“Gerçek anlamda feminist bir dış politika, bir silahlanma çağrısı ya da Batılı değerlerle uyuşmayan devletlere karşı yeni bir soğuk savaş olmamalıdır. Güçlendirmek, insanların ne istediğini dinlemek ve bunu başarmalarına yardımcı olmak anlamına gelir.”

Çeviri: Eda Doğançay
Azadeh Moaveni / Guardian
Laura Bush’un Afganistan’ın işgalinin kadınları özgürleştireceğini ilan ettiği ünlü radyo konuşmasından, Trump yönetiminin İran’la nükleer anlaşmadan çekilirken kadın haklarından söz etmesine kadar, modern dünyada savaşmak genellikle cinsiyet eşitliği ile ilişkilendiriliyor. Batı, bombalar, insansız hava araçları veya ekonomik savaş yoluyla uzak yerlerdeki çıkarını gözetmek için eril bir yaklaşım benimserken savunuculuklarına mini etekli kadınların sepya fotoğraflarının eşlik etmesini seviyorlar. Gerçek saikler ne olursa olsun, onlara kadınlara özgürlüğünü temin etme söylemine bu fotoğrafların eşlik etmesi, Batılı müdahalelerde standart bir uygulama haline geldi.
“Etik dış politika” denilince aklımıza genellikle bu tip kuşku uyandırıcı hamleler geliyor. Ama arka planında sessiz sedasız yürüyen bir çalışma var aslında. Halihazırda, batının dış politikası hükümetlerin stratejik çıkarları olan alanlarda barışı ve istikrarı desteklemesine dayanıyor. Bu, gelişmekte olan ülkelerin ordularını iyileştirmek üzere danışmanlar göndermeyi, mali yardımlar yoluyla sağlık ve eğitimi desteklemeyi ve işler çok kötüye gitmeden önce tarafların müzakere etmelerini sağlamak için diplomasi yürütmeyi içeriyor. Yıllardır, çeşitli hükümetler toplumsal cinsiyet eşitliğini de bu çalışmalara dahil ediyor. Kalkınma yardımı, şu anda İngiltere’de olduğu gibi, dış politika ile usulen aynı kefeye konduğunda bu tür girişimler ciddi siyasi destek toplayabiliyor.
Feminizmin dış politika üzerinde etkisi olması gerektiği fikri uzun bir geçmişe dayanır. Dünyanın dört bir yanından, özellikle de gelişmekte olan ülkelerdeki aktivistler, devletlerin ihtiyaçlarını dinlemelerini ve beklentilerini karşılayan dış politikalar geliştirmelerini talep etmek için yıllarca bir araya geldi. Bu çabalar sonucunda Birleşmiş Milletler’de somut adımlar atıldı ve kadın, barış ve güvenlikle ilgili kararların alınmasına yol açtı. Batı’daki feminist hareketler bunun üzerine hükümetlerden, kendi ülkelerinde hayata geçirdikleri türden reformları yurtdışında da uygulamalarını talep etti. Tüm bunların temelinde, elde edilecek faydaya dair kurnazca bir hesap vardı: Kadınların ve kız çocuklarının refah koşullarını iyileştirmenin ülkeleri daha başarılı kılacağı ve iç çatışma veya başkalarına saldırma olasılığını azaltacağı düşünüldü.
Peki etkili oldu mu? Kadın arabulucuların sayısının artması, yoksullar için temiz ocaklar kurulması ve kadınları karar alma süreçlerine ve barış müzakerelerine dahil etme gibi daha az çekişmeli önlemler dışında cevap kısmen ne tür bir feminizmi desteklendiğinize bağlı. Örneğin hukuk profesörü Catharine MacKinnon şöyle der: “Amerika’nın Taliban’a karşı savaşında, kısa bir süre için kadınların dış politikada sözü vardı ya da kısa bir süre için üretilen bahanenin bir parçası oldular.” Kadınları ABD dış politikasının merkezi haline getiren Hillary Clinton, bazı ilerlemeler kaydedildiğini iddia ediyor ve kadın liderliğinin “daha fazla işbirliği, eşitlik ve istikrara katkıda bulunduğunu” savunarak daha fazla kadının daha yüksek makamlara getirilmesi çağrısında bulunuyor.
