Gazeteci Barçın Yinanç, uluslararası basının gündemine oturan ‘koltuk krizi’nin arka planını ve birbirlerini suçlayan tarafların açıklamalarını toplumsal cinsiyet perspektifinden yorumladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Charles Michel ve Ursula von der Leyen’le yaptığı görüşme sırasında von der Leyen’ın ayakta kalması tepki çekmişti. Toplantıdan kameralara yansıyan görüntülerde Erdoğan ve Michel bayrakların önündeki koltuklara otururken, von der Leyen’in ayakta kaldığı, buna tepki gösterdiği ve nereye gideceğini bilemediği görülmüştü. Daha sonra Ursula von der Leyen ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, karşılıklı koltuklara oturmuşlardı.
Michel Facebook hesabından yaptığı açıklamada, “Protokol kurallarının Türk makamları tarafından katı bir şekilde yorumlanması üzücü bir duruma yol açtı: Avrupa Komisyonu Başkanı’na farklı, hatta daha alt düzeyde muamele yapıldı” dedi.
Çavuşoğlu ise yaptığı açıklamada, “Türkiye’ye yönelik haksız ithamlar var. Her ziyarette ziyaret öncesi protokolcüler bir araya gelir düzenleme konusunda görüşmeler yaparlar. Protokolde AB tarafının burada talepleri karşılanmıştır. AB tarafının telkinleri konusunda böyle bir oturma düzeni ayarlanmıştır. Nokta” diyerek, Michel’e karşı çıktı.
İki taraf da birbirini suçluyor
Financial Times’ın bu ikili atışmayı, “Avrupa ve Türkiye ‘koltuk skandalı’yla ilgili olarak birbirlerini suçluyor” şeklinde değerlendirmesinin ardından, gazeteci Barçın Yinanç’la, ‘koltuk krizi’nin arka planını ve toplumsal cinsiyet perspektifinden birbirlerini suçlayan tarafların açıklamalarını konuştuk.
“Bu ziyaret Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiğini açıklamasından iki hafta sonra gerçekleşti. Bu karar Türkiye’nin kadın hakları sicilinin zaten evrensel ortalamanın altında olduğu kanısını iyice pekiştirdi” diyen Yinanç, bu yüzden iki erkek siyasetçinin başköşeye oturup kadın siyasetçinin açıkta kalmasının ilk anda faturasının Türkiye’ye çıkartıldığını söyledi:
“Michel sadece üzüntü beyan etti, özür dilemedi”
“Sonradan anlaşıldı ki, oturma düzeni Charles Michel’in protokol ekibiyle ve bu ekibin telkiniyle kararlaştırılmış. Von der Leyen’in protokol ekibi pandemi önlemleri çerçevesinde seyahata katılmamış. Yani bence Von der Leyen, Michel’den ‘kazık’ yemiş. Michel’in başköşe doğal olarak kendisininmişçesine koltuğa kurulup, Von der Leyen’in ayakta kalmasına neredeyse kayıtsız kalması bize zaten kendisinin kabalığına ve toplumsal cinsiyet eşitliği konusuna bakışına dair bir fikir veriyor.”
“Ancak beni daha da kızdıran, daha sonra yayınladığı açıklamada sadece üzüntü beyan edip; özür dilememiş olması. Üstüne, Türkiye tarafının “uygulamalarına” tabi olduklarını söyleyip, suçu Ankara’ya atmaya çalışması” diyen Yinanç, Von Der Leyen’in İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili tavrını da eleştiriyor:
“Von der Leyen İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma kararına anında tepki göstermedi”
“Bir başka dikkat çekici konu da tabii Von der Leyen’in tavrı. Eğer Avrupa basını olmasaydı, Von der Leyen bu konuyu Charles Michel’le gündeme getirir, tepkisini dile getirir miydi? Görüşmenin hemen akabinde, iki lider arasında ne yaşandığına dair elimde bir bilgi yok. Ama göründüğü kadarıyla Von der Leyen kriz çıkarmadı; Michel’in tavrı ile Von der Leyen’in bir nevi tepkisizliğine sanal dünya ve basının öfkesiyle ortaya bir kriz çıktı.
Von der Leyen Avrupa’da ‘insan hakları ve demokrasi meselelerini bir yana bırakalım, çıkarlar üzerinden ilişkilerimizi sürdürelim’ şeklinde özetlenebilecek stratejinin uygulayıcısı. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma kararına anında tepki gösterenler arasında bulunmuyor. Bu duruma tepki vererek Von der Leyen’i tagleyerek, öfkeli bir tweet atmıştım. Ahım tutmuş olabilir mi?”
Son olarak, Cumhurbaşkanlığı protokolünün de büyük hatası olduğunu ifade eden Yinanç, krizin Türkiye’ye mal edilmesinde İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma kararının etkili olduğunun altını çiziyor:
“Karşı taraf ne derse desin; yine de karşı çıkılıp farklı bir düzen için ısrarcı olunabilirdi. Ne yazık ki toplumsal cinsiyet eşitliğinde Avrupa’nın da istenen seviyede olmadığı gerçeğini gözardı ederek, yaşanan olayın Türkiye’ye mal edilmesinde, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma kararı çok önemli bir rol oynadı.”