Sizinle çok özel bir kadının hikayesini paylaşmak istiyorum. O abimin eşi olmanın ötesinde, çok sevdiğim biricik ablam.

Aşk ile sevilmiş kadınları ilk bakışta tanırsınız. Gülüşlerinde bir özgüven, gözlerinde sizi sarıp sarmalayan bir şefkat hissedersiniz. Feraye abla işte böyle bir kadındır. Feraye diye yazdım ama, onun söylerken vurguladığı gibi asıl adı Ferayi’dir.
Ferayi sevinç, mutluluk, ferahlık anlamına geliyor. İki erkek çocuktan sonra aileye gelen ilk kız çocuk olan Ferayi’nin ailesine getirdiği mutluluk ve sevinci anlatsın diye konmuş olduğunu düşündüğüm bu isim ona bütün yaşamı boyunca çevresine mutluluk verme misyonunu da yüklemiş gibidir.
Kilimlili Bir Kızın Gençlik Hayalleri
Ferayi abla Zonguldak’ın Kilimli ilçesinde bir ailenin üçüncü çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Zonguldak yetmişli yılların işçi hareketlerinin merkezi. Nüfusu yedi yüz bin civarında olan ilerici bir şehir. Kilimli kömür ocaklarının tozu, denizin yosun kokusu yanında sessiz sakin bir belde. Ferayi ablalar, iki katlı evlerinin bahçesinde sebzeler yetiştiriyor, kümeste tavuk besliyorlar, evlerindeki kömür sobasında çaylar kaynıyor, kestane pişiyor. O Kilimli’nin doğa ile barışık, sakin yaşamını öyle çok seviyor ki, yıllar sonra İstanbul’da oturacağı evinde kendi sebzesini meyvesini yetiştirip, tavuk besleyerek gençliğinin Kilimlisini İstanbul’a kuracaktır.
Babası Turan Ulutürk. Kilimli Türkiye Taş Kömürü işletmelerinde memur. Orta boylu, ince yapılı, kumral, yumuşak gülüşlü bir adam. O, her sabah takım elbisesi ve ince kravatı ile işine giden, akşam evine erken gelen, karısı ve çocukları ile oturduğu yemek masasında bir çay bardağında rakısını ile demlenen, sevecen bir adam olarak hatırlıyor babasını. Babasına ilişkin çok fazla hatırası yok, zira Turan bey, Ferayi abla daha dokuz yaşındayken bir trafik kazasında ansızın ölüveriyor.
Çocuk yaşta tanışıyor ölümün soğuk yüzü ile. İki ağabeyi ve bir kız kardeşi ile yetim kalıyor. Annesi Nazire Hanım evin sorumluluğunu alıyor. Daha kırkına gelmeden dul kalan Nazire Hanım’ın elinden her iş geliyor. Çok güzel yemek yapıyor, dikiş dikiyor, dört çocuğa hem annelik hem babalık yapıyor. Çocuklarını sevgi içinde yetiştiriyor. Hepsinin liseyi bitirmelerini sağlıyor.
Kilimli küçük yer, yirmi bin nüfus ya var ya yok. Kilimlililer, devrimci sol kültürü benimsemiş, laik, kadın erkek eşitliğini içselleştirmiş, cumhuriyet değerlerine sahip, Atatürk sevdalısı insanlar. Akraba, komşu, eş, dost bu beş kişilik güçlü ailenin üzerine titriyor. Babanın eksikliğini hissettirmemeye çalışıyorlar.
Ailenin iki erkeği Necati ve Hayati abiler kız kardeşleri Ferayi ve Ferda’nın duygu ve düşüncelerine saygı gösteriyorlar. Nazire hanım ailenin tümüne mesafeli bir saygı ilişkisini öğretiyor. Genç kızların hayallerinin üzerine abilerin kısıtlayıcı gölgesi düşmesin istiyor.
