Karin Karakaşlı’nın kaleminden, Ukrayna’daki savaş hali üzerinden yakıp yıkılan topraklar, terk edilen meskenler, arta kalanlar ve gelecekten çalınanlar üzerine…
“Savaşın, cinayetin, katliamın affı olmaz. Sadece orada olan kadarına değil, sonraya ait hayat ihtimaline, gelecek kuşakların hakkına kasteder can almak.”

Karin Karakaşlı / K24
Savaş ve bir anda hayatın yeni doğalıymış gibi tepene binen ölüm nasıl da kırılgan olduğunu gösteriyor aslında. Denetim dışında kalan ne çok dış etken olduğunu. Gıyabında değişenlere karşın kendi doğrularını korumakla geçiyor ömür. Kimi coğrafyalarda daha da fazla.
Son yangın yeri Ukrayna’ya bakarken gözümün önünden hiç gitmeyen resim metroya sığınmış insanların ve hayvanların hâli. Herkesin yanında sırt çantaları var. Anoraklar ve battaniyeler döşek, bu çantalar da yastık olacak diken üstü uzanmışlara.
Her şey nasıl da vazgeçilir oluyor ölüm karşısında. Dört duvarına çekildiğin ev güvenli olmadığında sokağı mesken ediniyorsun. Gidecek taşıt bulamayınca kilometrelerce yürümeye başlıyorsun sınıra doğru. Hayatta gitmediğin bir istikamet muhtemelen. Birkaç gün önce anlatsalar inanmayacağın bir şeyler yaşıyorsun. Dışardan baka baka kendine.
Günlük hayatının parçası olan pek çok eşyadan, nesneden vazgeçiyorsun can havliye. Yanına aldığın sırt çantan kadar kalıyorsun. İliştiğin köşe, üzerine örttüğün battaniye, içine girdiğin uyku tulumu kadar.
Travmatik olaylardan sağ olarak kurtulanlar için canlı olmak dışında kullanılacak bir sıfat var; arta kalan. Bir kazadan, doğal felaketten, savaştan, ağır hastalıktan, ölümden, ayrılıktan arta kalırsın. Artık aynı olmayan dünyayla baş etmek zorundasın, o ki hayat devam ediyor. Kimsenin, hiçbir şeyin uzun vadede senin için duracağı yok. Parçalarını mecbur yol üzerinde toplayacaksın.
Sadece insanlar değil eşya dediğin de arta kalıyor. Nesnelerin içinden hayatın ruhu çekiliyor bir anda. Oysa cansız deyip geçeriz bir çırpıda. Tuhaf belki ama yıkımın kendisinden daha zorlayan bir şey varsa, o da bu arta kalan eşya yığını. Onlarla ne yapacağını bilemezken aslında hayatı duraksatıyorsun bir süreliğine. Hani şu en yapılmaz olan şeyi yapıyorsun. Ya da işte hiç bitiremediğin bir aynı güne başlıyorsun.
Kaybolan kayıtlar
Malûm, modern zaman hayatı dijital kayıtlarla dolu. Hâliyle ölümümüz de kısmen bu zamana has özellikler taşıyor. Ölenlerin ardından sosyal medya hesaplarına ne oluyor, diye bir soru var örneğin. Facebook, twitter, instagram… Bütün sosyal medya mecraları için artık paylaşım iradesi olmayan birinin arta kalanı olmak söz konusu. Kimi örnekte aileden biri ya da en yakın arkadaş ilgili hesabı devralıyor. Ama bu bir anma sayfası olmadığı için aslında en çok ölümü göstermiş oluyor sahipsizliğinde. Ya da işte dijitalin uzaysı boşluğunda yok olup gidiyor her şey.
Bu kaybolan dijital kayıtları atmosferde görüyor olabilsek, Matrix filmindekine benzer sahneler çıkardı karşımıza muhtemelen; saydam boşlukta, havanın içerisinde sonsuza akıp giden işaretler… Daha görünür olan kayıtlarla da sınav bir türlü bitmiyor. Hiç aranamayacak olsa da telefondan bir türlü silinemeyen o kayıtlı numaralar, isme gelmeye devam eden faturalar, bir türlü kapatılamayan hatlar, verilemeyen, atılamayan, kullanılamayan bir dolu eşya hep aynı gerçekle yüz yüze getiriyor insanı. Ölümle ve ölüme rağmen devam edenle. Yas tutmadan bürokratik işlemlerin öldürücülüğüne teslim olman gerekiyor. Ne demiştik, hayat devam ediyor.
Ölen mesken, aidiyetsiz eşya
Ölüm sadece canlı varlığa has değil. Kainattaki her şeyin enerji yaydığını düşünürsek, canlı-cansız ayrımını yapmanın güçleştiği bir ufka varıyoruz. Malûm ev ve eşya, sahibini arar, ona bağlananla anlamını kökleştirir. Terk edilmiş mekânların hayaletimsiliği bundandır. “Canı gitmiş” diye düşünürsün, sanki nefes çekilmiş, bir şeyler çürümeye başlamış.
Bazen terk edilmiş koca şehirler, kilometrelerce uzanan ve artık ekilmeyen, üzerinde yaşanmayan araziler ölür. Kimse kökünden isteyerek kopmaz ki. Bombalanan, yakılan, yıkılan yerlerdir burası. İşsizliğe ve bereketsizliğe mahkûm edilen, mezarsız yatanların ahıyla küsmüş topraklar. O yüzden savaşın, cinayetin, katliamın affı olmaz. Sadece orada olan kadarına değil, sonraya ait hayat ihtimaline, gelecek kuşakların hakkına kasteder can almak. En büyük hayat talanı olarak kayda geçer, inkâr edilmeye, unutturulmaya çalışıldıkça. O ki havadaki her zerreciğe kayıtlıdır artık kötülük. O ki soluduğumuz hayat ölümdür böyle zaman ve mekânlarda.
Yazının devamına buradan ulaşabilirsiniz.
