Devlet aygıtlarının Kürt kadın hareketinin tüm kurumlarına el koymaya çalıştığı bir dönemde örgütlü mücadelesine devam eden Rosa Kadın Derneği, operasyonlara ve gözaltılara rağmen kadınların erkek şiddetinden, kolluk kuvvetlerinin istismarından uzak hayatlar kurabilmesi için nasıl çalıştıklarını anlatıyor.

Bir grup feminist kadın, 2022 Amed Newrozu için Diyarbakır’a gittiklerinde Kürt kadın hareketiyle ve kurumlarıyla, kadın emeğinden, kadınların dili sanatı ve kültürüne, erkek-devlet şiddetiyle mücadeleye pek çok alanda aktif çalışan kadınlarla buluştu.
Bu kadın topluluklarından biri de Rosa Kadın Derneği’ydi. Kürt kadın hareketinin tüm kurumlarına, imkanlarına ve özgürlüklerine el konulmaya çalışılan bir dönemde örgütlü mücadelesine devam eden Rosa Kadın Derneği, operasyonlara ve gözaltılara rağmen kadınların erkek şiddetinden, kolluk kuvvetlerinin istismarından uzak hayatlar kurabilmesi için nasıl mücadele ettiklerini anlattı.
Çatlak Zemin’de yayınlanan söyleşinin bir bölümünü sizlerle paylaşıyoruz.
Öncelikle sizi biraz tanıyabilir miyiz? Rosa Kadın Derneği nasıl bir ihtiyaçla, nasıl bir dönemde kurulmuştu, ne gibi çalışmalar yürütüyorsunuz, siz ne zamandan beri içindesiniz?
Adalet: 2018 Haziran’ında OHAL resmi olarak kaldırılmadan önce bu ihtiyaç üzerine konuşmaya başlamıştık, Ağustos civarında da dernek açma fikrimiz netleşti. 2018 sonunda kuruluşumuzu ilan edip, resmi olarak açıldık. Biliyorsunuz, OHAL döneminde bütün kurumlar, danışma ve dayanışma merkezleri kapatıldı. Ciddi bir şiddet artışı oldu. O döneme dair elimizde sadece İHD (İnsan Hakları Derneği) ve TİHV’in (Türkiye İnsan Hakları Vakfı) raporları var çünkü raporlama yapabilen başka kurum kalmamıştı. O raporlar çok yüksek rakamlardan bahsediyordu. O dönem şiddetin görünürlüğü de yoktu, çünkü tüm sivil toplum örgütleri gibi muhalif basın da baskı altındaydı. Bu yüzden elimizde çok veri olmasa da toplumsal olarak bir içe çekilmeyi biz çok yoğun hissettik. Ben OHAL döneminde Mardin’de kamu görevlisiydim, sonra 2016 Kasım’ında KHK ile ihraç edildim ve Diyarbakır’a taşındım. Ondan sonra sivil toplum ve platformlar üzerinden kadın hareketi içinde yer almaya başladım. Önce platform, OHAL kaldırıldıktan sonra da dernekleşmeyle beraber Amed’te çalışmalarımıza devam ediyoruz.
