Uluslararası medyanın ilgisine mazhar olmayan 32 Filistinli kadın, şu anda İsrail işgal hapishanelerinde takatini günden güne kaybeden birer siyasi mahkum: “İsrail’in gaddar hapishanelerinde kapana kısılmak, hayatımızı hızla alt üst ediyor ve acımasızca yiyip bitiriyor.”

Çeviri: SES Eşitlik, Adalet, Kadın Platformu
Wafa Aludaini / Jezebel
Mart ayı, İsrail’in işgal hapishanelerinde tutulan Filistinli kadınlar için özellikle zorlu geçti: Arap dünyası için Dünya Kadınlar Günü ve Anneler Günü, o aya denk geliyor. “Çok zordu çünkü televizyonda kadınların zenginleşmesinin kutlandığını ve kadın mücadelelerinin hikayelerini gördük. Ama kimse İsrail hapishanelerindeki kadın mahkumlardan bahsetmedi. Unutulduğumuzu hissettik” diye anlatıyor eski bir mahkum olan Nisreen Abu Kmail. “Anneler Günü’nde 22 anneydik, çocuklarımızı da hatırladık.”
Hapishanedeki genç kızlar, Nisreen gibi tutukulu anneleri küçük el sanatları ve kantinden aldıkları basit hediyelerle mutlu etmek için cezaevinin bahçesinde sürpriz bir kutlama planladılar, ancak gardiyanlar hediyelere el koydu ve etkinliği iptal etti. Nisreen, “Kasten yapılan acımasız eylemlere rağmen, hücrelere her şekilde mutluluk ve neşe yaymaya çalışıyoruz” dedi.
Ekim 2015’te Nisreen, İsrail işgal istihbaratından, kocasının seyahat izni alması için onu kuzey Gazze Şeridi’ndeki bir kontrol noktasına çağıran bir telefon aldı. Kontrol noktasına varır varmaz, onu bir sorgu odasına alan işgal güçleri tarafından pusuya düşürüldü. “Dipçikle göğsüme vurdular. Sorgulama çok sertti” dedi. Yedi çocuk annesi Nisreen, Filistin direniş grupları için casusluk yapmakla suçlandı. “Tüm suçlamaları reddettim ve ellerinde kanıt yok.” Nisreen, altı yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Filistinli mahkumlara cezaevi süreçlerini izleyen ve yasal destek sunan Filistinli sivil toplum örgütü Addameer’e göre, uluslararası medyanın ilgisine mazhar olmayan 32 Filistinli kadın, şu anda İsrail işgal hapishanelerinde takatini günden güne kaybeden birer siyasi mahkum. İsrail’de Hasharon ve Damon duvarlarının ardında anneler, öğrenciler, gazeteciler, öğretmenler nefes alıp veriyor. Çocuklar hapishanelerde büyüyor. Addameer, şu anda İsrail hapishanelerinde 170 Filistinli çocuğun olduğunu söylüyor.
Batı’nın, İsrail’in Filistin’i işgali hakkında duyduğu en yaygın hikayelerin başında hava saldırıları, ateşkesler, sivil ölümler ve barış görüşmeleri geliyor. Demokrat Parti İsrail işgaline karşı duruşu değişmeye devam etse de, ilerici sol son zamanlarda Filistin davasını Amerika’daki ırksal adalet hareketleriyle karşılaştırırken ve İsrail’e silah satışını kınarken, ABD Başkanı Biden ABD Filistin ile ilişkileri yeniden inşa etmek için sadece ufak hamlelerle yetindi. Nisreen gibi, kitlesel tutuklamaların işgal altındaki yaşamlarına sınır çektiği kadınların hikayeleri nadiren anlatılıyor.
Gazze Şeridi’ndeki bir gazeteci olarak, sessiz sedasız ve gözü pek bir şekilde hayatta kalma mücadelesi veren bu kadınlar için hayatın nasıl bir şey olduğunu daha net görebilmek için eski mahkumlarla, mahkum aileleriyle ve Filistinli STK’larla konuştum. Nisreen’in bana söylediği gibi, “İsrail’in gaddar hapishanelerinde kapana kısılmak, hayatımızı hızla alt üst ediyor ve acımasızca yiyip bitiriyor.”
