Avrupa Konseyi’nin, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararına ilişkin üzüntülerini bildirmenin ötesinde, bu girişiminin uluslararası hukuka etkilerine dair analiz yapması gerektiğini söyleyen akademisyen Özlem Altıok, sınırlar ötesi kadın dayanışmasının önemine vurgu yapıyor.
Fotoğraf: Getty Images
Özlem Altıok
20 Mart günü Resmi Gazete’de yayınlanan “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin Türkiye Cumhuriyeti bakımından feshedilmesine” dair Cumhurbaşkanı Kararı, gerek Türkiye’de gerekse sınırlarımızın ötesinde doğuracağı hukuki ve siyasi sonuçları itibariyle pek çok tehlikenin habercisi, ibretlik bir karar.
TBMM’nin iradesi ve oybirliği ile 2012 yılında onaylanmış temel insan haklarına dair bir uluslararası anlaşmanın, Cumhurbaşkanı’nın iki dudağı arasında olduğunun ilanı, bunu topluma dayatma girişimidir. Yargının, üniversitelerin, medyanın bağımsızlığına darbeler vura vura iktidarını pekiştirenlerin bugün çoğunluğunu ellerinde bulundurdukları meclisi de devredışı bırakma hamlesidir.
Bu Cumhurbaşkanı Kararı ile İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme hamlesi, yasalara ve Anayasa’yaaykırıdır. Barolar Birliği ve Eşitlik İçin Kadın Platformu (EŞİK), hemen, 20 Mart günü yaptıkları açıklamalarda İstanbul Sözleşmesi’nin temel hak ve hürriyetlerin korunmasına ilişkin bir sözleşme olduğunu ve Anayasa’nın 90. maddesinin son fıkrasına göre normlar hiyerarşisindeki yerinin kanunların üzerinde olduğunu duyurdular.
Uluslararası sonuçlar
Cumhurbaşkanı Kararı’nı takiben İletişim Başkanlığı’nın yaptığı yazılı açıklamada, çekilme gerekçesi olarak, İstanbul Sözleşmesi’nin, “Türkiye’nin toplumsal ve ailevi değerleriyle bağdaşmayan eşcinselliği normalleştirmeye çalışan bir kesim tarafından manipüle edilmesi” belirtiliyor. Bu tüyler ürperticidir.
Böyle gerekçelendirilmiş bu çekilme girişimi, yarın öbür gün Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, İşkenceye Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi, Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığı Önleme Sözleşmesi (CEDAW), çocuk hakları ile ilgili Lanzarote Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan temel insan haklarının tek kişinin keyfine terk edilmesi demektir. Üzüntülerini bildirmenin ötesinde, Avrupa Konseyi’nin, Türkiye’nin bu girişiminin uluslararası hukuka etkilerine dair bir analiz de yapması gerekiyor.
Meselenin uluslararası hukuk boyutunun yanı sıra bir de siyasi boyutu var. Bu girişim, aşırı sağ, aşırı dinci ve aşırı milliyetçi hareketlerin güçlendiği diğer Avrupa ülkelerindeki “toplumsal cinsiyet karşıtı” (anti-gender) hükümet ve hareketleri cesaretlendirecektir. 2019’da yapılan Avrupa Birliği Parlementosu seçimlerinde, aşırı sağ ve milliyetçi kesimlerin temsilinin artmış olduğu da göz önünde bulundurulduğunda, kadınlara ve LGBTİ+lere yönelik şiddet ve ayrımcılıkla, kadınların üreme hakları ve kazanılmış haklarına topyekün saldırıların uluslarötesi boyutunu da değerlendirmemiz gerekiyor.
Kadın ve LGBTİ+ hareketleri, tehlikenin bu sınırları aşan boyutunun uzun süredir farkında. İktidar partisinin İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma planlarını ilk kez dillendirdiği Temmuz 2020’den bu yana da, bir dizi toplantı ile hem bilgileniyor, hem de sınırlar ötesinde dayanışıyorlar.
Örneğin, 300’den fazla kadın ve LGBTİ+ örgütününden oluşan Eşitlik İçin Kadın Platformu (EŞİK), 15 Ekim 2020 tarihinde, İstanbul Sözleşmesi’ne yapılan saldırılara karşı birlikte mücadele etmek için farklı ülkelerden feministleri bir araya getiren bir toplantı düzenlemişti. On beş ülkeden yaklaşık 200 kadını biraraya getiren o toplantıya, Türkiye, Polonya, Macaristan, Bulgaristan ve Hırvatistan’dan konuşmacılar katılmıştı.
Bu ülkelerde, başta kadına karşı şiddet ve üreme hakları konularında olmak üzere, sağ hükümetler ile kadın örgütleri arasında ciddi bir mücadele var. Bu ülkelerdeki sağ iktidar ve hareketlerin, kadınların ve LGBTİ+ haklarına karşı duruşları da, İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik savları da çok benzer.
Sağcı siyasetçiler, Katolik Kilisesi ve bu ülkelerin dışındaki birtakım kuruluşlar, Sözleşme’nin, aileye karşı ideolojik bir saldırı içerdiği, “toplumsal cinsiyet”in eğitim ve hukuk sistemini değiştireceği, eşcinsel evlilikler ve LGBTİ+’ların evlat edinmesine yol açacağı ve bu nedenle o ülkenin “geleneksel değerleri” açısından tehlike yarattığını iddia ediyor. Macaristan ve Polonya’da İstanbul Sözleşmesi karşıtlığının bir de aşırı milliyetçi, göçmen ve mülteci karşıtı boyutu var.