KOÇ-KAM’ın ev sahipliğinde gerçekleşen etkinlikte Prof. Dr. Serpil Sancar, Prof. Dr. Bertil Emrah Oder ve Dr. Öğretim Üyesi Gülriz Şen İran’daki protestoların etkisini, kadınların kazanımlarının tarihsel, küresel boyutunu ve Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitliği dinamiklerini ele alıyor.

Koç Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi (KOÇ-KAM), İran’da Eylül’den beri kadınların öncülük ettiği toplumsal ayaklanma kıskacında bölgesel ve küresel gelişmeleri ele alan bir webinar gerçekleştirdi.
Etkinlikte, feminist kuram ve Türkiye ve Ortadoğu ülkelerinde karşılaştırmalı kadın hareketleri üzerine çalışan Prof. Dr. Serpil Sancar, Ortadoğu’da devlet ve siyaset, İran’ın dış politikası üzerine uzmanlaşan Dr. Öğretim Üyesi Gülriz Şen kapsamlı sunumlarda bulundular.
Etkinliği yöneten KOÇ-KAM’ın direktörü ve Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi ve dekanı Prof. Dr. Bertil Emrah Oder, toplantıya toplumsal cinsiyet eşitliğine karşı yükselen sosyal hareketlerin altını çizerek başladı. Türkiye, Polonya, ABD ve Brezilya gibi örneklerden yola çıkarak kürsel feminizmin kazanımlarına karşı başlayan mobilizasyon ve demokratik gerilemenin beraber düşünülmesi notunu ekledi. Özellikle ABD’deki kürtaj yaklaşımı ve onu çevreleyen hukuki gelişmelerin kadınların özerkliğini limitleyen bir gelişme olduğunu belirtti. Prof. Dr. Serpil Sancar, kadın hareketlerinin bugününü ve yarını temasını ele alarak konuşmasına başladı.
Sunumlardan Notlar: Kadın Hakları ve Siyasal Rejimler
Sancar’ın sunumu hem gerileme dinamikleri hem de artan temsil ve mücadele ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Afganistan’da yeni siyasal rejimin kuruluşu, daha yerleşik demokrasilerde göçmen karşıtlığı hareketin ve siyasetin güçlenmesi, aynı zamanda yoksul, siyah, genç ve tırnak içinde az gelişmiş ülke kadınlarının yükselişi bu dönemi tanımlıyor. Sancar’a göre kadın hakları ihlalleri meselesinin siyasal rejim sorunlarıyla birleştiğini gözlemliyoruz, örneğin Amerika’daki kürtajın anayasal bir hak olarak tanımlanmasının reddini, fakat aynı zamanda Latin Amerika’da eşit siyasal temsil konusunda aşağıdan gelen yoksul kadın örgütlenmelerinin, ABD’de dışlanmış kadınların güçlenmesini görüyoruz.
Feminist Dış Politika Düşüşte
Avrupa’nın yeni silahlanma stratejilerinin feminist dış politikayı nasıl dönüştürdüğü de Sancar’ın konuşmasının ana temalarından biri olarak karşımıza çıkıyor. Ele aldığı meselelerden biri ise zengin-güçlü-refah toplumlarında kadın haklarının “kolaylıkla” ilerlediği yanılgısı. Japonya gibi ileri teknolojinin yaşamları kolaylaştırdığı bir ülkede bile kadın hakları ve temsilinde ciddi sorunlar olduğunu belirtiyor. Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada’da bu dinamiklerin içinde sayılıyor çünkü her iki ülkede de bir türlü kadın erkek eşitliği özellikle siyasal kurumlarda, parlamentolarda, partilerde çok da eşitlik düzeyine çıkartılmamış durumda.
Sancar dünyanın geri kalanına baktığımızda, kadın hareketlerinin nerelerde yükseliyor nerelerde güçleniyor sorusunu sorarak otoriter rejimlerin çözülüşüne, ekonomik krizler, iç savaşlar, soykırımlar görünen vakalara dikkatimizi çekiyor. Sancar’a göre dönüşümlerin yaşandığı bu ülkelerde, hem yeni siyasi rejim inşası hem de kadın haklarını koruma konusunda bir ilişkilenme görülüyor.
Şili bunun ana örneklerinden biri olarak karşımıza çıkıyor ve yeni anayasa çalışmalarında anayasa kurucu mecliste eşitlik sağlanıyor, kurucu meclisin başkanı kadın oluyor. Sancar, yeni anayasa teklifi reddedilse de Şili’de kadın hakları konusundaki düzenlemenin aşağı yukarı korunacağını düşünüyor.
Sancar sunumunda yoksul ve az gelişmiş olmanın temsil eşitliğinde bir engel olarak gözükmediğini söylüyor ve eşitlik verilerini tartışıyor. Güney Afrika Cumhuriyeti, Ruanda ve Mısır’ın cinsiyet kotası kabul ederek önemli bir atak yaptığını belirtiyor. Dünya kamuoyunda demokratik olarak kabul edilmeyen ülkeler Küba ve Nikaragua eşitlikte dünyanın ilk onu arasına giriyor. Birleşik Arap Emirlikleri, parlamentoda %50 kadın cinsiyet kotası uygulamaya başlıyor. Peki, otoriter rejimlerin cinsiyet eşitliği konusunda adım atması gerçekten kadın hakları konusunda bir ilerlemeyi mi temsil ediyor?

