KCDP Genel Temsilcisi Gülsüm Kav ile İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararını protesto etmek için astıkları dev “Ölmek İstemiyorum” dilekçesinin bir gece yarısı indirilmesinin ardından, dilekçenin çoğaltılarak Türkiye’nin dört bir yanına asılması sürecini konuştuk.
20 Mart’ta Resmi Gazete’de yayınlanan cumhurbaşkanı kararıyla Türkiye, kadına yönelik her türlü şiddetle mücadeleye ilişkin standartlar getiren ilk belge niteliğindeki İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılmıştı.
1 Nisan’da Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu (KCDP), İstanbul’un Şişli ilçesinde bulunan Zincirlikuyu semtinde bir binaya dev bir dilekçe asarak sözleşmeden çekilme kararını protesto etmişti.
Platformun Twitter hesabında, ‘#ÖLMEKİSTEMİYORUM’ başlıklı dilekçe paylaşılıp şunlar kaydedildi: “Zincirlikuyu’da görebileceğiniz bu dev şikayet dilekçesi, bir kadının ‘Ölmek İstemiyorum’ diyerek verdiği yaşam mücadelesinin sadece bir örneği. Kadınlar yaşamak için defalarca dilekçe vermek zorunda kalmasın diye İstanbul Sözleşmesi’ni uygulayacağız!”
Dilekçe, ertesi gün gece yarısı bulunduğu yerden kaldırılmıştı. Bunun üzerinde farklı belediyelerin de desteğiyle, dilekçe Türkiye’nin dört bir yanında, Beşiktaş, Kadıköy, Şişli, Muratpaşa, Çan gibi birçok ilçede tekrar asılmaya başlandı.
Dev dilekçe afişimiz artık Şişli’de de var✊🏻
Afişimizi asan, kadınların sesini duyurmasına destek olan @sislibelediyesi ve @muammerkeskin75’e teşekkür ederiz.
İndirdikleri pankartımız artık her sokakta, caddede, meydanda yerini alıyor. Mücadelemize engel olamayacaksınız. pic.twitter.com/1Wc4x4tOv8
— Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu (@KadinCinayeti) April 6, 2021
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Genel Temsilcisi Gülsüm Kav ile, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının kısa ve uzun vadede etkilerini, kararı protesto etmek için ilçelere dev bir dilekçe asma fikrinin nasıl oluştuğunu, dilekçenin indirilme sürecini ve toplumsal dayanışmanın önemini konuştuk.
Böyle bir eylem fikri nasıl oluştu?
Türkiye’de kadınlar her gün öldürülüyor, her gün nefesleri ölümle kesiliyor. Yaşadıkları bütün şiddet biçimlerinin bir çözümü var. Kadınların tamamen şiddetten kurtulduğu bir hayatın yolunu gösteren bizim de ilk imzacısı olmakla bir zamanlar övündüğümüz uluslararası belgemiz İstanbul Sözleşmesi uygulanıyor olsaydı, bu tabloyu yaşamayacaktık. Bunu bilen kadınlar, yıllardır sözleşmenin uygulanması için mücadele ediyoruz. Çok yönlü bir mücadele bu. Bir taraftan yargıda uygulanmayan bu sözleşme maddelerini dolaşıma sokarak dava takipleriyle sözleşmeden doğan haklarımızı bir kadın örgütü olarak Platform ile birlikte kullanmaya çalışıyoruz. Onun dışında da sözleşmeyi, yıllardır elimizden geldiğince tüm topluma tanıtmak ve uygulanmasını sağlamak için uğraştık.
