“Bu köydekiler bana 4 yıl boyunca selam vermediler” dedi Osman.
Luxenburg’taki Mosel nehri üzerindeki marinada rastladık Osman’a. Evine yakın olan marinaya haftada birkaç gün yürüyüş için gelirmiş. İlk kez Türk bayraklı bir tekne görünce Hüs kaptan ile konuşmaya başlamış. Hüsam onu akşam kahvesine davet edince hikayesini öğrendik.
Ankara’da doğup 6 aylıkken anne babasının çalışmak için gittiği Paris banliyösünde büyüyor. Babası Citroen araba fabrikasında işçi olarak çalışıyor. Osman’da arabalara meraklı. Ama BMW markasının yeri ayrı. Daha lisedeyken BMW motorlarını çalışıyor, öğreniyor. Motorları güçlendirme uzmanı oluyor. Bir abisi iki de ablası var. “hepimiz esnafız” diyor. Bütün aile Paris’te yaşarken o Luxenburg’a gelip işini kuruyor. Yanında işçiler çalıştırıyor işini büyütüyor. Luxenburgca öğretmeni bir Luxenburglu kadın ile evleniyor.
Bir parantez; Altı yüz elli bin nüfuslu Dünyanın en küçük devletlerinde biri olan Luxemburg’un Almanca ve Fransızca ile birlikte Luxenburgca (Lëtzebuergesch) ile birlikte üç resmi dili var. Luxenburgca Almancaya çok benziyor. Luxenburglular üç dili de öğrenerek yetişiyor.
Osman eşinden Luxenburgca öğreniyor. Bir kızları oluyor. Sonra ayrılıyorlar. Şimdi yargı yoluyla kızının velayeti için hakkını aradığını söylüyor. “bu ülke ırkçı, kendi vatandaşlarını savunup yabancıları dışlıyor” diyor.
“İdentite’nin Türkçesi ne?” diye soruyor.
“Kimlik” diye ceaplıyorum.
“Kimlik sorunu var bu ülkede “ diyor ve ekliyor “bana bu köyde dört yıl boyunca kimse selam vermedi”
Türkçe eğitim almadığı için Türkçesi aksanlı ama dile çok önem veriyor. “Dilimi kızıma da öğretmek istiyorum” diyor. Luxenburg’ta bulamadığı aidiyeti memleketinde arıyor. “Kırsekiz yaşındayım memleketimde iş kurmayı planlıyorum” diyor. WhatsApp, sosyal medya kullanmıyor, e-posta üzerinden mesajlarını alıyor.
Osman bir saatlik sohbetten sonra ayrıldı. Ertesi sabah tam halatları toplayıp marinadan çıkarken koşarak bize yetişti. Elindeki sıcacık baget ekmeği uzattı, iyi yolculuklar diledi ve koşarak uzaklaştı. Arkasından seslendim “çok teşekkürler Osman”. Birbirimize el salladık. Ona sallanmayan ellerin acısına azıcık merhem olmasını diledim. Hüsam’a yazdığı e postada “Gülseren hanımın el sallayışı hala gözümün önünde” diye yazmış.
Osman’ın yaşamının tümünü geçirdiği Fransa ve Lüksemburg’da hissettiği yalnızlığı yüreğimde hissettim. Öte tarafta hiç yaşamadığı memleketine olan özlemini, bir anne şefkatini arar gibi memleketinde bulacağını umduğu sıcaklığı düşündüm.
Avrupa’da göçmen karşıtlığı yükseliyor
Avrupa’da göçmen karşıtlığı öfkeli gençlerin popülist sağ partileri desteklemesi ile yükseliyor. Haziran ayında yapılan AB Parlamento seçimlerinin sonuçları özellikle Almanya ve Fransa’da siyaseti derinden etkiledi. Almanya için Alternatif (AfD) partisi tarihindeki en iyi performansı sergileyerek Şansölye Olaf Scholz’un Sosyal Demokrat Partisi’ni geride bıraktı. Almanya bu şoku atlatmadan geçen hafta sonu yapılan Doğu Almanya eyalet seçimlerinde de AfD şok edici bir zafer daha kazandı.
AfD’nin Thüringen’deki zaferi ve Saksonya’daki güçlü ikinci sıradaki başarısı, Almanya’da bir yıl sonra yapılacak genel seçimler öncesinde Almanya’nın siyasi yelpazesinde sağa doğru bir kaymanın sinyalini veriyor. Yerel seçimlerin bir diğer kazananı da eski Doğu Almanya komünist partisinden bir üye olan Sahra Wagenknecht’in kurduğu sol-popülist ittifak BSW oldu. BSW, hem Thüringen hem de Saksonya’da üçüncü sırada yer aldı ve bu yeni kurulan parti için dikkat çekici bir başarı elde etti. Birbirine yakınlaşan aşırı sağ ve aşırı sol konusunu haftaya yazmaya çalışacağım.