Ferayi’nin şehir yaşamı ile ilk buluşması Zonguldak merkezde oluyor. Büyük halaya gidiyor bazı hafta sonları. Kuzenleri ve onların arkadaşları ile kızlı erkekli kafelere gitmekten hoşlanıyor. Ajda Pekkan’ı, Barış Manço’yu, Cem Karaca’yı oralarda dinliyor. Belki de, Selvi Boylum Al Yazmalım filmindeki Türkan Şoray’ın oynadığı Asya karakterinden etkileniyor. Âşık olacağı erkeğin onu sevmesi kadar güvenilir olması gerektiğini de düşünüyor.
HEY dergisi ile lisedeyken tanışıyor. HEY o dönemim en popüler gençlik dergisi. Müzik moda, popüler kültür oradan takip ediliyor. İstanbul gibi büyük şehirlerde yaşayanlar kadar Kilimli gibi küçük beldelerde yaşayan gençler de yetmişli yılların “masumiyetini” bu dergi ile paylaşıyor. Genç Ferayi ara sıra derginin son sayfalarında yer alan arkadaş köşesinin rumuzlu tanıtımlara da bakıyor.
Selçuk Rumuzlu Selo ile Mektuplaşma ve İlk Aşk
Genç kızlık hayallerini beyaz atlı bir prens süslüyor. Kumral uzun saçlarını kimi zaman örüyor, kimi zaman açık bırakıyor. Moda dergilerinden modeller seçiyor, becerikli Nazire hanım kızının seçtiği modelleri çok güzel dikiyor.
Büyük abisi Necati uzaktan bir akrabalarının kızı ile evleniyor. O ise kısıtlı Kilimli çevresi içinde kalmak istemiyor. Lise son sınıfta eline geçen bir HEY dergisinin arkadaşlık bölümünde müzik, fotoğraf ve gezmek sevdiğini söyleyen “Selçuk” rumuzla bir erkeğe mektup yazmaya karar veriyor. Mektubun gizemli büyüsü ile başlıyor yazışmalar. İstanbulda yaşayan bu genç benim en büyük abim; Selahattin. O yıllarda üniversitede gazetecilik okuyor, fotoğrafa meraklı. Sonraki yazışmalarda Selahattin, ailesinin Mardin’li olduğunu, 3 kardeşi anne baba ve büyük anneler ile yaşayan bir ailenin en büyük çocuğu olduğunu yazıyor. Sonra fotoğraflar gelip gidiyor.
Bu yazışmalar ikisinde de var olan romantizm ile gelişiyor, derinleşiyor. Selahattin abi Ferayi ablaya aşık oluyor. Bu aşk her ikisinin de ilk aşkı mı bilmiyorum ama daha dokuz yaşında olan benim hatırladığım şey Selahattin abinin Ferayi ablanın adı geçtiğinde yüzünde güller açtığıydı.
Hele ilk kez Ferayi abla ile Gölcük’te buluşmaya gidişini hiç unutmuyorum; Selahattin abinin Feraye ablaya olan aşkı bütün aile tarafından benimsenmiş, onunla ilk tanışmaya gidişi hepimiz için heyecanlı bir bekleyiş olmuştu. Annemin Ferayi ablaya bir hediye yolladığını hatırlıyorum.
İki genç ilk kez Ferayi’nin akrabalarının yaşadığı Gölcük’te buluştular. Her ikisinin ailesinden uzak ama yakın akrabalarının da göz kulak olduğu bir ortamda tanışma gerçekleşti.
Ferayi daha 17 Selahattin 21 yaşındaydı. Üç dört aydır yazdıkları mektuplar ile her ikisi de birbirlerini yakından tanıyordu, fiziksel olarak ilk görüştüklerinde birbirlerini sanki yıllardır tanıyor gibiydiler.
Selahattin, modern, samimi, güler yüzlü güzel Ferayi’nin onun için en uygun yaşam arkadaşı olacağına inandı. Ailenin en büyük çocuğu olarak, annesi tarafından aile sorumluluğu ile büyümüş Selahattin abi için bu ilişkinin sonu evlilik olmalı ve doğacak erkek çocuğun adı HEY dergisi rumuzda olduğu gibi Selçuk koymalıydılar.