Geçtiğimiz seneden itibaren de Sözleşme’ye yönelik sınırlı bir kesimin yönelttiği saldırıya bu sene itibariyle maalesef kulak vererek, Türkiye’de büyük çoğunluğun sözüne değil, yalnızca bazı araştırmalara göre yüzde 7’yi oluşturan Sözleşme karşıtı kesime kulak vererek, bir gece vakti ansızın Sözleşme’den imza çekeceğini bildirdi. Fakat henüz bu süreç sonuçlanmadı, muharebe devam ediyor. Temmuz’a kadar Sözleşme yürürlükte ve bu şekilde imza çekilmesinin hukuki olmaması nedeniyle açılan davalar var. Hukuka uygun olsaydı dahi kabul etmeyeceğimiz bu gelişme karşısında her tür hak arama yolunu kullanmaya ve mücadeleye devam edeceğiz.
“Sözleşme de olduğu gibi dilekçe de bir gece vakti indirildi”
İşte bu mücadelenin içinde, biz Platform olarak Türkiye’nin dört bir tarafında, eylemli bir şekilde refleks gösterdik. Bu kadar ağır, darbe niteliğinde birşeyle karşılaştığımız için daha radikal eylemler yapmak durumunda da kaldık. Ama bunun yanı sıra herkesin katılabileceği, kalbi bizimle olan, bizim gibi düşünen milyonlarca kadın olduğunu biliyoruz. Milyonlarca kadının şiddet gördüğünün reddi, inkarı anlamına gelecek bu adımla yüzleştirmek ve protesto etmek için de, bütün topluma yayılacak, herkesin gerçeği daha fazla görmesini sağlayacak eylemler yapmayı da düşünürken, bir ajansın gönüllü olmasıyla, Türkiye’de kadınların şiddetten korunmak istedikleri gerçeğini dev bir dilekçeyle dile getirmeyi akıl etmiş olduk ve İstanbul’da çok dev boyutlu gerçek bir dilekçeyi, korunma hakkı için başvurmuş olan ve ne güzel ki şu an hayatta olan bir kadın arkadaşımızın dilekçesini büyüterek tüm topluma ve Sözleşme’yle ilgili durumu buraya getirenlere de göstermiş olduk. Bir kadının öldürülmemek, hayatta kalmak isteyen ve bu isteğini dile getiren bir dilekçeye bile tahammül edemeyenler de yine Sözleşme kararında olduğu gibi, bir gece yarısı gayet hakkımız olan bir şekilde asmış olduğumuz binadan indirdi.
Dilekçenin indirilmesi üzerine belediyelerin de desteğiyle birçok ilçede dilekçenin tekrar asılmasını nasıl yorumluyorsunuz?
Dağ gibi olan bir gerçek var, o da kadın cinayetleri gerçeği. Nasıl ki kocaman Ağrı Dağı’na arkanızı döndüğünüzde o dağ yok olmuyor, orada olmaya devam ediyorsa, dilekçeyi indirince de, gerçek ortadan yok olmadı. Nitekim dilekçeyi indirmek çok hatalı bir karardı. Kadın haklarına, o dilekçenin sahibi kadın arkadaşımıza ve aslında onun nezdinde şiddetten korunmak isteyen temsil ettiği binlerce kadına ve Türkiye’de tüm kadın nüfusuna yapılan bu ağır haksızlık karşısında da toplum harekete geçti.
“Dilekçeyi her yere asacağız”
Bizim de çabalarımızla ama özellikle de belediyelerin doğru refleksleriyle şu anda dilekçe oradan kaldırıldı ama pek çok başka belediyenin, Beşiktaş’ta, Şişli’de, Çanakkale Çan’da, Antalya’da Manavgat’ta, yani Türkiye’ye yayılan bir biçimde, hem belediyelerin hem gazeteci arkadaşlarımızın ve Platformumuzdaki tüm kadınların çabalarıyla herkesin balkonlarına da astığı bir eyleme dönüştü. Oradan indirilen o dilekçenin sahibi hepimiziz, o dilekçenin bir sahibi var, oradan indirildiyse, binlerce çoğalacağız ve bunu her yere asacağız sözümüze uygun olarak her tarafta asmaya devam ediyoruz. Süreç devam ediyor. Çizer arkadaşlarımız çiziyorlar, ölümsüzleştiriyorlar bu çalışmayı. Çok teşekkür ediyoruz onlara. Belediyelerde doğru refleks verenler var. Ama bizim üyelerimiz balkonlarına ve illerdeki Kadın Meclisleri’mizdeki gencecik arkadaşlarımız her yere o dilekçeyi yaymak için şu anda büyük bir çaba sarf ediyorlar. Yine de yetmez. Biz bütün bir toplumu daha da fazla, kadınların yaşadığı en ağır somut gerçek olan şiddete karşı mücadeleye çağırıyoruz.
