Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Yardımcı Doçent Doktor Esra Mungan ile Boğaziçi Üniversitesi’ndeki ‘kayyım rektör’ protestolarında toplumsal cinsiyet sembollerinin anlamı ve akademisyen ve öğrencilerin talepleri üzerine konuştuk.
Boğaziçi Üniversitesi’nde geçtiğimiz haftalarda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2015 seçimlerinde AKP milletvekili aday adayı olan Prof. Dr. Melih Bulu’yu rektör olarak atamasının ardından başlayan protestolar dinmek bilmiyor. Kalabalık kitlelerin toplandığı eylemlere, Boğaziçi öğrencileri, akademisyenleri, eski mezunlar ve bir çok farklı üniversiteden öğrenciler de destek veriyor.
Eşitlik, Adalet, Kadın Platformu olarak, yaratıcı sloganların ve LGBTI+ sembollerinin öne çıktığı bu protestolardaki talepleri aktarmak ve toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilişkisini irdelemek için Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Yardımcı Doçent Doktor Esra Mungan ile konuştuk.
Boğaziçi öğrencileri ve akademisyenleri ne istiyor?
Üniversitemde hoca olarak geçirdiğim 18 yıl içinde daha önce hiç görmediğim derecede, hem öğrencilerin, hem hocaların, hem mezunların, hem yetkili sendikanın asgari müşterek itibariyle inanılmaz ortak bir duruşu ortaya çıktı. O asgari müşterek nedir? 15 Temmuz 2016’nın verdiği fırsatla 21 Temmuz 2016’da başlayıp 17 Temmuz 2018’de sona eren OHAL rejimi altında 3 Ekim 2016’da çıkan 676 sayılı KHK ile birden, hiçbir üniversite bileşenine danışılmadan, tepeden inme rektörlük seçimlerinin iptali kararnamesine itirazdır. Bu gerçek bir yasa değil çünkü ülkemizin o zamanki parlamenter sisteminin onayından geçmemiştir. Dolayısıyla meşru olmaması bir yana, kanuni bile değildir. Dünyanın hiçbir düzgün üniversitesinde, hele ki sıralamalarda iyi yerlerde olan üniversitelerde, üniversite bileşenlerini tümüyle bypass (Aziz Nesin’in güzel tabiriyle “yangeç”) eden bir sistem yoktur. Bu ancak Kuzey Kore gibi yerlerde olabilir, Afrika ülkelerinde dahi böyle olduğunu düşünmüyorum, belki bir iki istisna dışında ki o istisna ülkeler herhalde ülkemizin örnek alacağı cinsten değil.
1 Ocak’ı 2 Ocak’a bağlayan bir geceyarısı resmi gazete yayınıyla öğrendiğimiz bu atamaya cevaben hocalar hemen 2 Ocak’ta senatomuzun 3 Ekim 2012’de kabul ettiği temel ilkelerini basına ve kamuoyunun dikkatine sundu (ki bu temel ilkeler üniversitelerin genel işleyişine dairdir ve tüm üniversiteler için örnek olması hedefiyle yazılmıştır). Öğrenciler de 4 Ocak itibariyle güçlü bir şekilde bu prensip temelli itirazlarını devasa bir forumla dile getirdi ve o günden beri eylemdeler. Öğrencilerin forumundan sonra akşamüstü ve ertesi sabahı öğrencilere uygulanan şiddete ve gözaltılara cevaben hocalar güney meydanda sessiz nöbete başladı. Bu nöbette, kampüsümüzün tüm diğer canlıların da eşliğinde, cübbelerimizle sırtımızı rektörlük binasına döndük. Bu eylemimiz aynen devam ediyor. 8 Ocak cuma günü ise hocalar olarak yaklaşık 150’imiz fiziken ve 160 kadarımız çevrimiçi bağlanarak kampüsümüzün basamaklarında yine Boğaziçi tarihinde ender rastlanır bir ortaklığı görünür kıldık. 10 Ocak pazar günü ise 400’e yakın hoca olarak çevrimiçi ortamda bir araya geldik.
