Sevda Kara, Çatlak Zemin için kaleme aldığı yazı dizisinde, önce kadınların mesaj atmasını sağlayan özelliğiyle ‘feminist’ olarak addedilen flört uygulaması Bumble’ın kadın cinselliği ve özgürlük ilişkisini nasıl etlkilediğini kişisel anekdotlarla masaya yatırıyor.

Sevda Kara / Çatlak Zemin
Cinsel hayatımı ikiye ayırıyorum; Bumble[1] öncesi ve sonrası. Boşandıktan sonra uzun süren yalnızlığıma çare bulmak için önce arkadaşlarım beni bir barın kapısına bıraktı. Düzenli olarak bara gitmeye başladım. Ayda iki kere aynı (güvenli) bara gidip kısmetimi/kolimi bekledim. Üniversite yıllarında hiç bara gitmemiş ve one night stand yaşamamış (hetero) bendeniz bence bara çok çabuk uyum sağladım, bar sandalyesine rahatça ve hızlıca oturabiliyordum sözgelimi. Çantamı bar tablasının altında asılı, çelik çengele bir güzel asabiliyordum (bu çengeli bilmeyenler var). Etrafıma bakıyor ve gülümseyebiliyordum. Yüksek müziğe de zamanla alıştım, bununla baş etmek için dans etmem gerekse de. Dedim ya tam anlamıyla düzenli bir işti benim için. Bir gün barmen şöyle dedi: “Hep aynı saatte gelme bari”; 21.00. Her işte (bana göre) dakik olan ben, bu işi de çok ciddiye alıyordum elbette. Zamanla müdavim olmak çok keyifli geldi; bar temizdi, gelenlerin yaş ortalaması çok küçük değildi. Yeni ve çevremden farklı insanlar tanımak, onları tekrar ve tekrar görmek, saat 2.00’dan sonra cinsel yönelim itiraflarına denk gelmek, iki kadını barda özgürce eğlenirken izlemek, eşcinsellerin şefkat ve cinsellik dolu dansına denk düşmek, erkeklere ve erkekliklere dair etnografik gözlem yapabilmek, kötü baba hikâyeleri dinlemek, içki pahalılığına birlikte isyan etmek ve bazen yeni tanıştığım birinin içkisinden içebilmek (hem de pandemi döneminde) ilgimi çekiyordu. Ülkenin politik gündeminden azade olmayan ama pek de ilgisi bulunmayan eğlenceli bir dünyanın içine girmiştim. Ne ki bir buçuk yılın sonunda eve ancak iki şugar koli atabilmiştim. Bu kadar zamanda anca siftah yapabilmiştim. İşler (paketleme) kesattı.
Aslında hayal ettiğim şey şuydu (bunu arkadaşlarıma da anlattım); -köleliğe karşıyız da- siz bir köle pazarı hayal edin, evet evet Ortaçağ uygun, erkekler tahta, uzun ve yüksek bir podyumda yürüyorlar, biz kadınlar/lubunlar bir divanın üstünden onları izliyoruz ve beğendiklerimizi solda, beğenmediklerimizi sağda kümeliyoruz, bir yandan kuru çilekli cin toniklerimizi (tabii ki şemsiye dekorlu) içiyoruz; bu bir ön eleme. (Ortaçağ’da cine kuru çilek atıyorlardı herhalde.) Divan dedim de, bir süre sonra bar sandalyesi çok rahatsız gelebiliyor. Gelgelelim ana seçimin sonunda bu pazardan istediğimiz lokumla kerpiç evimize doğru (hayır iple bağlamadan tabii ki) gidiyoruz. Böyle epik bir şey hayal ediyordum. Meğer mümkünmüş.
Tam bu “Hayâlât” içinde, yine işlerin iyi gitmediği bir gece ve yine sevgili arkadaşlarım bana, sadece kadınların teklif yapabildiği bir date aplikasyonu (ta ta ta tam bumble) indirdi. O gece fotoğraflarım çekildi ama hiçbirini beğenmedim, sağdan soldan nispeten güncel portrelerimi bulup yükle-dik. Tabii ki mahlasla. 35-55 yaş aralığını tercih et-tik. “Türkiye’deki erkeklerin cinsel performansıyla yaşlarının ilişkisi” üzerine derin bir sohbet yap-tıktan sonra. Bundan ötesi çok acayip! (Cinsel hayatımı boşuna ikiye ayırmıyorum.) Günlüğümü burada kesip sizi merakta bırakmayı istemem; bumble’daki ilk haftamda beş erkekle buluştum, 10’dan fazlasıyla yazıştım. Buluşmalarla yazışmaları ikiye ayırıp ayrıntılandırmak mühim. Ama önce yüzlerce erkek fotoğrafına bakıyor olmakla ilgili ilk izlenimlerimi anlatmak isterim.
Bu muhteşem (erkek fotoğrafları) veri bankasını sosyal medyadan ayırmam gerekli. Bumble’da hedef çok net ve veri çok özet. Altı poz ile kendilerini (ve tabii kadınların/lubunların da) anlatmaları gerek, ayrım burada. Profillerinde geçen giriş metinlerine şimdi girmiyorum, uzun hikâye. Amanın o ne fotoğraflar öyle! Ekstrem sporlar (yüzümdeki korkum belli oluyor mu?), spor arabalar (zengin bir tanıdıktan ödünç aldım), yatlar (marinada yürürken arkamda çıkmış), ören yerleri (tarih dersinden kalmıştım), Eiffel Kulesi (Avrupa görmüşlüğüm vardır), Mısır piramitleri (sekste ben bir firavunum [?]), baltayla odun kesmek (doğadaki adam fantezisi sever misin?), havuz başı şarap keyfi (Prosecco [İtalyan-Trieste şarabı] severim, sen?), güneş gözlükleri (Johny olmadığımız için gözlerimiz mavi değil ne yapalım?), otel koridoru (ailemle yaşıyorum[?]), aynayla selfi (selfi çekince burnum yamuk çıkıyor)……. Bir tane çiğ köfte yaparken, mangal yellendirirken poz yok. Erkeklerle ilgili önyargı zengini biri olarak benim için çok şüpheli bir durumdu, Türkiye’de ne kadar sportmen erkek (?) varsa bumble’da olmalıydı (sınıfsal ayrım için henüz erken). Bu da beni makara geçme atmosferinde tutuyordu. Tamamen kişisel. Derken fark ettim ki Türkiye’de erkekler güzel gülebiliyormuş meğer. Ya da “diş telim yok bakın” mı demek istiyorlardı? Fotoğraflarla ilişkim “armudun sapı-üzümün çöpü” şeklinde şımarmalarla ilerledi. (Bu “armudun sapı-üzümün çöpü” meselesini daha sonra yakından tartışalım, hatırlatın da). Bir yandan da büyük adrenalin pompalanması yaşıyordum. Bedenim harekete geçmişti. Tarih fonlu “cinsel köle erkek pazarı” hayalim gerçek olmak üzereydi, üstelik de BEDAVA! Tek bir farkı vardı ben beğendiklerimi sola diziyordum, bumble’da sağa atmak gerekiyordu. Evde kanepede (divanda) oturarak.
[1] Bumble adı bumblebee’den üretilmiş, yaban arısı demek. Bzzzzzzzzzzzzz.
Yazının devamına buradan ulaşabilirsiniz.