Sözleşmeden geri çekilmenin kısa vadede sonuçlarını nasıl gözlemliyorsunuz? Uzun vadede ne gibi etkileri olacağını düşünüyorsunuz?
İstanbul Sözleşmesi’nin böyle gündeme gelmiş olması bile, kısa vadede hemen örneğin kolluk kuvvetlerinde olumsuz etkiler yarattı. İstanbul Barosu avukatlarının açıkladığı bilgilere göre, kolluğa korunma hakkı için başvuran kadınları “Artık Sözleşme’den çekilindi” diyerek aile mahkemelerine göndermeye çalıştıklarını duyuyoruz. Mevcut 6284 yasasıyla sadece aile mahkemeleri değil, bakanlığın şiddet önleme merkezleri, kolluk kuvvetleri, gerektiğinde hastaneler bile, şiddetten korunma önleminin alınmasını resmi sürecini başlatabilirken, Türkiye’yi on sene öncesindeki mevzuata göndererek sadece adliyelere kadınların gönderilmeye çalışıldığını, bürokratik engeller çıkarıldığının örneklerini gördük. Bu da şunu gösteriyor, Sözleşme’yi kaldırma fikrinde olanlar, “Bunu kaldırsak bile korunma kanunu devam ediyor” diyerek savunmaya çalışıyorlar kendilerini ama böyle gündeme gelmesi bile kısa vadede, örneğin kolluk kamu görevlilerinde böyle etkiler yaratmış durumda. Kadınların başvuruları geri çevrilmeye başlandı.
“LGBTİ+ yurttaşlara yönelen saldırıya karşı onları yalnız bırakmayacağız”
Uzun vadede ise, şiddete karşı esas can simidi olan, aynı zamanda sadece olan bir şiddetten korumak değil, mevcut sorunun çözümünü, şiddetin tümünü ortadan kaldırmayı hedefleyen bir belgeden geri durulması, bu sorunu olduğu gibi ortada bırakmak anlamına gelecek ve bu sorunun artması anlamına gelecektir. Ve elbette Türkiye’deki genel toplumsal gidişat nedeniyle de sadece böyle kalınmayacağı, kadın haklarına yönelik saldırının Sözleşme sonrasında medeni kanuna, diğer başka modern haklarımıza da uzanabileceği endişesini haklı olarak taşıyoruz. Bu yüzden Sözleşme’yi hiç taviz vermeden devam etmek çok kritik önem taşıyor. Bir şey daha eklemek istiyorum. Bu son dönemde, itirazı dile getirirken, “Kadınları tabii ki koruyacağız ama LGBTİ+lar nedeniyle ve aile yapısı bozulduğu için imzamızı çekiyoruz” gibi, çok açık anayasal ayrımcılık suçu işleyerek LGBTİ+ yurttaşları hedef haline getiren söylemi de çok tehlikeli buluyor, bunun çok önemli bir insan hakları ihlali ve kadınlardan da öte hedef haline getirilen yurttaşlarımızı, arkadaşlarımızı savunmamız gerektiğini düşünüyoruz. Kendi haklarımızdan da öte, onlara yönelen tüm bu saldırıya karşı, onları da asla yalnız bırakmayacağız.