Sancar bu soruyu uluslararası kazanımlar ve anlaşmalar üzerinden tartışıyor. Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi, Pekin Deklerasyonu, hem Birleşmiş Milletler’in Avrupa Birliği’nin ve Avrupa Konseyi’nin uyguladığı toplumsal cinsiyet eşitliği eylem planlarının reçeteleri tanımlayıp yol gösterdiğini belirtiyor. Uluslararası evrensel standartlara göre “toplumsal cinsiyet eşitliğinden sorumlu olan devlettir, her devlet hizmeti toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı hale gelmeli getirilmeli ve ana akımlaştırılmalı” açıklamasında bulunuyor. Bunun yanında sadece devletlerin sorumlu olmadığının altını çiziyor ve partilerin, şirketlerin, her türlü kamu hizmeti yapan kuruluşların toplumsal cinsiyet eşitliğini uygulamakla yükümlü olduğunu belirtiyor. Ayrıca, sözleşmelerin altına imza atan ülkeler açısından başka boyutun kamu kaynaklarından mutlaka bu konuya kaynak ayırması, veri derleme gerekliliği ve bunları uygulayacak bir ulusal mekanizma oluşturulması olduğunu söylüyor.
Kadınların temsilinin arttığı ülkelerin ortak noktaları neler?
Sancar’ın analizinde kota uygulayan ve uygulamayan ülkelerin arasında önemli bir fark ortaya çıkıyor. Kota uygulayan ülkelerde kadın temsilinde en az yüzde on, on ikilik bir artış olabiliyor. En başarılı yirmi ülkenin on altısı cinsiyet kotasını devreye sokuyor. Sancar bu bağlamda ekonomik veriler yerine siyasi iradeye dikkat çekiyor. Bunun yanında güçlü kadın hakları örgütlerinin öneminin altını çizip, kotaların tek başına yeterli olmadığını, onu savunacak destekleyecek ve denetleyecek kadın hareketi ve ötesinde demokratikleşme arzusu içinde eşitlikçi erkekler ile yapılan işbirliklerinin altını çiziyor.
Bölgesel dinamiklerde öne çıkan veri ise Latin Amerika’nın eşitlikte yüzde kırklara yükselmiş olması. Bir başka öne çıkan temalardan biri ise kadın temsilinin sadece solun gündemi olarak kalmaması ve sağın da, kendini daha sağ hareketlere göre konumlanlandırmasının araçsallaştırmasının altını çiziyor.
Türkiye’de “ana akımlaştırma” yapılmadı
Türkiye’deki temsili tartışan Sancar, Türkiye’de kadın hareketin aday çıkartmadığının ve temsil eşiğinin altını çiziyor. Türkiye’de kritik eşik HDP dışında hiçbir partide aşılmış değil. Türkiye’de Aile Bakanlığı’nın, Çalışma Bakanlığı ile birleştirilmesi, Diyanet’in kadın politikalarındaki söz hakkı ve ana akımlaştırılmanın yapılmaması mevcut durumu tanımlayan özelliklerden. Sancar’ın altını çizdiği başka bir konu ise “siyasal partilerin cinsiyet körü olması” ve siyasi partilerde kadın haklarını koruyacak kurumsal yapılanmaların eksikliği. Özellikle partiler içindeki kadınların örgüt gücü ve mali eksikliği, Sancar’a göre ciddi bir sorun.
İran’da Kadınlar ve Devrim
İkinci sunumu gerçekleştiren Dr. Öğretim Üyesi Gülriz Şen, İran’daki gelişmeleri küresel dinamiklerle beraber ele alıyor. Tarihsel bir perspektif sunan Şen, İran toplumunun 1979 devriminde düşlediği özgürlüğü ve demokrasiyi bulamadığını belirtiyor. Şen, İran’ın doksanlardaki reform hareketinde rejimin teokratik unsurlarını daha geri planda tutup Cumhuriyetçi vasıflarının ön plana çıkarılması için çokça mücadele ettiğini söylüyor. İran’da kadın hareketini de bu bağlamda ele alan Şen, 1997 yılında Cumhurbaşkanı reformist olarak tanınan Muhammed Hatemi’yi iktidara taşıyan kesimin belkemiğinin kadınların ve gençlerin olduğunu belirtiyor. Şen kadınların mücadelesinin boyutunu şöyle özetliyor:
“1979 devrimi ve sonrasında kadınlar hep aktifti, ağırlıklı olarak kentli eğitimli kadınlar siyasi ve toplumsal konjonktür ile birlikte giderek daha da politize oldular yani şah döneminde daha az eğitimli okuryazarlık oranı daha az olan kadınlar 1979’dan itibaren devletin sosyal politikalarının da sunduğu imkanlarla daha eğitimli donanımlı ve hak mücadelesi zemininde daha birleşir oldular çünkü 1980’li yıllarda İran’da kadınlar arasında daha islamcı kadınlar ve daha seküler kadınlar arasında bir ayrışma yaşıyordu ama yaşadıkları hak kayıpları yani boşanma konusunda çocuklarının velayetini alma konusunda evlilik yaşının düşürülmesi konusunda çok eşlilik konusunda bütün bu konularda yaşadıkları problemler hem daha muhafazakar kadınları hem de seküler kadınları bir araya getirdi ve onları hep birlikte mücadele etmek konusunda uzlaştı.”
