ABD’de kadınların eşit haklara sahip olmasını, azınlık haklarını ve ayrımcılığın kalkmasını savunan görüşleriyle bir ikon haline gelen efsanevi Yüksek Mahkeme Yargıcı Ruth Bader Ginsburg 87 yaşında hayatını kaybetti.
Ginsburg’un ölümünün ardından Washington’da yüzlerce kişi toplanırken Başkan Trump, Beyaz Saray ve diğer kamu binalarında bayrakların yarıya indirilmesi talimatı verdi.
Ginsburg 9 üyeli Yüksek Mahkeme’de liberal kanadın ön önemli temsilcisiydi. ABD’de kadın direnişinin liderlerinden biri olarak kabul edilen Ginsburg, Donald Trump ve yönetimine karşı mücadelenin de azılı neferlerinden biriydi aynı zamanda.
Ginsburg, 1933’te, Büyük Bunalım’ın zirvesinde, Avrupa’dan göç etmiş Yahudi bir aileye doğdu. Babası kürkçü olan Ginsburg, annesini genç yaşta kaybetti. 1950’lerde Harvard Hukuk Fakültesi’ne giden ‘bir avuç’ kadından biri olmayı başaran Ginsburg, okulu birincilikle bitirdi. Hukuk fakültesinin ardından Rutgers Hukuk Fakültesi ve Columbia Hukuk Fakültesi’nde profesör oldu.
Ginsburg, 1972’de Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği’nde (ACLU) Kadın Hakları Projesi’ni başlattı ve 1973’te projenin genel danışmanı oldu. 1974 yılına kadar Kadın Hakları Projesi ve ilgili ACLU projeleri, 300’den fazla cinsiyet ayrımcılığı vakasıyla ilgilendi. Yüksek Mahkeme önünde 1973-1976 arasında altı cinsiyet ayrımcılığı davası savunan Ginsburg, bu davaların beşini kazandı.
Mahkemeden tüm cinsiyet ayrımcılığını bir kerede bitirmesini istemek yerine, Ginsburg, belirli tüzükleri hedef alarak ve her birine karşı zafer kazanarak stratejik bir yol izledi. Davacılarını dikkatlice belirleyen Ginsburg, cinsiyet ayrımcılığının hem erkekler hem de kadınlar için zararlı olduğunu göstermek için bazen erkek davacılar seçti. Ginsburg, kelime seçimlerinde de her zaman çok dikkatli davrandı, cinsiyet yerine, her zaman ‘toplumsal cinsiyet’ kelimesini tercih etti.
Eski Başkan Bill Clinton tarafından 1993’te Yüksek Mahkeme’ye atanmasıyla mahkemede görev yapan ikinci kadın olan Ginsburg, kadın hakları mücadelesini hiçbir zaman bırakmadı. Ginsburg, kadınların eşit haklara sahip olması, azınlık hakları ve ayrımcılığın kalkmasını savunan görüşleriyle ABD’de liberal değerlerin önemli simgeleri arasında görüldü.
Kaynak. New York Times, DW