Bu inanılmaz haklı mücadelemizi sürdürmemiz, büyütmemiz şart ama tabii ki işimiz kolay değil çünkü karşı tarafın bambaşka maksatları var. Yine de bu olanlar, üniversitenin diploma veren bir apartman yapı olmadığını, üniversitenin bir meslek edinme kurs yeri de olmadığını, üniversitenin asıl bir düşünme ve yeni fikir üretme yeri olduğunu tüm kamuoyuna hatırlatma imkanı sunmuştur. Bunu öğrencilerimiz de duruşlarıyla güzel bir şekilde hatırlatmaktadır, çünkü liseden sonra üniversitemizde eğitimlerine başladıklarında üniversitemizin sunduğu özgürlük alanları sayesinde bu farkı hissedebilmektedirler.
Öğrenciler nasıl bir aktivizm sergiliyor ve bunda kadınların rolü nedir? Bu eylemlerde kayyum rektöre karşı bir protestonun yanı sıra mesela son yıllarda baskı altında olan LGBTI+ sembollerini de görüyoruz. Bu sembollerin varlığını nasıl değerlendiriyorsunuz? Protestolara toplumsal cinsiyet perspektifinden bakmak mümkün müdür?
Gözaltına alınan öğrencilerin bırakılmasının ardından (Kaynak: BBC Türkçe)
Öğrencilerin aktivizmi tam da bu çağın gençlerinin aktivizmini yansıtıyor. “Eski solcu abilerin” aşırı yavaş, aşırı yavan 4/4’lük sloganları yerine bizim kadın hareketinden ve LGBTI+ hareketinden bildiğimiz ve sevdiğimiz kıpır kıpır, yepyeni sözler barındıran ve illaki ritmi kıvrak ve aksak olan bir hareketlilik var. Kadınların ve lgbti+’nin varlığı tam da bunu yaratabilmiştir. Mesela “gizli özneler” isimli ekibin rap protestosu bile bunu gösteriyor, hele ki rap’in çok ağırlıklı erkeklerin hüküm sürdüğü bir müzik formu olduğunu düşünürsek.
Yine öğrencilerin Aşık Mahzuni’den uyarladıkıları şarkıyı söylerkenki görüntüde bu bariz dokunuşu görmek mümkün. LGBTI+ hareketi şu an yoğun bir baskı altında, dediğiniz gibi, hatta artık kadın hareketi de o baskıdan payını almış durumda, 8 Mart ve 25 Kasım yürüyüşlerindeki şiddetli polis müdahalesinin de gösterdiği gibi. Benim neslimin ana akım üniversite gençliğinin tek hayali para puldu, oysa bu neslin ana akım üniversite gençliğinin en önemli mücadelesi özgürlükleri için, hangi zümreden gelirse gelsin. Bu olduğu müddetçe tüm bu şiddete rağmen gelmekte olan muazzam bir değişim dalgasını engellemek kanımca asla mümkün olmayacaktır, aynısı toplumsal cinsiyet mücadelesi için de söz konusudur.
Bu yüzyılın kadınların yüzyılı olduğunu düşünüyorum, yine kendi gençlik dönemi ile kıyasla bu yeni neslin erkeklerinde bile duyarlılıkların arttığını görüyorum. Bu çok önemli bir başarı ve bunu kadınların amansız, özgün, inatçı ve çok haklı mücadelesi sağlamıştır. Dolayısıyla buradaki mücadelede de, aynen Gezi’de olduğu gibi ve aynen İstanbul Sözleşmesi mücadelemizde olduğu gibi buram buram bir toplumsal cinsiyet perspektifi de var. Boğaziçi’nde olana dönecek olursak, nihayetinde üniversitemizin hiçbir akademik oluşumuna danışılmadan tek bir erkek tarafından rektör koltuğuna oturtulmak üzere tepeden inme bir erkek getirilmiştir.