Ruken: Ben Adalet’le henüz tanışmamıştım o dönem, Elif’le ise Diyarbakır’da çok eskiden beri tanışıyoruz. Bir Sur ablukası yaşadık. Çatışmalarla, KHK’larla dolu bir süreçti. Birçok kişi ceza aldı; yurtdışına gitmek zorunda kalanlar, cezaevine girenler, işsiz kalanlar, ev hapsinde olanlar… Aynı zamanda bu bölgeye ilişkin bir göç veya nüfus politikası da vardı. Bundan etkilenenlerin çoğu kadındı. Benim ailemde de gitmek zorunda kalanlar oldu, hepimiz tehdit altındaydık. Ben o dönem ücretli çalışmıyordum, çocuk bakıyordum. Onu tam kreşe göndermeye başlamıştım, artık ben de bir şeylere katılabilirim diyordum ki kreşler bile kapatıldı. Artık Kürtçe eğitim verilmeyecek dendi. Biz de kapatılan kreşe çocuğunu gönderen ailelerle birlikte kolektif bir kreş oluşturduk ve onun etrafında toplandık. OHAL öncesi burada ihtiyaca dönük çalışan çok fazla kadın kurumu vardı. Diyarbakır çok göç alan bir kent ve şiddetin yoğun yaşandığı yerlerden biri. Bu nedenle şiddeti önlemeye yönelik çalışmaların yapıldığı, kadın odaklı belediyeciliğin oturduğu bir yerdi. OHAL’le birlikte her yer kapatıldı, hiçbir şey kalmadı. Ben sinemayla uğraşıyordum mesela, o kurumlar da kapatıldı. Gidip oturduğumuz parkların isimleri bile değiştirildi, bazıları kapatıldı. Her tarafa resimler asıldı, tamamen bir işgal alanı gibi davranıldı. Sivil alanda, yerelden yapılan her ne varsa bir şekilde kapatıldı. Böyle bir süreçte, “Siz çılgın mısınız dernek açıyorsunuz?” diyenlerle de karşılaştık. Ama Kürt kadın hareketi olarak toparlanmamız gerekiyor, yapılacak çok şey var diyerek Rosa Kadın Derneği’ni açtık. Büyük bir umut oldu. Açıldığımız süreçte de yine bir korku iklimi hâkimdi. Buna rağmen hem başvuru almaya hem de büyük yürüyüşler yapmaya başladık. Yaptıklarımız hemen karşılığını buldu, derneğimiz tanındı, insanlar sahiplendiler. Hem bizler için hem de kentte yaşayan diğer kadınlar için korku iklimi içerisinde cesaret veren bir tarafı oldu Rosa Kadın Derneği’nin.
Elif: Benim öyküm de diğer arkadaşlarımdan çok farklı değil. 2011’de Diyarbakır Kayapınar Belediyesi’nde Ekin Ceren Kadın Danışma Merkezi’nde avukat olarak çalışmaya başlamıştım, kadınların başvurularını, dosyalarını takip ediyordum. 2016 yılında bir sabah uyandık ve KHK kapsamında ismimi okudum. Hayatımın son yedi yılında yaptığım bütün iş, bir sabah uyandığımda artık yoktu. Takip ettiğiniz bir sürü dosya var, bir anda hepsi elinizden alınıyor, o kadınlara ne olduğunu bilmiyorsunuz. Psikolojik olarak çok etkilendim. Sonra Diyarbakır Barosu Kadın Hakları Merkezi’nde çalışmaya başladım. Orada çalışırken Adalet’le görüştük ve şiddetle mücadele alanında çalışacak bir dernek açmak istediklerinden bahsetti. Barodaki kadın merkezinde sadece hukuki destek verebiliyordum. Öyle olunca tüm eksiklikleri, ihtiyaçları görüyorsunuz. Kadınlar başvuru yapıyor ama eksiklikler nedeniyle bir süre sonra toplumsal baskıya dayanamayıp şikâyetten vazgeçmek zorunda kalıyorlar. O yüzden tıkanıyorduk çalışırken. Rosa Kadın Derneği’nin açılacağını duyduğumda bu yüzden çok sevinmiştim, eski günlere dönmenin özlemi vardı. Belediye’nin kadın danışma merkezinde çalıştığımız dönemde elimizde çok imkân vardı. Sığınak açmak için başvuru yapmıştık, her şeyini hazırlamıştık. İki yıl boyunca bakanlıktan izin gelmesini beklemiştik, hatta idari dava da açmıştık. Ama kayyum geldikten sonra, kayyumun atadığı avukat dosyayı benden aldı. Belediyenin imkânlarıyla destek olduğumuz, sığınağa yönlendirdiğimiz başvurucularım vardı. Kayyum sonrasında aradıklarında etrafımızdan destek toplamaya çalıştık ama yeterli olamadık, birçoğu o şiddet ortamına geri dönmek zorunda kaldı. Bu durumun yarattığı çaresizlik hissi çok kötüydü. Alanda aktif olmak, bir şeyler yapmak isteği içindeydim. Dolayısıyla Rosa Kadın Derneği’nde ben de yer almak istedim. Yürüttüğümüz mücadele alanının boşaltılmasına karşı, elimizden alınan imkânların, uğruna mücadele ettiğiniz değerlerin bir anda yok sayılmasına karşı daha çok şey yapabilme umudu doğmuştu. Tabii ki eski imkânlarımız yok, çok kısıtlı şartlarda, devlet baskısı altında çalışıyoruz ama ona rağmen bir sürü şey yarattığımızı da düşünüyorum.