Ferayi, özgüvenli, sevgi dolu, becerikli, gelecek için hayalleri olan, romantik Selahattin abiyi yaşam arkadaşı olarak çok uygun buldu. Onda yaşının ilerisinde olan bir olgunluk vardı. Babasız büyümenin getirdiği güven ihtiyacını, koruyucu, babacan tavırlarıyla onun sağlayacağını düşündü. Selahattin’in iyi bir eş iyi bir baba olma potansiyelinin yüksek olduğuna inandı.
Ferayi liseyi bitirdiği yıl, Selahattin abi Üniversite’den gazetecilik fakültesinden fotoğrafçılık bölümünden mezun oluyordu. Hemen evlenmenin önünde bir engel kalmamıştı.
Zonguldaklı ve Mardinli Ailelerin Ortaklığı
Batı Karadeniz’in küçük bir kasabasından olan Ferayi’nin ailesi ile beş yıl önce İstanbul’a göç eden ve şehre tutunmaya çalışan Mardinli Selahattin’in ailesi çabuk kaynaştı. Nazire hanım ve annem Ülviş, süreci güler yüzle ve şefkatle yönetti.
Zonguldak’a gidilip kız istemek, nişan yapmak o günün koşullarında organize edilmesi gereken şeylerdi. Bizim aile sekiz on kişi Kilimli’ye gittiğimizi, kız isteme, söz ve nişanın o akşam yapıldığını, yüzüklerin bir aile büyüğü tarafından takılıp, danslar edildiğini hatırlıyorum. Nazire hanım ve Ulviş karşılıklı oynayarak mutluluklarını paylaşmaları bu iki aile ortaklının sorunsuz ilerleyeceğinin habercisiydi. O gece, Otel olmayan Kilimli’de, kadınlar Ferayi ablalarda kaldı, erkekler başka evlere yatmaya gittiler.
Ertesi sabah taze pişen börekler, ev yapımı reçeller ile şahane bir kahvaltıdan sonra, arabalarla İstanbul’a şarkılar söyleyerek döndüğümüzü hatırlıyorum.
Döner dönmez düğün hazırlıkları başladı. Bizim eve yakın bir daire kiralandı. Beş katlı bir apartmanın en üst katında olan dairenin kendisi küçük ama Yenikapı sahiline bakan, deniz manzaralı büyükçe bir terası vardı.
1975 yazında evlendiler.

Nikah 15 Temmuz’da, İstanbul’un nemli sıcağında, Beyoğlu evlendirme dairesinde kıyıldı. Ferayi abla Nazire hanımın diktiği gelinliği ve beyaz şapkası ile Monako prensesi Karolin’i andırıyordu. Selahattin abi bordo kadife ceketi ve papyonu ile yakışıklı bir damat olarak gururla koluna taktığı Ferayi abla ile girdi salona. Kısa nikah merasiminden sonra çekilen fotoğraflarda biraz şaşkınlık biraz telaş gözüküyor.
Düğün kutlaması o akşam Aksaraydaki evimizin geniş salonunda yapıldı. Evimizde en çok içkinin o gün içildiğini hatırlıyorum. Babamın bana uzattığı beyaz renkli rakı bardağından ilk alkollümü henüz dokuz yaşındayken o akşam içtim.
Gençlerin büyüklere saygı göstergesi olarak onların önünde sigara içmediği zamanlarda Feraye abla ve diğer gençlerin kaçamak sigaralarını evin iki cephesini çevreleyen balkonun köşesinde içtiklerini hatırlıyorum. Büyükler görüldüğü zaman sigarayı avuç içinde saklamak erkeklerin daha marifetli olduğu bir hareketti. Örneğin ortanca abim Sadi bu işi çok iyi kıvırırdı.
Annem, babaannem ve anneannem hariç hepimiz o akşam biraz sarhoştuk. Düğün geç saatlere kadar devam etti. Gelin damat evine gittiğinde ev boşalmamıştı zira evimizin bütün odaları şehir dışından gelen misafirler ile doluydu.
