Gülseren Pusatloğlu Siyasi Haber için kaleme aldığı yazısında, ülkenin en güçlü muhalif dinamiklerinden olmasına karşın siyaseten muhatap alınmayan kadın hareketinin politik bir özne olarak görülmesi gerektiğini söylüyor.

Gülseren Pusatlıoğlu
Kapitalizmin yapısal bir krizde olduğu günümüzde, dünyanın pek çok ülkesinde patriyarkadan, tekçilik, dincilik ve ırkçılıktan beslenen iktidarlar, faşist politikalarla toplumun tümüne savaş açarken, kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesini bastırarak, emek, beden ve cinselliklerine el koyarak, cinsiyetçi baskıyı artırmaktalar. Ülkemizde de benzer politikaları sürdüren, kadınların eşitliğine inanmayan AKP/MHP iktidarı, feminizmi ve LGBTQ+ları en büyük düşman olarak ilan etmiş durumda. Son 8 Mart feminist gece yürüyüşüne ve geçtiğimiz günlerde Onur yürüyüşlerine saldırılarıyla sosyal, siyasal, ekonomik tüm kamusal alandan kadın ve LGBTQ+ları tecrit etmeye dönük hamlelerini sürdürmekte. Kadın hareketi/feminist hareket ve LGBTQ+lar, tüm bu marjinal ilan etmeye dayalı, kutuplaştırıcı siyasete sokaklarda kitlesellikle karşı çıkıyor, taleplerini ısrarla sürdürüyor.
Feminist hareket politik özne olarak görülmüyor
Geçtiğimiz yıllarda kürtaj yasağı ve İstanbul sözleşmesinin iptaline karşı verilen mücadelede iktidarın onca baskısına karşın yapılan kampanyaların etkisi her yere ulaştı. Feminist hareketin varlığı yer yer övgüyle bile kabul edilir oldu. Bu nesnelliğe ve kadın hareketi/feminist hareketin ülkenin en güçlü muhalif dinamiklerinden olmasına karşın muhataplıktan, siyasetin kurucu öznelerinden olmasından bahsedebiliyor muyuz? Hayır! Bu durumun sadece devletlerin değil, kendine muhalif diyen yapıların da erkek egemen olmasıyla direkt bağı var. Hala feminist hareket yüksek politika sayılan konulara layık görülmüyor! Özel ve kamusal alanda kadınlara biçilen rol, iktidarın ve erkeklerin istediği kadar yer almasıdır. Politik meselelerde cinsiyetçi bakışın yansıması “sizin için de en iyisini biz biliriz” tavrı, hala ezilenler adına erkek politika yapma tarzının bir biçimi. Üstelik feminist hareket çoktan kendisi için bilince dönüşmüşken. “Memlekette bunca sorun varken” esas mesele faşizmin kurumsallaşmasına karşı mücadele olmalı, “siz neyle uğraşıyorsunuz” dendiğini duymak, meselenin hayatlarımıza sahip çıkmak olduğunun kavranmamasıyla alakalıdır.
Türkiye’de sosyalistler arasındaki eylem birliği zeminlerinde anti-emperyalist, anti-faşist, anti-şovenist ilkelerin yanına 90’lı yıllarda feminist hareketin gücüyle siyasal alanda anti-cinsiyetçi ilkenin kabul ettirilmesi kolay olmadı. Sisteme muhalif partilerin, kadınların siyasete katılımının önünde engel olan ev içindeki görünmeyen emeğe dair politikaları olmaksızın, program ve tüzüklerinde kota, pozitif ayrımcılık, eş başkanlık/eş sözcülük düzenlemeler bulunması olumlu olsa da yetersizdir. Sosyalist bir geleceğin inşasında erkek egemenliğiyle mücadele, hem bugün hem de farklı talep ve ihtiyaçlarla gelecekte önemli olacak.
Sosyalizmde erkek egemenliği kendiliğinden kalkmayacak
Yaşanan reel sosyalizm deneyimlerinden biliyoruz ki, bir toplumda kapitalizmden sosyalizme geçiş yaşansa da patriyarka devam eder. Kadınların ve erkeklerin sosyalizminde erkeklerin tüm ayrıcalıklarından vazgeçmesi zaruridir. Kapitalist sisteme karşı mücadele patriyarkaya karşı da örgütlenmezse, ücretli/ücretsiz emek kıskacındaki kadınlar ve LGBTQ+lar için gündelik hayatı dönüştürmeyi vaat etmezse, kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesi sekteye uğrar. “Kır/kent, kafa/kol emeği çelişkisinin çözüldüğü, cinsler arasındaki egemenlik/bağımlılık ilişkilerinin son bulduğu, bütün toplumsal ilişkilerin yanı sıra insan-doğa ilişkilerinin de sürdürülebilir bir ortaklaşa evrim ve ekolojik döngülerle uyumlu bir üretim ve tüketim perspektifi ile dönüştürüldüğü, işbölümünün aşıldığı bir komünist toplum” hedefleyenler için mücadele bugünden feminist hareketin politikalarını sahiplenmek ve erkek egemenliğini aşındırmaktan geçiyor.
Yazının devamına buradan ulaşabilirsiniz.