SES Eşitlik ve Dayanışma Derneği’nin ‘Serenita Buluşmaları’ adını verdiği etkinlik serisinin üçüncüsünde, Dr. Aylin Dağsalgüler ve gazeteci Elçin Yahşi ile “Bir Gerçek Hayat Hikayesi: Hepimiz Nasıl Dizi İzleyicisi Olduk?” başlıklı bir söyleşi düzenlendi.
Etkinlikte, toplumu yeniden televizyon ekranına kilitlemeyi başaran dizileri ve izlenme nedenleri masaya yatırıldı.

SES Eşitlik ve Dayanışma Derneği’nin ‘Serenita Buluşmaları’ adını verdiği etkinlik serisinin üçüncüsünde, Dr. Aylin Dağsalgüler ve gazeteci Elçin Yahşi ile “Bir Gerçek Hayat Hikayesi: Hepimiz Nasıl Dizi İzleyicisi Olduk?” başlıklı bir söyleşi düzenlendi.
Etkinlikte, toplumu yeniden televizyon ekranına kilitlemeyi başaran dizileri ve izlenme nedenleri masaya yatırıldı.
90’lardan başlayarak televizyon izleyicisi nasıl değişti?
İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Medya bölümünde akademisyen Dr. Aylin Dağsalgüler konuşmasına 90’lardan 2000’lere kadar televizyon dizilerinin ve izleyicilerinin nasıl değiştiğini anlattı.
“90’larda hayatımızda çok dizi yok ama ekranla, özel televizyonlarla beraber çok haşır neşir olmaya başlamamız ve televizyon ekranının orta sınıfın evini değiştirmeye başladığı bir dönem 90’lar.
90’lar son yıllarda müzikleriyle çok anılan bir dönem, ama toplumsal, ekonomik ve siyasal açıdan pek parlak bir dönem değil. Pek güvenli bir ortamda değiliz ama bu sırada çok televizyon izliyoruz. Önce korsan başlayan, sonra anayasanın değiştiği 93’te, ardından RTÜK’ün kurulduğu 94’te hızlanan, televizyon kültürüyle beraber çok eğlendiğimiz bir ev ortamı var. O dönem, Kaynanalar, Süper Baba, Bizimkiler çok izleniyordu. Bizimkiler Türkiye modernleşmesinin bir temsilidir. O apartman hayatı, yeni istihdam alanları, apartmanın içinde farklı mesleklerden insanlar… Memuru, emeklisi, esnafı beraber yaşıyorlar. Kaynanalar‘ı ise bugün Kızılcık Şerbeti ve Kızıl Goncalar üzerinden tekrar hatırladık. Çünkü orada da modern ve geleneksel karşıtlığı var. Ama o dönem Kızılcık Şerbeti ve Kızıl Goncalar ile ilişkimizden çok farklı olarak biz gelenekselin yanındayız.”
90’ların sonunda İkinci Bahar ve Şehnaz Tango ön plana çıktığını anlatan Dağsalgüler şöyle devam etti: .
“Örneğin Şehnaz Tango, çok önemli dizilerden biridir çünkü o dönem ekranda Perran Kutman yaşlarında, ekranın dayattığı beden ölçülerinin dışında bir başrol karakteri yok. O başrol hayatına bekar olarak devam edebilip, isterse bir ilişki yaşayabiliyor. O liberal özgür dünya hikayesi çok uzun yıllardır yok.
2000’lere bakış
“2000’lerde hikaye biraz değişiyor, hem daha hareketli bir medya ortamı var. 2001’de TMSF’nin el koymasıyla pek çok medya şirketi el değiştiriyor, yabancı ortaklar giriyor, daha renkli, daha rekabetçi bir dünya var ve orada başka diziler giriyor hayatımıza” diyen Dağsalgüler’in ardından gazeteci Elçin Yahşi, o yıllarda dizi sektörünün gelişimini şöyle anlattı:
“Asmalı Konak ilk aklımıza gelen, beyaz Türklerin de seyrettiği dizilerden biri. 2000’lerde ilk kez bir dizi ihraç ediliyor. Örneğin 2008 tarihli Gümüş dizisi, Arap ülkelerine ihraç ediliyor. Latin ülkelerinde de Türk dizilerinin izlenmeye başlandığını görüyoruz. Yavaş yavaş dünyaya yayıldığımızı görüyoruz ama tam farkında değiliz. Sonra 2011’de Muhteşem Yüzyıl başlıyor. Romantik komedi, yaz dizileri furyası başladı televizyonlarda. Ve onların Avrupa ülkelerine satıldığını, ve çok fazla izlendiğini görmeye başladık. Mesela Kiraz Mevsimi İtalya’da olay oldu. Mipcomlar, fuarlar standlar magazin basınında yer bulmaya başladı. Eskiden sadece sektör içinde kalan bu fuarlara, starlar gitmeye başladı, kanallar orada standlar açmaya başladı.”
Gülseren Budayıcıoğlu ve toplumun terapiyle tanışması
2017’den itibaren televizyonlarda Gülseren Budayıcıoğlu fenomeninin başladığını anlatan Yahşi, bunun televizyonlardaki etkilerini ise şöyle özetledi:
“2017 ile beraber İstanbullu Gelin dizi başlıyor. Gülseren Budayıcıoğlu’nun bir hikayesinden uyarlanan ilk dizi. Fakat Fırat Tanış ve Tilbe Saran’ın terapi sahneleriyle aslında dizi Türkiye’yi terapiyle tanıştırdı. O sahneler izlemeye doyulamadı, gözümüzün önünde gayet toksik bir erkek karakter, düzgün bir insana dönüştü. Terapinin korkulacak ya da çekinilecek bir şey olmadığı, insana yardımcı olan bir şey olduğu ortaya çıktı.
Daha sonra Kırmızı Oda geldi. Gülseren Budayıcıoğlu’nun terapi hikayelerinden oluşan bir dizi. Bunun hemen arkasından Camdaki Kız ve Masumlar Apartmanı geldi. Budayıcıoğlu ile birlikte hayatımıza ‘gerçek hayat hikayesi’ kavramı girdi. Bu iş öyle bir noktaya geldi ki, Star TV kanalını Gülseren Budayıcıoğlu ve onunla çalışan OGM medyaya teslim etti.”
Kızılcık Şerbeti, Ömer ve Kızıl Goncalar
“Ve sonra Kızılcık Şerbeti başladı. Başlarda çektiği tepki kadar izleyici çekmedi. Ortalama reytinglerle başladı. Yavaş yavaş seyredilmeye başlandı. Bu sırada Nursema’nın dizi içinde güçlenmesi, ailesine karşı gelmesiyle birlikte sosyal medyada da yer almaya başladı. Ve Kızılcık Şerbeti’nin herkes izlemeye başladık. Bu diziyle beraber Ömer diye bir dizi geldi. Çok tutucu bir dindar ailenin içinde geçiyor ve bu Ortodoks Yahudilerin hayatını anlatan çok güzel bir diziden uyarlama esasen. Ve bir süre sonra da Kızıl Goncalar başladı. Bu üç dizinin ortak özelliği daha önce ekranda temsil edilmeyen Müslümanların gerçek hayatlarını izlemeye başladık. Belki de o yüzden bu kadar merak edip ekran başına geçtik. Youtube’da gezinirken Ruşen Çakır’ı Tuğrul Eryılmaz ile Kızıl Goncalar konuşurken görüyorum mesela. Böyle bir şey aklımın ucundan geçmezdi. Bu noktaya kadar geldik.”