Ferayi abla bizim aileye hızlı uyum sağladı. Bunda bizim ailenin şehre dışardan gelen herkesin sahiplenilmesi gerektiğine ilişkin duyarlılığının yanında, Ülviş’in Ferayi ablayı büyük kızı gibi sahiplenmesin etkisi vardı elbet. Ama asıl işi Ferayi abla yapmıştı. O güzel güler yüzü ile ailenin büyüklerine gösterdiği saygı ve biz küçüklere gösterdiği sevgi ile hepimizin kalbini kazanmıştı.
Biri 19 Diğeri 64 Yaşındaki İki Kadının Yoldaşlığı
Selahattin abi ailesini geçindirmek için fotoğrafçılık mesleğini farklı yerlerde icra etmek üzere gece gündüz çalışmaya başladı. Akşamları popüler kulüplerde fotoğrafçılık, gündüzleri kongre, şirket, defile çekimlerine giderek ailesinin geçimini kazanmaya başladı.
Evliliğin ilk zamanlarında en büyük sorun Selahattin abinin gece işinden dolayı eve geç gelmesiydi. Akşamları Ferayi ablanın tek başına kalmasına annemin gönlü el vermiyordu. Anneannemin Ferayi ablaya akşamları yoldaşlık yapmasına karar verildi.
Anneannemin adı Ayşe’ydi. Onu “mama Ayşe” diye çağırırdık. Teni mis gibi kokan, son derece titiz düzenli, oturduğu yerde tespihini çekip ara ara uyuklayan melek gibi bir kadındı. Pek az Türkçe konuşan, yavaş hareket eden, güler yüzlü bilge bir kadındı. Geçirdiği trafik kazası sonucunda kırılan kolunu pek iyi kullanamaz, kalın gözlükleri ile etrafı seçmeye çalışırdı. Dış görüntüsünden pek anlaşılmayacak şekilde sigaraya meraklıydı. Çok sevdiği torunu Selahattin’in eşine yoldaşlık etmek ona mutluluk vermişti. Ferayi abla da evinde rahat rahat karşılıklı sigara içebildiği Mama Ayşe ile çok iyi anlaştı. Biri 19 diğeri 64 yaşında iki kadının kahve ve sigara eşliğindeki sınırlı sözcükler ile sürdürdüğü yoldaşlık şimdi bana çok anlamlı geliyor.
Ailede Ferayi Abla Faktörü
Ferayi abla annemin büyük kızı olarak onun ev gezmelerine eşlik eder, evdeki her türlü yemek ve kutlama birlikte organize ederdi. Bizimle yaşayan babaannem zor kadındı. Türkçe bilmezdi ama torununun eşinin saygılı davranışlarından etkilenmiş onu sevmişti. Abimler evde genç bir kadının gelmesinden sonra kendilerine sanki daha bir çeki düzen verdiler. Evde Arapça konuşmayan bir genç kadının olması herkesin daha dikkatli davranmasını sağladı. Feraye abla varken anne babam kendi aralarında Arapça konuşmamaya özen gösterir, erkekler evde atletle dolaşmazdı.
Ailenin en şanslısı bendim. Annemden alamadığım bazı destekleri Ferayi abla da bulmuştum. Misal, annem ağda kaynatmayı bilmezdi, ağda günlerine katılarak ilk kadın deneyimlerimi onunla yaşadım. Etek giymeyi, küpe takmayı, makyaj yapmayı ondan öğrendim.
Teyzemler, halamlar, kızlı erkekli bütün kuzenlerimiz Ferayi ablayı sadece Selahattin abinin eşi olarak değil, sevecen, ilgili, destekçi bir kadın olarak çok sevdi.
Annemin Ferayi ablanın yüzünü biraz olsun asık gördüğünde abimi kenara çekip “senin artık akşam işini bitirmen gerekli” dediğine tanıklık etmişliğim var.