Şen, mevcut eylemlerde sivil toplumun güvenlikleştirilmesinin, rejim tarafından düşman işbirlikçisi olarak tanımlanmasının altını çiziyor, ve bunun hem kadınların özelindeki sivil toplum faaliyetlerine hem de genel anlamda sivil toplum dinamiğine zarar verdiğini gösteriyor. Buna rağmen diasporanın çokça mobilize olduğu bir süreçte Şen protestoların sadece İranlılara ya da bölgeye etki etmek ile sınırlı kalmadığını, tüm küresel topluma mal olmuş bir mevzu olduğunu belirtiyor.
Protestolar Yıllardır Devam Ediyor
Şen, İran’daki kadınların özellikle doksanlardan itibaren en büyük talebinin Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi CEDAW’ın imzalanması ve meclis tarafından onaylanması, yani kadına karşı her türlü ayrımcılıkla mücadele için hukuki bir zemin yaratılması ve kadın haklarının güvence altına alınması olduğunu söylüyor. (Reformcu meclis 2003 yılında CEDAW’ı onaylarsa da İran’da üst yasama merci tarafından bu talep reddedildi.) Uluslararası krizlerin İran’da halkın ve kadınların mücadelelerini yakından etkilediğini belirten Şen, iç siyasetin de güvenlikleştirilmesi ve iç siyasette özgürlük ve demokrasi arzu eden herkesin düşman işbirlikçisi, batı işbirlikçisi olarak yakalanmasına neden olduğunu söylüyor. Bu güvenlikleştirme söyleminin de rejimin Covid-19 pandemisinin kötü yönetimi ile birlikte artan meşruiyet sorunu ile de arttığını gözlemlemek mümkün.
Şen yine tarhisel bir bakış açısı ile İran’da devrimin melez bir yapı doğurduğunu, hem teokratik hem de popülist bir devrim olmasının bugünkü mobilizasyonu etkilediğini tartışıyor. İranlı kadınların protestoları sadece Mahsa (Jina) Amini’nin ölümünden sonra karşımıza çıkmıyor, son dönemde hem siyasi baskı hem ekonomik kötü gidiş ve üzerine kadının üzerindeki baskının artması ile başlıyor. Hicap karşıtı protestolar 2010 yılından itibaren sosyal medyada yer alıyor.
Şen’in altını çizdiği başka bir dinamik ise iİran’da başörtüsünün devrimden itibaren emperyalizme karşı bir simge olarak teşvik edilmesi. Böylece İran’da reformcu ve daha ılımlı iktidarlar döneminde kadınlar üzerindeki baskının hafiflese de hicap yani zorunlu örtünme kanununun hep yürürlükte olduğunu muhafazakar yönetimler döneminde de uygulamanın çok daha kısıtlayıcı ve baskıcı bir şekilde gündeme geldiğini gördük. Fakat Şen, Mahsa Jina’nın ölümünden sonra onun cenaze merasiminde başlayan ve kadınların sembolik eylemlerinin bir öfke patlamasına dönüştüğünü ve protestolarda kadınların ortak hissiyatının, kesişimselliğin öne çıktığını söylüyor.
“İran’da çok büyük bir devinime tanıklık ediyoruz”
İran’da kadın hareketinin geleceği nasıl sorusuna da değinen Şen eril sistemle müzakere etmekten ziyade bu sistemle mücadele eden ve onu topyekun dönüştürmeye çalışan bir kesimin sokakta olduğunu belirtiyor. Henüz çok örgütlü bir mücadele olmasa da protestocuların reform kelimesini kesinlikle ağızlarına almadığını ve devrim yapmak istediklerini söylediklerini belirtiyor.
Şen protestolarda ata erkekli sistemi ile mücadele ve seküler bir demokrasi vurgusunun hakim olduğunu söylüyor ve küresel kadın hareketinin kadınların insan hakları söyleminin ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin en azından bir norm olarak yerleştiği bir küresel ortamda İran’daki kadınların hem cesur hem de öfkeli eylemlerinin yakından izlenildiğini belirtiyor. Son olarak, cesaretleri için bedel ödemek zorunda bırakılan iranlı kadınları ve erkekleri gördüğümüzü fakat İran’da iradenin iyimserliği ve çok büyük bir devinime tanıklık ettiğimizi söylüyor.