Rosa Kadın Derneği kurulduğundan beri geçen yıllarda şehirdeki kadınların ilgisi nasıl oldu? Nasıl bir karşılık buldu? Size yapılan engellemeleri nasıl aştınız?
Adalet: Rosa Kadın Derneği’nin kurulması çok coşkuyla karşılandı. OHAL döneminden sonra kent ve çeperinde, ilçelerde müthiş bir içe çekilme vardı. Biz sosyal medya ve televizyonlarda ilk duyurumuzu yaptığımızda kadınlar gelmeye başladılar. O inanılmaz bir enerjiydi ve bizim de çok ihtiyacımız vardı. Çünkü çoğumuz daha önce kurumlarda, yerel yönetim sisteminin içerisinde, bir şekilde mücadeleyi yürütüyorduk ama oralardan atılmıştık. Derneğin kurulması sadece bu kentteki kadınlara değil çevre kentlerdeki kadınlara da çok iyi geldi. Ruken de bahsetti az önce, yaptığımız bütün yürüyüş ve etkinlik çağrılarına kadınlar bir şekilde duyup geliyorlardı – ki çok kısıtlı olanaklarla yapıyorduk. Henüz çok yeniydik, maddi koşullarımız yoktu, içinde bulunduğumuz bir ağ yoktu. Bunları zaman içerisinde oluşturduk. Mesela Şiddetle Mücadele Ağı’nı, ilk 8 Mart’ta, kentteki diğer sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte oluşturduk ve güçlendik. Türkiye’deki diğer ağlara ve platformlara girdik. Sığınaklar Kurultayı’na katıldık, o zaman Nafaka Hakkı Kadın Platformu vardı orada yer aldık. Kadınlar Birlikte Güçlü’nün toplantılarına katılmaya başladık.
Kuruluşumuzun hemen ardından başvuru almaya başladık. Bu çok zordu çünkü hiçbir mekanizma yoktu. Politik duyarlılıktan kaynaklı, kayyumun atandığı belediyenin sığınağına ya da ŞÖNİM’e gitmek istemiyordu birçok kadın. Evde şiddetle karşı karşıya ama kayyumun elinde olan sığınağa gitmek istemiyor. Ya da ŞÖNİM’e gidiyor ama üç gün sonra orada gördüğü şiddetten dolayı çıkıyor. Mekanizmaların yokluğundan ya da yanlış işletilmesinden dolayı hâlâ ciddi anlamda sorun yaşıyoruz. Ayrıca sırf eylemlerimize gelen her kadın bile gözaltına alındı 2020’den bu yana, ama polis ablukasına, bu kadar operasyona ve gözaltına rağmen çalışmaya devam ediyoruz. 16 Mart’ta gözaltına alınmam benim üçüncü operasyonumdu. Bunların birinde tutuklandım. Buna rağmen kadınların bize olan ilgisi çok umut ve heyecan verici. Ben en çok köylere, mahallelere broşür dağıtmaya gittiğimizde tanık oldum. Kürt kadın hareketinin bir kurumu olduğumuzu, ihtiyaçları olduğunda hukuki ve psikolojik destek verebileceğimizi söylediğimizde, “Siz şimdiye kadar neredeydiniz?” diyerek elimizi tutan pek çok kadın oldu. Hâlâ alanda çok büyük bir boşluk var ve gücümüz yettiğince ulaşmaya çalışıyoruz ama yetişemiyoruz. Diğer taraftan da şunu gördüm; bizi bekliyorlar, yıllardır süren bir gelenek var, bu geleneğin yarattığı bir güven var ve bu güven bunca baskıya ve şiddete rağmen sarsılmamış. Bu benim için çok kıymetli bir duygu.
Bu kadar operasyonla karşı karşıyayken erkek şiddetiyle mücadele için elzem olan başvuru verilerini nasıl tutuyorsunuz?