Burçin ve Selçuk ve Büyüyen Aile
Evlendiklerinden bir buçuk yıl sonra ilk çocukları Burçin doğdu. Burçin Babaannesi ve dedesinin küçük prensesi olarak büyük ailemize neşe ve keyif kattı. Sonra beklenen “Selçuk” doğdu. Dört jenerasyon nerdeyse birlikte yaşıyor gidiydik. Biz yeni bir eve taşındığımızda Selahattin abiler de karşı daireye taşındı. Ferayi abla yıllar sonra annem için “biz birlikte büyüdük” diyecekti.
Zamanla, Ferayi ablanın ailesi de bizim ailemizin bir parçası oldu. Küçük ağabeyi Hayati evlenip İstanbul’a yerleşti. Küçük kız kardeş Ferda da evlenip Gölcük’te yaşamaya başladı. Onların eşleri ve çocukları ile kocaman bir aile olmuştuk. Annem Nazire teyzeyi çok sever, bizim mutfağımızda olmayan sebze yemeklerini yapmayı ondan öğrenirdi. Kilimli’ye gitmek şehir yaşamından bıkmış bizler için çok cazip bir yaz tatili deneyimi olurdu.
PİMMS
Selahattin abi gece çalışmalarını azaltmak üzere, PİMMS adındaki ilk fotoğraf stüdyosunu İstanbul’un en eski binalarından biri olan Harbiye’deki El Irak apartmanda açtı. Orada fotoğraf çektirmek isteyen ünlüler ve kurumsal müşterilere daha kolay hizmet verecekti. Nüket Duru, Müjde Ar, Sibel Can gibi ünlülerin çekimleri bu stüdyoda yapıldı. PİMMS markasını bir içki markasından seçtiğini biliyoruz. O zamanlar fotoğrafçılar stüdyolarına Stüdyo Yaşar gibi kendi adlarına olan markalar verirken, Selahattin abinin stüdyosuna bir kurumsal şirket markası vermesi onun pazarlama vizyonunun bir örneği olarak düşünmüşümdür.
Selahattin abi daha sonra Pangaltı’daki daha büyük stüdyosuna geçti. Dijital fotoğrafçılığın olmadığı seksenli yıllarda, fotoğraf filmleri yıkanmak üzere laboratuvara yollanır, filmlerden beğenilenler basılırdı. Ailenin bütün fertleri o stüdyoda çalışmışlığımız vardır.
PİMMS’in olduğu Pangaltı bizim ikinci mahallemiz oldu. Pangaltı o zamanlar daha çok İstanbul Ermenilerinin yaşadığı bir semtti. Tatlı aksanları olan Ermeniler, mahalle dayanışmaları ile bize farklı bir İstanbul sunuyordu. Stüdyonun sekreteri İrma sayesinde bayağı bir Ermeni eş dost edinmiştik. İrma bizim aileden biri olmuştu. Yıllar sonra evlenip Fransa’ya taşındığında çok üzüldüğümüzü hatırlıyorum.
Selahattin abi çalıştığı kurumlar ile kurduğu güven ilişkileri ile işlerini büyüttü. Sektöründeki yenilikleri yakından takip edip, öngörüsü ve girişimciliği ile dijital baskı sektörün ülkedeki ilklerinden biri oldu. Seyrantepe’de beş katlı bir binayı satın alıp taşındığında artık bir fotoğraf sanatçısı değil vizyoner bir iş adamıydı.
İşkolik Selo’nun Aile İşleri Ferayi’ye Emanet
Bir işkolik olan Selahattin abi, ailede para kazanma sorumluluğunu üstlenmiş, diğer işleri Ferayi ablaya bırakmıştı. Burçin ve Selçuk’un hangi okullara gideceği, hazırlık kursları hepsi onun işiydi.

