“Masum insanların bu şekilde acı çekmesinin yanlış olduğuna inanıyor musunuz? Kurbanları kim olursa olsun, toplu ölümlerin savunulması değil, kınanması gerektiğine inanıyor musunuz? Eğer bu sorulardan herhangi birine cevabınız hayır ise, o zaman ahlaken çökmüş bir insansınız demektir.”

Zack Beauchamp / Vox
İsrail’in güneyinde Hamas teröristleri beş kişilik bir ailenin saklandığı odaya girerek tek tek katletti. Gazze’de gazlı beze sarılmış bir baba, İsrail saldırısında katledilen çocuğunu son kez kucağına aldı.
Bu sahneler çok basit bir ahlaki sınavı ortaya koyuyor: Masum insanların bu şekilde acı çekmesinin yanlış olduğuna inanıyor musunuz? Kurbanları kim olursa olsun, toplu ölümlerin savunulması değil, kınanması gerektiğine inanıyor musunuz? Eğer bu sorulardan herhangi birine cevabınız hayır ise, o zaman ahlaken çökmüş bir insansınız demektir.
Üzücü bir şekilde, İsrail-Filistin söylemi bunların birçoğunu açığa çıkardı.
Saldırı haberinin duyulmasının hemen ardından, bir grup Batılı solcu arasında Hamas’ın saldırısını bir “sömürgecilikten kurtulma” eylemi olarak selamlayan kutlamalar başladı. Bunlar sadece münferit isimler değil, geniş takipçi kitlesine sahip gazeteciler, profesörler ve seçkin üniversitelerdeki öğrenci örgütleriydi. New York’ta Demokratik Sosyalistler tarafından desteklenen bir mitingde kalabalık Hamas’ın başarısını alkışladı.
Katil teröristler için yapılan bu tezahürat iğrenç ve kendi kendini itibarsızlaştırıcıdır: New York Magazine’den Eric Levitz’in yazdığı gibi “solun en temel değerlerine ihanettir.”
Katil teröristler için yapılan bu tezahürat iğrenç ve itibar zedeleyicidir: New York Magazine’den Eric Levitz’in yazdığı gibi “solun en temel değerlerine ihanettir.”
Bu aynı zamanda, bir bakıma, ibret vericidir. Aşırı solun ahlaki hataları bize İsrail ve Gazze’de devam eden dehşet hakkında nasıl düşünmememiz gerektiğini gösteriyor ve bunu yaparken de daha iyi bir yola işaret ediyor.
Şu anda İsrail hükümeti, Gazze’yi hayal bile edilemeyecek insanın ölümüne neden olacak bir kara harekatına hazırlanıyor. Gazze’deki sivil ölümlerden bahsederken sergiledikleri vurdumduymazlık dehşet verici. İsminin açıklanmasını istemeyen İsrailli bir yetkili, İsrailli muhabir Alon Ben David’e Gazze’yi “çadır şehrine” dönüştüreceğini söyledi. İktidardaki Likud partisinden bir parlamenter ulusal televizyonda yaptığı açıklamada İsrail’in Gazze Şeridi’nde kalmayı “seçen” Gazzelilerin güvenliğiyle ilgilenmeyeceğini söyledi. (Mısır ve İsrail’e geçişler engellendiği için Gazzeliler isteseler de buradan ayrılamıyorlar).
Bu da insanlık dışıdır.
İsrail için ileriye dönük olarak doğru tercihin ne olduğunu tam olarak bildiğimi iddia etmiyorum. Ancak şunu biliyorum ki İsrail Savunma Kuvvetleri sivilleri ayrım gözetmeksizin katlederse, İsrail hükümeti Hamas’ınkilerle eşit düzeyde ahlaki ihlallerde bulunmuş olacaktır.
Ayrıca İsrailliler ve Filistinliler için adaletin, sadece tek bir tür yaşamın kutsal olduğunu söyleyen bir düşünce tarzıyla sağlanamayacağını da biliyorum.
Hamas’ın katil teokratları ile İsrail’in aşırı sağının katil teokratları arasında ikili bir seçim yapmakla sınırlı değiliz. Hem İsrail’de hem de Filistin topraklarında iyi, yardımsever insanlar var – bu tarifsiz trajedinin ortasında diğer taraftakilere yardım etmek ve birlikte paylaştıkları toprakları herkes için güvenli hale getirmek isteyen cesur ruhlar. Bu insanlardan bazıları karşı taraf tarafından öldürüldü bile; önümüzdeki günlerde daha fazlası da muhtemelen ölecek.
Bölgenin dışındaki bizler de onların ahlaki duruşunu benimsemeliyiz. Sadece evrensel insan haklarına, her yaşamın değerli olduğu ve tüm insanların muteber olduğu düşüncesine bağlı kalarak, İsraillileri ve Filistinlileri cehenneme sürükleyen şiddet döngüsünü kırmanın bir yolunu bulabiliriz.
Dil, zulüm ve ahlaki sapma
Duyduğumuz toplu katliam dili kasıtlı olarak ‘duygusuz’ kuruluyor.
