MeToo hareketinin küresel bir olguya dönüşmesinden beş yıl sonra yarattığı etkiyi ölçümlemesi çok kolay olmasa da, tüm dünyada tetiklediği sistemsel değişimin izlerini takip etmek hiç de zor değil.

Jodi Kantor ve Megan Twohey / The New York Times
Geçtiğimiz bahar, bir küresel hareketin kaderi Virginia’daki tek bir mahkeme salonunda çizildi. Ya da hikaye öyle gelişti. Aktörler ve eski eşler Amber Heard ve Johnny Depp hakaret suçlamaları nedeniyle karşılıklı atışıyorlardı. Bir internet çetesi Heard’ün etrafını kuşattı. Birçok kişi, diğer kadınların da taciz iddialarını dile getirmekten korkacağından endişe etti. Jüri davayı Depp’in lehine karara bağlamadan önce bile, bu gazete de dahil olmak üzere #MeToo için ölüm ilanları yayınlanmaya başladı. Kararın ardından Rolling Stone’a konuşan bir psikolog “Bu MeToo’nun sonu” dedi. “Bu bir hareketin ölümüdür.”
MeToo’nun yasını tutanlar, dava cinsel ve aile içi şiddet iddialarını diğer unsurlarla (bomba etkisi yaratan bir boşanma, ünlü şovu) birleştirmiş olsa da bu sonuca vardılar. Çok az yorumcu o hafta yaşanan bir başka olaya atıfta bulundu: Güney Baptist Konvansiyonu’nun üst düzey kilise liderlerinin yirmi yıl boyunca kendi bünyesindeki kadın ve çocuklara yönelik taciz iddialarını bastırdığını ortaya koyarak bomba etkisi yaratan bir rapor. Grup kısa bir süre sonra, suçlanan yüzlerce bakan ve diğer kilise çalışanlarına ilişkin 200 sayfadan uzun bir dosya ortaya çıkardı. Ülkenin en büyük Protestan mezhebinde yaşanan bu hesaplaşma, ünlülerin mahkeme salonlarındaki mücadelesinden daha kapsamlı bir #MeToo olayıydı ve aynı zamanda hareketin gücünün bir göstergesiydi.
MeToo hareketinin küresel bir olguya dönüşmesinden beş yıl sonra yarattığı etkiyi ölçmek doğal olarak zor. Bunu ölçmenin geleneksel yolu, o sırada hangi ünlü ifşa ediliyorsa sanık düşüyor ya da galip geliyorsa onu takip etmektir. Harvey Weinstein hapse gönderildi. Bill Cosby serbest kaldı. Andrew M. Cuomo istifa etti. Kelly mahkum edildi. Cinsel istismara uğrayan siyah kadınların yaşadıklarını hafifletmek için 2006 yılında #MeToo hareketini kuran Tarana Burke, bu süreci “Bir ileri bir geri” diye tanımlamıştı.
The New York Times ve The New Yorker’ın Ekim 2017’de Weinstein hakkındaki iddiaları ortaya çıkarmasının ardından, #MeToo sadece viral olmakla kalmadı, aynı zamanda genişledi. Burke, kendi kendi keşfi olan bu terimin, ilk zamanlardaki anlamının ve misyonunun çok ötesine geçen şekillerde kullanıldığını izledi. İnsanlar bu terimi sadece tecavüz ve işyerinde cinsel tacizi değil, aynı zamanda aile içi şiddet, toplumsal cinsiyet önyargısı ve sözlü tacizi tanımlamak için de kullandılar. Bununla birlikte, #MeToo’ya güç ve etki kazandıran esneklik, destekçileri için bile net hedefler tanımlamayı veya kazanç ve kayıpların çetelesini tutmayı zorlaştırıyor.
Bu yıl yaşanan iki olayı ele alalım. Nisan ayında Louis C.K. Grammy ödülü kazandı ve özellikle de onu ifşa edenler – onun nüfuzunun yanına bile yaklaşmayan kadın komedyenler – mücadelesine devam ederken pek çok komedyen arkadaşı, hayranı sus pus oldu. Onunki tartışmasız suların en durgun olduğu #MeToo hikayelerinden biri, çünkü C.K. hakkındaki iddiaların doğru olduğunu kabul etti. Süregelen tartışmalar gerçeklerden ziyade yeterince cezalandırılıp cezalandırılmadığıyla ilgili.
2021’de N.F.L. oyuncusu Deshaun Watson hakkındaki cinsel taciz iddialarının artmasının ardından, Cleveland Browns onunla 230 milyon dolarlık bir sözleşme imzaladı ve ligin iddiaları ciddiye almadığı ve kadınları önemsemediği yönünde şikayetlere yol açtı. Ancak geçtiğimiz yaz, bir lig soruşturması sonucunda, davranış protokollerini birden fazla kez ihlal ettiğinin tespit edilmesinin ardından, Watson 11 maç uzaklaştıma aldı ve 5 milyon dolarlık rekor bir para cezasına çarptırıldı. Bazıları bu cezaları hafif bulsa da, lig tarihindeki en ağır cezalar arasına girdi. Bu hikayeler her an biçim değiştiriyor, #MeToo’nun gücünü de gösteriyor olabilirler, etkisinin azaldığını da.
Ancak #MeToo’yu tekil olaylar üzerinden değil de sistemsel düzeyde incelediğimizde, geçtiğimiz beş yılın çok önemli sonuçlar doğurduğunu görüyoruz. 2016 yılında, Ulusal Kadın Hukuk Merkezi Başkanı Fatima Goss Graves, Eşit İstihdam Fırsatı Komisyonu için politika önerileri hazırlayan bir uzmanı grubu arasındaydı. Graves’in söylediğine göre o dönemde konu çıkmaza girmiş görünüyordu. Grup, değişimi gerçekleştirecek siyasi iradeyi görememişti. Bir sonraki yıl yaşanan #MeToo olayı yeni bir kararlılık getirdi. O zamandan bu yana 22 eyalet işyerlerini daha güvenli hale getirmek için yasalar çıkardı. Bazıları cinsel taciz iddiaları için zaman aşımı süresini uzattı; diğerleri ise mağdurlarla yapılan mali uzlaşmalarda genellikle tacizcileri gizlemek için kullanılan gizlilik anlaşmalarının kullanılmasını yasakladı.
Şirketler daha sert cinsel taciz politikaları ve yeni eğitimler uygulamaya koydu. Eski bir E.E.O.C. komisyon üyesi olan Chai Feldblum, pek çok işverenin “mali bir çıkar söz konusu olduğu için” harekete geçmeye motive olduğunu söyledi. “Bu, işletmeler için gerçek bir sorumluluk.” Birçok şirket yönetim kurulu harekete geçti ve bazı işletmelerde işten çıkarma suçunun tanımı genişledi. Goss Graves, “Bu kadar çok insanın sesini yükseltmesi politikadaki değişimi gerçekten hızlandırdı,” dedi.
Yazının devamına buradan ulaşabilirsiniz.