Cehennemde Yaşamak: Hapishanelerdeki Koşullar
Addameer’e göre, İsrail 1967’den bu yana 16 binden fazla Filistinli kadını tutukladı ve birçok insan hakları örgütü, Filistinli tutukluların gözaltında maruz kaldıkları zalim, onur kırıcı muameleyi (işkence, cinsel aşağılama, aile ziyaretlerinin reddi, hücre hapsi, tıbbi bakım ve eğitim yoksunluğu) belgeledi. Nisreen, Damon’da gördüklerini “gerçek bir cehennem” olarak niteliyor.
“Duvarlar çok soğuktu, odalar havasız, nemli ve böcek doluydu,” diye anlatıyor Nisreen. “Bina eski, kapıların çoğu nemden paslanmış. Odalarda sandalye yok ve cezaevi yönetimi kadınların yerleri battaniyeyle örtmesine izin vermiyor.” Her odada bir su ısıtıcısı, elektrikli ocak, TV, radyo ve açık tuvalet vardı. Yataklar ranzaydı ve bazen kadınlar ranzadan düşerdi, kırıkları olan kadınlar göz ardı edilir veya iyi tedavi edilmezdi. Su kirliydi, bu yüzden kadınları hapishane “kantininden” maden suyu almak zorunda kalırdı.
Nisreen ve konuştuğum diğer serbest bırakılan mahkumlar, kadın mahkumların havalandırmaya çıktıklarında iki gardiyan tarafından eşlik edildiklerini ve kamerayla izlendiklerini hatırlıyorlar. Böyle bir gözetim altında özgürce egzersiz yapamıyorlar veya güneşe çıkamıyorlardı. Hapishanedeki kadınların çoğu Müslümandı ve başörtüsü takıyordu, bu nedenle erkek gardiyanların onları izlemesi özel hayatın gizliliğin ihlaliydi. Avlu açıktı, bu yüzden yağmur yağdığında veya hava çok sıcak olduğunda kadınlar o birkaç saatlik temiz havadan bile mahrum kalıyordu. Tutukluların gruplar halinde oturmaları, el işi yapmaları ve eğitim materyalleri bulundurmaları engelleniyordu.
Eski mahkumlardan Fatima Azziq, “Kış aylarında üşüyoruz, ancak ekstra battaniye almanıza veya yeri halıyla örtmemize izin vermiyorlardı” diyor. “Bazen kitaplar ve kalem bulundurmamıza bile izin vermiyorlardı.”
Cezaevinden yeni çıkan tutuklular genellikle, gardiyanlar ve idarenin kadın mahkumları yıldırma operasyonlarından söz ederler. Tecritte olmaları ve cezaevi yönetimi uygulamalarına karşı çıkacak insan hakları kuruluşlarının bulunmaması nedeniyle, kadınların cezaevinde süregelen adaletsizliklerle mücadele etme teşebbüsleri şiddetle bastırıldı. Hapishane duvarları içinde bir protesto düzenlemeleri durumunda, gardiyanların baskısı ile karşı karşıya kaldılar.
Bu kadınların avukatlara erişimi var. Cezalarına itiraz edebilirler. Ancak İsrail makamları yasal konularda ayak sürüyorlar, davalar mahkeme salonlarına ulaşsa bile kadınlar İsrail işgal mahkemelerine güvenmiyorlar.
Her halükarda, Nisreen, İsrail makamlarının mahkemeye gitme taleplerini reddettiğinde kadınların bazen rahatladığını anlatıyor: “Çünkü bu, en azından Bosta’nın kabusunu yaşamak zorunda olmadığımız anlamına geliyordu.” Bosta olarak bilinen İsrail hapishane nakil aracı, siyah camları, mahkumların zincirlendiği metal sandalyelerle ayrılmış hücreleri ve yol boyunca gardiyanların ve İsrailli mahkumların maruz bıraktığı aşağılama ve zorbalıklarıyla ünlüdür. Bu yolculuklar, kelepçeli, dinlenme, yemek veya tuvalet molası olmaksızın 12 saat veya daha fazla sürebilir. Nisreen, “Bazı mahkumlar, Bosta’yla hapishane hastanesine gitmektense acıya katlanmayı tercih ederdi,” diye anlatıyor.
Yazının devamına buradan ulaşabilirsiniz.
Çeviri: SES Eşitlik, Adalet, Kadın Platformu