Ruken: Rosa Kadın Derneği’nde daha önce raporlama yapmış, alanda çalışmış, kitle çalışması ve yöneticilik yapmış, farklı yerlerden gelen kadınlar olarak bir araya geldik. Dolayısıyla ihtiyaçların da farkındaydık. Şiddet başvurusu almak bunlardan biriydi. Ben ve Elif daha önce de başvuru alıyorduk; ben sosyoloğum, Elif de avukat. Önce bir başvuru formu oluşturarak başladık. Bunu diğer kurumlarla nasıl ortaklaştırırız düşüncesiyle, kadınlardan şiddet başvurusu alan, kadına yönelik şiddet alanında çalışan tüm STK’lara gittik. Şiddetle Mücadele Ağı’nı böylece oluşturduk. Mesela Eğitim-Sen’i de ağın içine kattık, çünkü öğrenci ve öğretmenlerin maruz kaldığı istismar ve şiddet vakaları var. SES (Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası) bunun doğrudan bir parçası, çünkü üyeleri hastanede çalışıyor ve bir kadın şiddete maruz kaldığında hastane bu sürecin önemli bir aşamasını oluşturuyor. TİHV devlet kaynaklı şiddet boyutuyla ağın içerisinde. Kürdistan’da uzun yıllardan beri en çok başvuru alan yerlerden biri olan İHD var. Baronun Kadın Hakları Merkezi, Çocuk Hakları Merkezi ve LGBTİ+ Komisyonu da ağın bileşenlerinden. Psikologlar Derneği, Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği dâhil oldu. Tüm bu kurumlarla bir çalıştay yaparak başvuru formunu değerlendirdik. Nasıl sorular sorulmalı diye konuştuk. Diğer bir nokta, ortak veri tabanı oluşturma konusuydu. Üç maddelik bir protokol yaparak ortak veri tutma kararı aldık. Veri tabanını da oluşturduk ama bu hiçbir zaman hayata geçemedi Diyarbakır’da. Formumuz birçok değişkeni karşılaştırarak veri topluyordu. Devlet müdahalesinden kaynaklı, kişisel verilerin korunması adına bilinçli olarak hayata geçirmedik. Çünkü tuttuğumuz en ufak bir nota bile el konuyor, iddianamelere giriyor. Dolayısıyla kadınlarla ilgili özel durumların, bizimle paylaştıkları şeylerin bu şekilde açığa çıkmaması adına olabildiğince az veri tutuyoruz. Ama altyapımız hazır, veri tabanımız bir gün hayata geçmeyi bekliyor. Bir taraftan da bu verilerin güvenliğine kafa yormaya çalışıyoruz. Raporlarımızı daha çok sayılarla hazırlıyoruz ve onları da korumaya çalışıyoruz.
Elif ve ben baştan beri raporlama sürecinin içindeyiz. Şiddetle Mücadele Ağı’nda ortak verileri bir araya getiriyoruz, çetele çıkarıyoruz ve bunu üç yıldır devam ettiriyoruz. Önceleri raporları altı ayda bir çıkarıyorduk, daha sonra yılda bir kez 25 Kasım’da açıklamaya karar verdik. Bunlarda sadece ortak alınan başvuru sayıları değil, nasıl durumlarla karşılaştığımız ve ne tür öneriler getirdiğimiz gibi bölümler de var. Tüm kurumlar önerilerini ayrı ayrı yazıyor ve sonra bunları birleştiriyoruz. Mesela 6284’ün etkin uygulanmamasına dair karakollarda karşılaştığımız zorluklar, sağlık alanında kürtajla ilgili resmiyette olmayan ama fiilen çıkarılan engeller, ŞÖNİM’lerde karşılaşılan durumlar gibi konuları maddeler halinde yazıyoruz. Bu raporlara daha sonra çocukların uğradığı istismar vakalarını da ekledik. Biz genellikle 18+ yaş grubuyla çalışıyoruz ama hem ilçelerden hem de çevre kentlerden istismar dosyalarının birçoğu da bize geliyor. Takibini yapıyoruz, ÇİM’e (Çocuk İzlem Merkezleri) gidiyoruz. İstismar vakalarının sayısı çok fazla olduğu için de tüm STK’ları bu konuda sorumluluk almaya çağırdık. Rapor hazırlayan ekip gittikçe genişliyor. Şiddetle Mücadele Ağı da gittikçe kendi içinde daha çok iş yapan bir duruma geldi. Hakikaten en imkânsız durumlarda, imece usulüyle ne üretebiliriz diye sabahlara kadar inanılmaz bir şevkle, bizi kapatmak istedikleri o evlere kapanmama hırsıyla çalışıyoruz.