İsrail ordusu Filistinlileri öldürdüğünde “tali hasar”dan bahsediyor, paramparça olan ailelerden değil. Savunma bakanı Gazze’nin elektrik ve suyunu kesmekten bahsederken sadece Hamas’ın “hayvanlarıyla” savaşmaktan bahsediyor, bunun sonucunda ölmesi muhtemel hastalardan veya bebeklerden değil.
Aynı şeyi Hamas’ın Batılı savunucuları arasında da görebilirsiniz. Yataklarında infaz edilen İsrailli çocukların resimlerini neşeyle yayınlamıyorlar. Bunun yerine Hamas’ın Gazze sınırındaki çitleri yıkarken çekilmiş fotoğraflarını alkışlıyor ve bunu “sömürgecilikten kurtulma” olarak adlandırıyorlar – Hamas savaşçılarının bu çitleri toplu katliam eylemleri gerçekleştirmek için yıktıklarını görmezden geliyorlar.
Bu ahlaki sapmaya örnek olarak, ünlü İngiliz yazar Tarık Ali’nin bir makalesi gösterilebilir. Ali’nin makalesi, İsrail’in Filistinlilere karşı işlediği, hepsi de yeterince gerçek ve kınanmaya değer ihlalleri öfkeyle sıralıyor. Ancak Hamas’ın gerçek eylemlerine geldiğinde, Hamas’ın bir müzik festivalinde gençleri vurmasından bahsetmek yerine saf soyutlamaya geri çekiliyor.
“Gazze’deki seçilmiş yönetim karşılık vermeye başladı,” diye övünen Ali, ‘ne pahasına olursa olsun’ bunu yapma haklarını savunuyor.
Ne. pahasına. olursa. olsun.
Dört kelime, Ali’ye pek de özgü olmayan bir ifade, oyunu ele veriyor. Ali ve yol arkadaşları, İsrail işgaline karşı Filistinlilerin silahlı direnişinin haklı görülebilecek bir yönetmi olup olmadığı konusunda entelektüel bir tartışmaya girmiyorlar. Belirli bir eyleme, ailelerin ve festival katılımcılarının toplu katliamına ilişkin konuşuyorlar ve onları yargılayacak konumda olmadığımızı söylüyorlar.
“Ne pahasına olursa olsun” diyorlar – kendi güvenliklerinin Gazze halkının toptan katledilmesiyle mümkün olduğuna inanan İsrailli şahinlerin aynadaki görüntüsü.
Dilsel patolojiler, çatışmayla gerektiği gibi yüzleşememe durumunu yansıtmaktadır. Kullanılan dil soyuttur ve pratik sonuçlardan uzaktır çünkü gerçeklikle, sert ve soğuk insani acılarla yüzleşmek, kişinin kendi ahlaki doğruluğunun tadını çıkarmasını sağlayan ideolojik duruşunu bozacaktır.
Hamas ve Batılı solcu savunucuları, İsrail’in Gazze ablukası ve Batı Şeria’daki savunulamaz sömürgeciliği ile birlikte ezici gücüne işaret ediyor ve Filistinlilerin konvansiyonel bir savaşta zafer kazanmasını imkansız kılan bir güç dengesizliği görüyorlar. Bu yüzden soruyorlar: Nasıl direnmemizi istiyorsunuz? Bu kadar zayıfken ne yapabiliriz?
İsrailli köktenciler ve onların yabancı müttefikleri temelde aynı soruyu soruyor. Bir zamanlar bir hastaneyi fiili karargahları olarak kullanan acımasız katillerle karşı karşıyayız, diyorlar. Kendimizi savunma hakkımız var ve masum Filistinlilerin ölmesi bizim değil Hamas’ın suçu.
Bu iki bakış açısının da nereden geldiğini görebilirsiniz. İsrail’in ezici bir güce sahip olduğu ve bunu her gün Filistinlileri mağdur etmek için kullandığı, Gazze’yi bir açık hava hapishanesine çevirdiği ve Batı Şeria’yı sömürgeleştirdiği doğru. Hamas’ın, Filistinlilere acımasızca davranmaktan ve sivillerin yaşadığı bölgelere silah yığmaktan çekinmeyen, antisemitik bir dünya görüşüne adanmış vahşi bir grup olduğu da doğru.
Ancak her iki tarafın sertlik yanlıları, bir dizi olguyu diğerinden soyutlayarak ele almak suretiyle kendi ahlaki yükümlülüklerini karşı tarafa yüklüyor. Kendi davalarının şaşmaz doğruluğunu ileri sürerek, eylemlerinin sonuçları hakkında düşünmek zorunda kalmaktan kendilerini muaf tutuyorlar. Bu mantığa göre, haklı olduğumuz için, uygun gördüğümüz şekilde davranmakta haklıyız ve zarar verdiğimiz gerçek insanların karmaşık ayrıntılarıyla ilgilenme yükümlülüğümüz yok.
Kendi tarafını savunma arayışında, dil ahlaksızlığın bir aracına dönüştürülüyor.
Yazının devamına buradan ulaşabilirsiniz.
Çeviri: SES Eşitlik, Adalet, Kadın Platformu