara karşı mücadelesini yazdı.

Esra Akgemci / t24
Latin Amerika’da feminist mücadele, politik ve toplumsal olarak her zaman postkolonyal bir bağlamda gerçekleşti. Üç yüzyılı aşan sömürgecilik geçmişi boyunca yerlilerin marjinalize edilmesi ve Afrikalıların köleleştirilmesi, bugün bile geçerliliğini koruyan bir etnik hiyerarşiye yol açtı: beyazlar en tepedeydi, Avrupa doğmuş beyazlar (peninsulares) Amerika’da doğmuş beyazlardan (creole) yukarıda, beyazlarla yerlilerin melezleri (mestizo) de beyazlarla siyahların melezlerinden (mulatto) yukarıdaydı. En aşağıda ise yerliler, siyahlar ve yerli-siyah melezleri (zambo) vardı. Neredeyse kast sistemini andıran, sınıfsal ve etnik ayrımcılığa dayalı toplumsal eşitsizliklerin kesiştiği böylesine hiyerarşik bir düzende, kadınların maruz kaldığı cinsiyetçilik ve dışlanma, elbette ırkçılık ve etnik ayrımcılıktan bağımsız düşünülemezdi.
Toplumsal cinsiyet rollerinin ve etnik ayrımcılık pratiklerinin eş zamanlı olarak inşa edilmiş olması, Latin Amerika toplumlarında patriyarkadan özgürleşme (despatriarcalización) ve sömürgecilikten özgürleşme (descolonización) süreçlerinin birlikte ele alınmasını gerekli kılıyor. Meselenin hem teorik hem de pratik açıdan çetinliği ortada. Bir yandan toplumsal cinsiyet kavramını dekolonize etmek/sömürgesizleştirmek diğer yandan etnik kimliğin nasıl toplumsal cinsiyetlendirilmiş olduğunu ortaya koymak için kavramsal ve yöntemsel olarak yeni açılımlar yapmak gerek. Bununla birlikte yerli halkların ve kadınların birlikte mobilize olduğu bir direniş örgütlemek de farklı toplumsal hareketler arasında etkileşime dayanan, uzun soluklu bir mücadele gerektiriyor.
Bolivya’da 2020’de Sosyalizme Doğru Hareket‘in (MAS) adayı Luis Arce‘nin seçilmesinin ardından kurulan “Kültürler, Dekolonizasyon ve Depatriarkalizasyon Bakanlığı”, böyle bir mücadelenin ürünü. Bolivyalı yerli kadınlar, 2019’da MAS lideri Evo Morales‘e karşı gerçekleşen darbenin ardından demokratik siyasete geri dönülmesi sürecinde etkin rol oynamış, Las Bartolinas olarak anılan Bartolina Sisa Yerli ve Köylü Kadınlar Ulusal Konfederasyonu üyeleri darbe karşıtı gösterilerde ön saflarda yer almıştı. MAS’ın iktidara dönmesinin ardından konfederasyonu temsil eden Sabina Orellana, Arce’nin kabinesinde Kültürler, Dekolonizasyon ve Depatriarkalizasyon Bakanı olarak göreve başladı.
La pollera: Direniş sembolü olarak pileli etek
Bolivya, tam anlamıyla bir “yerli ülkesi.” 11,4 milyonluk nüfusun neredeyse yarısı, yüzde 48’i yerli halklardan oluşuyor ki bu, Latin Amerika ülkeleri arasında yerlilerin nüfus içinde sahip olduğu en yüksek oran. Yaklaşık 5,6 milyon yerlinin çoğunluğunu Aymara ve Quechua halkları oluştursa da Bolivya’da toplam 36 farklı yerli halk var.
2005’de Bolivya’nın (aynı zamanda Latin Amerika’nın) ilk yerli devlet başkanı Evo Morales’in seçilmesinin ardından, MAS iktidarında yerli haklarının güvence altına alınması için önemli yasal ve siyasal adımlar atıldı. Bugüne kadar yapılmış en ilerici anayasalardan biri olarak kabul edilen Bolivya’nın 2009 Anayasası’nda 36 yerli halkın dilinin İspanyolca ile birlikte resmi dil olarak kabul edilmesi, yüzyıllarca yok sayılan yerli kimliğinin tanınması açısından mühimdi.