Elif: 2016 yılında, belediyenin Ekin Ceren Kadın Danışma Merkezi’nden ihraç olduğumuzda, ilk şoku atlatır atlatmaz bütün arşivin kurumda olduğu aklımıza gelmişti ve tüm başvuru evraklarını kendi büroma götürmüştüm. Biz ihraç olduktan iki ay sonra kayyum geldi. Belediyeden arayıp dosyaları sordular, bende olduklarını söyledim, vermem gerektiğini söylediler. Vermeyeceğimi ilettim. Onlar bizim yedi yıllık emeğimiz, hafızamız, her şeyimiz. Vermeyeceğim, çünkü takip ettiğimiz başvurular var. Sonra üç erkek bir kadın büroya geldiler, zorla alıp götürdüler bütün dosyaları. Sonrasında yaşadığımız sıkıntılara dair bir tane örnek vereyim: Kulp’ta yaşayan bir başvurucumuz vardı, çok küçük yaşta kuma olarak zorla evlendirilmişti, iki tane çocuğu da vardı ve ahırda tutuluyordu, ona ve çocuklarına yemek verilmiyordu. Kocası kendisine zulmediyordu, çocuklarını da vermiyordu. Bize geldi, Kulp Belediyesi’ndeki kadın eş başkanımızı da yanımıza alarak hep beraber köye gittik. Öncesinde jandarmaya gitmiştim, jandarma o köy çatışma bölgesine yakın olduğu için gidemeyeceğini söylemişti. Biz gittik, heyet olarak çocukları alıp kadınla birlikte Diyarbakır’a döndük. Kendine bir ev tuttu, belediyeden sosyal destek aldı. Biz ihraç olduktan sonra tüm başvurucularla iletişimimiz bir anda kesildi, çünkü iletişim kanalımız başvuru formlarıydı ve formları bizden almışlardı. Bu kadın da sonradan bize ulaşamamış, formlara el koydukları için biz de ona ulaşamadık. Maalesef aynı zulmü görmeye devam etmiş, çocuklarını elinden almışlar, tekrar şiddete maruz kalmış. Sonrasında bana bir şekilde telefonla ulaştı, durumunu anlattı, tekrar destek istedi. Ama bizim yapabileceğimiz hiçbir şey kalmamıştı, hepimiz ihraç edilmiştik. O erkek, belediyenin, bizlerin, başvuran kadının arkasından çekilmek zorunda kaldığımızı anladığı anda aynı şiddeti uygulamaya devam etti. Bunun gibi pek çok örnek var maalesef. Arşivleme meselesini her konuştuğumuzda bu başvuran aklıma gelir. Bizim şu andaki arşivimiz sadece hafızamız.
Hem şehirdeki diğer kadın kurumlarıyla hem genel anlamıyla ülkedeki kadın hareketiyle / feminist hareketle nasıl bir ilişkiniz var? Uluslararası kadın hareketiyle ilişkileriniz var mı?
Adalet: Öncelikle şehirdeki çeşitli kurumların oluşturduğu Şiddetle Mücadele Ağı var. Bu ağın kurulmasına biz öncülük ettik, çünkü şiddetle mücadelede mekanizma yokluğundan ötürü teknik anlamda ihtiyaçlar vardı. Dolayısıyla bu görece dar bir ağ; şiddet başvurusunu hızlıca çözüme ulaştırmak, destek sağlamak, veri toplamak için çalışan, sadece doğrudan başvuru alan kurumların oluşturduğu bir yer. Bir de Dicle Amed Kadın Platformu var; o da OHAL döneminde yeniden kurulmuş, daha eski bir platform. Bu platform içerisinde siyasi partilerin kadın meclisleri, STK’ların kadın komisyonları, kadın kurumları var. Yani böyle daha geniş bir ağ içinde de yer alıyoruz. Özellikle ilk kurulduğumuz süreçte, platform, baskılardan kaynaklı biraz ağır aksak ilerliyordu. Rosa Kadın Derneği’nin kurulması ona da güç verdi. Platform operasyonlardan dolayı zaman zaman güç kaybediyor ama her defasında kendini yeniden toparlıyor. Özellikle 25 Kasım ve 8 Mart süreçlerinde platform üzerinden etkinlikler, organizasyonlar çıkarıyoruz. Yerelde TJA’nın ve kadın eş başkanların bize çok büyük bir katkısı var. Eş başkanlık sistemine dair bunu her fırsatta belirtiyorum: Bize köylerden, ilçelerden gelen başvuruların çoğu eş başkanlar üzerinden geliyor. Kadınlar eş başkana ulaşıyorlar, eş başkanlar da bize yönlendiriyor. Böyle kendi doğalında gelişen, kurumsallaşmamış bir işleyiş de var aslında. Kadın meclisinin, TJA aktivistlerinin, eş başkanların bu anlamda çok büyük katkıları var bizim çalışmalarımıza.