Irkçı olmaktan utanmayan Alman gençliği
İngiliz Guardian gazetesinde yayınlanan makalesinde, Fatma Aydemir yaşadığı şehir Berlin için “Berlin’in neofaşizmin bataklığı içinde bir ada gibi görünüyor ancak sular yükseliyor” diyor.https://www.theguardian.com/commentisfree/article/2024/sep/05/berlin-neofascism-berliners
Aydemir “Son 25 yılda, aşırı sağcılar ve neo-Naziler gizli bir şekilde örgütlenip kundaklama saldırıları düzenlediler ve insanları öldürdüler. Ancak son aylarda, özellikle genç yetişkinler arasında faşistlerin Alman kamuoyunda daha yüksek ve cesur bir şekilde yer aldığına tanık olduk. Doğu Alman şehirlerindeki onur yürüyüşlerine neo-Naziler saldırdı ve Gigi D’Agostino’nun pop şarkısı “L’Amour Toujours”un yeniden yazılmış bir versiyonu, “Almanya Almanlarındır, yabancılar dışarı” (“Deutschland den Deutschen, Ausländer raus”) neo-Nazi sloganıyla kulüplerde yankılandı.”
Pınar Selek “Fransa’da göçmen düşmanlığı görünür şekilde arttı”
Fransa’da da AB Parlamento seçimleri sonunda benzer bir sarsıntı yaşandı. Başkan Emmanuel Macron, aşırı sağcı Ulusal Birlik partisinin zaferinin ardından erken seçim çağrısı yaptı. Seçimlerin ilk turunda Ulusal Birlik çoğunluğu elde edemedi. İkinci turda sol partilerin ittifakı Yeni Halk Cephesi sahneye çıkmasa Fransa göçmen karşıtı aşırı sağcı Le Pen’in partisine teslim olacaktı. Yazın Paris Olimpiyatlarının görkemli törenleri arasında ülkedeki hükümet krizi konuşulmadı, sonunda Macron Michel Garnier’i başbakan olarak atadı ama bu hükümetin yaşaması için Le Pen’in partisinin desteğine ihtiyacı var.
Fransa’nın güneyinde sürgün yaşamını aktivist akademisyen Pınar Selek ile Temmuz başında Nice’de buluştuğumuzda Fransa’da yükselen yabancı düşmanlığı ve göçmen haklarını savunanlara yönelik artan düşmanlığı anlattı. Pınar Fransa’da göçmen, kadın, LGBTQ savunuculuğu yapan tanınan bir akademisyen olduğu için hedef alındığını söyledi. İşlenmemiş bir suçtan dört kez beraat etmesine rağmen ülkesinde birilerinin onu hedef almasından dolayı çok sevdiği memleketine dönemeyen sevgili Pınar’ın Fransa’da hissetti yalnızlık da yüreğimi sızlatıyor.
Avrupa Birliği değerlerini korumak üzere önemli bir sınavdan geçiyor.
Yükselen sağ siyaset Türkiye’nin zorlu AB üyeliği sürecini daha da zorlayacağa benziyor. Türkiye’nin bu koşullarda nasıl AB üyelik stratejisi uygulayacağını düşünmeliyiz.
CHP lideri Özgür Özel “hedefimiz Avrupa Birliği’ne tam üye olmuş bir Türkiye’dir” dediği günde, Rusya Türkiye’nin BRİCS’e tam üyelik başvurusunda bulunduğunu açıkladı. Alman basını, Frankfurter Allgemeine Zeitung (FAZ), Türkiye’nin BRICS’e tam üyelik hedefi ile siyasi ve ekonomik alanını genişletmek istediği ve Batı’dan uzaklaştığını yazdı.
Oysa 100 yıllık Cumhuriyetimizin yönü hep demokrasi, insan hakları, kadın erkek eşitliği, çoğulculuk, kapsayıcılık değerlerini savunan batı olmuştur. Batının da hatalarından ders alan, bölgesinde istikrar sağlayan demokratik, laik, sosyal Türkiye Cumhuriyeti’nin yeri Avrupa Birliği’dir.
Farklı kimliklerin zenginlik olarak kabul edildiği memleket, Avrupa Birliği ve Dünya idealimiz için daha aktif olmamız gereken zamanlardayız.
Gülseren Onanç