Ferayi abla sadece kendi küçük ailesine değil, kendi ailesinin Kilimli’de yaşayan diğer bireylerine de destek olurdu. İstanbuldaki doktor randevularını o ayarlar, herkese eşlik ederdi. Annesi Nazire teyzenin ileri düzeyde rahim kanseri teşhisini doktorlardan ilk olarak o öğrendi. Ailesinin kanser ile imtihanı daha sonra devam edecekti. Nazire hanımın kanser süreci Ferayi ablaya ve aileye büyük bir şok yaşattı. Annesinin ağır tedavi süreçlerinde hep yanında oldu. Kanser tedavisinin bir insana ne kadar ağır bir yük getirdiğini annesi ile deneyimledi.
Süreçte kanser galip çıktı. Vefat ettiğinde Nazire teyze ellili yaşlarının ortalarında, Feraye abla henüz 32 yaşındaydı.
Selosunun Gururu Sanatçı Ferayi
Nazire teyze Ferayi ablaya sanatsal yeteneğini miras bırakmıştı. O neye elini atsa farklı bir boyut kazandırıyordu. Porselen boyama işine merak salınca Seyrantepe’deki binanın bir katına bir fırın ve boyama atölyesi kuruldu. Boyama hocaları ile çalışmalar başladı. Büyük bir sabır ve titizlik isteyen porselen boyama işi onun yaratıcılığını sanat eserlerine dönüştürdü. Sanat atölyesindeki arkadaşları ile sergiler açtılar.
Bu sergilerin en gururlu kişisi Selahattin abiydi. Karısının üretkenliğinden, sanatçılığından gurur duyuyor, eş dost herkesi sergilere davet ediyordu.
Ferayi abla Selo’su (Selahattin abiyi böyle çağırırdı) ile aynı çalışma mekanını paylaşmaktan, birlikte üretmekten, gelişmekten çok gurur duyuyordu.
Sonunda taşındıkları Beykoz’daki bahçeli ev onun, çiçek ekmek, sebze, meyve yetiştirmek, toprakla uğraşmak hayalini yaşama geçirmesini sağladı.
İki Bağımlılık; Selo ve sigara
Ferayi kendini becerileri ile ifade ederken, kendini geliştirmenin yollarını da aramaya devam etti. İnsan enerjisinin kullanılması, nefes teknikleri ile sağlıklı yaşam süreçlerine merak saldı. Türkiye’nin çeşitli yerlerinden eğitimlere katıldı, eğitmen sertifikası alıp “Nefesle Ferayi” markasını oluşturdu. Bu yoldan kızı Burçin ve torunu Lal de daha sonra geçecekti.
Kendini arama, kendini bulma, üretme ile geçen Ferayi ablanın yaşam yolculuğunda iki bağımlılığı vardı; Selosu ve sigarası.
Kanser ile Mücadele
Ferayi abla son dört yıldır akciğer kanseri ile mücadele ediyor.
Onun güçlü ve sağlam kişiliğini bu mücadelenin her aşamasında yaşadık.
Önce haberi olgunlukla kabul etti. “Bu musibeti ben davet ettim, ben yollayacağım” diyerek kendine yeni bir yol açtı. Enerji teknikleri ile süreci uzatmayı başardı.
Ama son bir yıldır yine acılı tıbbi yöntemlere teslim olmak zorunda kaldı.
Ne zaman konuşsak hep “çok iyi” olduğunu söylüyor ve geleceğe ilişkin planlar yapıyordu. İki hafta önce bütün aile birlikte kutladığımız babalar gününün sonunda bir elinde şarap kadehi, diğerinde sigarası ve yanında Selo’su varken, nemli gözlerle gülümsemesi zihinlerimize onun son görüntüsü olarak kayıt edildi.
Ferayi abla beş gündür yoğun bakım ünitesinde.
Araf’ta bekliyor.
Selahattin Abi karısı ile 15 Temmuz’da evliliklerinin elinci yılını birlikte elele kutlamayı hayal ediyor.
Burçin ve Selçuk her gün onu görmeye giriyor.
Ferayi ablanın bizimle biraz daha fazla zaman geçirmesi için dua ediyoruz.
Ama onun kararına da saygılıyız.
Gülseren Onanç
29 Haziran 2025
İstanbul