Bunun dışında, Türkiye genelindeki tüm ağların içerisindeyiz. Sığınaklar Kurultayı’nda zaten aynı Şiddetle Mücadele Ağı’nda olduğu gibi, daha çok ŞÖNİM ve sığınaklarla ilgili sorunları, bunları nasıl daha iyi çözebileceğimizi tartışıyoruz, buna dair politika geliştirmeye çalışıyoruz. EŞİK, Kadın Koalisyonu gibi ağlar da İstanbul Sözleşmesi, nafaka hakkı, TCK 103 ile ilgili çalışmalarda ortaklaşmak için dâhil olduğumuz ağlar. Kadınlar Birlikte Güçlü’nün ilk geniş kapsamlı İstanbul toplantısına da katılmıştık. O çok heyecan vericiydi ama sonra biraz sönümlendi, daha çok İstanbul’la sınırlı bir şeye dönüştü sanki, bize daha az yansıyor. Bu eksikliği zaman zaman hissediyoruz.
Kadın Koalisyonu’nun içinde olmamızın ilk etapta Birleşmiş Milletler mekanizmalarına ulaşmak için olumlu bir etkisi oldu. Uluslararası mekanizmalarla ilgili raporlama yapmaya dair sunumlar bilgilendirici ve kıymetli bizim için. Uluslararası alanda da birkaç platformun içindeyiz. Bunlar daha çok İstanbul Sözleşmesi’ne dair ve toplumsal cinsiyet çalışmaları yapan platformlar. Bir de İnsan Hakları Savunucular Ağı’nın içindeyiz. Daha çok bizim yargısal süreçlerimizi takip ediyorlar, çünkü biz hak savunucuları olarak neredeyse hepimiz yaptığımız çalışmalardan ötürü yargılanıyoruz. Onlar da bunu raporluyorlar, Avrupa Birliği mekanizmalarına gönderiyorlar, güçlü hissettiriyor tüm bunlar.
Elif: İhraç edildiğimiz 2016 yılından Rosa Kadın Derneği’nin kurulduğu 2018’e dek, o iki yıl boyunca bir boşluk vardı. Kayyum geldiğinde biz bütün olanaklarımızı kaybetmiştik ve kadınlar güvensizlikten dolayı devlete de başvuramıyorlardı. Yaşadığı yerde bir kadın kurumu yok, platform yok, nereye başvuracak bu kadınlar? Bu yüzden Rosa Kadın Derneği kurulduğundan itibaren çok yoğun başvuru geldi. Çünkü başka bir alternatif yoktu. Evet, Dicle Amed Kadın Platformu vardı ama çok faal değildi. O dönemdeki ihtiyaçtan dolayı platform tekrar bir araya geldi, toplantılar almaya başladı, canlandı o iki yıllık süreçte. Sonra Rosa Kadın Derneği kuruldu. Tek başınıza ya da tek bir kurumun bütün bu sistemle başa çıkması çok zor, hele ki bu bölgede. Birlikte yol almanın önemi çok büyük. Rosa Kadın Derneği’nin kurulması ve Şiddetle Mücadele Ağı’nı oluşturmasıyla diğer kurumlar da canlandı, bir araya geldi, hepsi birbirinden güç aldı. Şu anda bir sığınağımız yok ama bir şiddet başvurusu geldiğinde çok hızlı bir şekilde organize olup ilgili kuruma yönlendirebiliyoruz. O yüzden kadın mücadelesinde birlikte yol almak can simidi gibi.
Söyleşinin devamına buradan ulaşabilirsiniz.