Ancak Rafia Zakaria’nın Against White Feminism adlı kitabında yazdığı gibi, “feminist” dış politikalar izleyen politikacılar, eş zamanlı olarak kadınlara zarar veren, tecavüze ve yoksulluğa yol açan çatışmaları körükleyen başka seçimler yapıyor olabilirler. Hükümetlerin, Suudi Arabistan’a silah satarken, Yemenli kadınları barış görüşmelerine dahil etmelerini talep etmenin ne kadar yararlı ve feminist olduğunu sorguluyor Zakaria. Hükümetlerin toplumsal cinsiyet eşitliğini ilerletmek için ayırdığı yardımların bile, çoğu zaman kadınların tabandaki aktivizmini baltaladığını ve insanları siyasi faaliyetlerde bulunmak yerine STK’ları sadece devamlılıklarını sağlamaya teşvik ettiğini savunuyor.
Silahlı güç kullanımını, Batı feminizmini savunma saikiyle bir araya getirme eğiliminin daha da kötü sonuçları var. Örneğin birçok savaşta, IŞİD’den Taliban’a kadar isyancı grupların, “anti-emperyalizm” nidalarıyla feminizm karşıtlığını bir araya getirmesine neden olmuştur bu.
Öyleyse hükümetlerin, toplumsal cinsiyet eşitliğini dış politikanın temel direği olarak görmeyi tamamen bırakmaları daha mı iyi olur? Bazı önde gelen isimlerin bunu dile getirmişliği var. Profesör David Wood geçenlerde bir makalesinde cinsiyet eşitliği arayışının temelde bir aile içi mücadele olduğunu savundu. Tüm çatışmaların cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanmadığına veya şekillendirilmediğine inanan Wood’a göre, hükümetler ve bağışçılar, savaşları sona erdirmek için her türlü çabaya toplumsal cinsiyetin güçlendirilmesi talebini dahil ederek, alakasız sorunların peşine takılabilir ve en nihayetinde şiddete son veremeyebilirler.
Ancak hatalı müdahalelerin ve zararlı politikaların önüne geçmek amacıyla bile bu şekilde düşünmek doğru değil. Egemen devletlerin tutumu dünya genelinde ve özellikle küresel güneyde kadınların ve kız çocuklarının yaşamlarını ve güvenliklerini bu denli şekillendirirken, ne feminizm ne de toplumsal cinsiyet eşitliği küresel siyasetten ayrı tutulamaz. Feminizm referanslı bazı politikaların çifte standardı ve ikiyüzlülüğü eleştiriye çok açık olsa da, kadınların refahı bir toplumun ekonomik ve siyasi vaziyetinin bir göstergesi olarak çok önemli ve aydınlatıcı olmaya devam ediyor.
Örneğin bugün Afganistan’da, Afgan kadın ve kız çocuklarının yaşamları ya önemlidir ya da değildir. Devletler adalete bağlılıklarında ciddiyse, önce yoksullaşmanın önüne geçmesi ve en azından Afgan devletinin şu anki bekçisi konumundaki Taliban ile bir şekilde anlaşmaya varmalıdır.
Bazıları için böyle bir anlaşma kabul edilemez, kuşkusuz ki her iki taraftın da ateşli savunucuları var. Ancak sadece bir taraf, kadın ve kız çocuklarının fiziksel olarak korunması, doğumhanelerde ışıkların açık tutulması ve kız çocuklarının yoksulluk çeken aileler tarafından erken yaşta evlendirilmek üzere satılmasının önlenmesi ile sonuçlanacaktır. Gerçek anlamda feminist bir dış politika, bir silahlanma çağrısı ya da Batılı değerlerle uyuşmayan devletlere karşı yeni bir soğuk savaş olmamalıdır. Güçlendirmek, insanların ne istediğini dinlemek ve bunu başarmalarına yardımcı olmak anlamına gelir.
Kaynak: Guardian