Bu süreç elbette, hem toplumsal cinsiyet hem de etnik köken temelinde ayrımcılığa uğrayan yerli kadınlar açısından da bir dönüm noktasıydı. Las cholas olarak anılan Bolivyalı yerli kadınların geleneksel kıyafetleri olan pileli etekleriyle (pollera) kamusal alana girmeleri yasaktı. 2010’da ırkçılık ve etnik ayrımcılık pratiklerini cezalandıran yasanın yürürlüğe girmesinin ardından bu yasak kaldırıldı ve yerli kadınlar dışlandıkları kamusal alanlarda, yok sayılan kimlikleriyle kendilerine yer açabildiler. Böylelikle pileli etek, ayrımcılığa ve dışlanmaya karşı mücadelenin bir sembolü haline geldi.
MAS iktidarında başlayan radikal toplumsal dönüşüm sürecinde, öncelikli olarak katılımcı demokrasi mekanizmalarının geliştirilmesi, kaynakların millileştirilmesi ve daha adil dağıtılması yönünde politikalar izlendi. Ne var ki sosyalist hükümetin doğal kaynak çıkarımına dayalı, ekstraktivist kalkınmacılık anlayışıyla kendi kaynakları üzerinde daha fazla denetim sahibi olmak isteyen yerlilerin buen vivir adını verdikleri, doğanın dengesine saygı gösteren “iyi yaşam” anlayışı arasında her zaman bir gerilim söz konusu oldu. Yerli kadınlar da bu anlayışı savunan önde gelen politik aktörler arasındaydı. Her ne kadar bu açıdan hükümete karşı eleştirel bir konumda olsalar da darbeye karşı Morales’i en çok destekleyenler de onlardan başkası değildi.
Bolivya’da feminist mücadele
Bolivya, Latin Amerika’daki feminist mücadelenin kendine özgü dinamiklerini anlamak için önemli bir çalışma alanı. Toplumsal cinsiyet, etnik köken ve sınıf temelinde kesişimsel ayrımcılığa uğrayan Bolivyalı yerli kadınlar hem sömürgeci hem de ataerkil yapılara karşı mücadele veriyorlar. Cinsiyetçilik, sömürgecilik döneminden itibaren emperyalizm ve militarizmle çok fazla iç içe geçtiği için feminist mücadele, çevrecilik ve anti-kolonyalizm/anti-emperyalizm gibi mücadelelerle giderek daha çok kesişiyor.
Bu kesişme, feminizme dinamizm kazandırdığı gibi kimi zaman da feminist hareketin özerkliğini vurgulamayı gerektiriyor. Örneğin cinsiyetçiliğin sömürgeciliğin bir sonucu olduğu ve dekolonizasyon sürecinin kendiliğinden yerli kadınları özgürleştireceği gibi argümanlar, toplumsal hareketler içerisinde feminizmin alanını daraltıyor. Latin Amerikalı feministler bu sebeple cinsiyetçiliğin ve kadın düşmanlığının, kapitalizm ve emperyalizm gibi süreçleri aşan bir bağlamda, daha özerk bir patriyarka tarafından şekillendiğini göstermek için machismo kavramına başvuruyorlar. Türkçede maçoluk, “sert erkek tavrına” karşılık gelse de bu kavram esas olarak kaba erkekliği bir tavırdan çok toplumsal sistemin bütününü şekillendiren bir “genel ahlak” anlayışı olarak ele alıyor. Bu da sömürgecilik dönemini önceleyen, emperyalist anlayışla sınırlı olmayan, kökleri daha eskilere dayanan bir toplumsal cinsiyet eşitsizliğine işaret ediyor.
Yazının devamına buradan ulaşabilirsiniz.