Gabrielle Bardall ve Elin Bjarnegård, The Conversation’daki yazılarında Myanmar’da kadınların sistematik olarak siyasetten dışlanmasının askeri darbeyi körüklediğini savunuyorlar.
(AP Photo/Peter Dejong)
Gabrielle Bardall
Elin Bjarnegård
1 Şubat 2021’de Myanmar ordusu iktidarı ele geçirdi. Darbe, dramatik bir olay iken, eski iktidar yapılarının bir devamı niteliğindeydi.
Myanmar’ın on yıllık geçiş dönemi, ülkeyi askeri kontrolden kurtarmakta yetersiz kaldı[1]. Kadın liderin varlığına rağmen, kadınların siyasetten dışlanması demokrasiye geçiş sürecinin ve Myanmar’ın derin kurumsal değişimin başarısızlığın, bir ölçü de, nedenlerinden.
Aung San Suu Kyi’nin “ulusun annesi” imajı onu şefkatli bir maderşahi olarak tasvir etti. Bu imaj, askeri yönetimin katı ataerkilliği ile tezat oluştursa da Myanmar’daki siyaset klişelere ve basit sınıflandırmalara meydan okudu.
Suu Kyi, demokratik reformlar çağının yüzü olsa da gerçekte geçiş süreci ordu tarafından başlatıldı ve kontrol edildi. Suu Kyi’nin Nobel Barış Ödülü sahibi olarak sahip olduğu miras, Rohingya soykırımını ele alma şekliyle kalıcı olarak lekelendi ve öne sürdüğü kadınlık ve demokratik idealizm, feminizm veya kapsayıcı demokrasi ile karıştırılmamalı.
Toplumsal cinsiyet perspektifi, Myanmar siyasetini (yukarıda) bahsedilenin dışında da anlamamıza yardımcı olabilir. Geçiş sürecinin ana adımlarında kadınların dışlanmasına bakıldığında ortaya başka bir hikaye açığa çıkıyor. Bu, demokratikleşme on yılında ataerkil gücün devamlılığının hikayesi.
Anayasa erkek egemenliğini sağladı
Yönetimdeki ataerkillik, Myanmar’ın on yıllık demokrasisini teşvik eden 2008 anayasasında tam olarak sergileniyor. Anayasanın bir hükmüne göre, belirli pozisyonlar sadece erkeklere ayrılmış durumda. Kadınlar temel bakanlık pozisyonlarından dışlanıyor ve ana hükümet kurumu olan Union Civil Service Board, (Birlik Kamu Hizmeti Kurulu) alt ve orta düzey pozisyonlara kadınlardan gelen başvuruları engellemek için düzenli olarak anayasanın bu maddesini kullanıyor. Bu engeller, onlarca yıldır kadınlara uygulanan aşırı baskıya ekleniyor.
Myanmar ordusu, sistematik olarak, etnik azınlıktan olan kadın ve kızları cinsel şiddet ile hedef alması ile biliniyor ve ülkenin militarizasyonu ayrıca yaygın ayrımcı uygulamalara katkıda bulunuyor.
Tatmadaw’un (Myanmar’ın ordusu) ve ülkedeki hakimiyetine uzun süredir meydan okuyan etnik silahlı gruplar arasındaki barış süreci (2011-2015) erkeklerin dahil olduğu bir anlaşmaydı. Yalnızca dört kadın, üst düzey müzakere heyetlerinde, düzensiz bir şekilde görev yaptı (bu sayı yüzde altıdan aza tekabül ediyor). Kadınlar ayrıca ateşkesi sağlayan yapılarından ve izleme ekiplerinden büyük ölçüde dışlandı.
Diğer önemli kurumlar da geçiş süreci sırasında modernize olamadı. Bunun yerine, genellikle muhafazakâr ve geleneksel tutumları yansıttılar. Kadınların parlamentodaki temsili, hem 2015, hem de 2020 seçimlerinde kabaca yüzde beş artarak, 2014’te yüzde beşin altından Kasım ayındaki tartışmalı seçimlerde yüzde 15’in biraz üzerine çıktı. Bu ilerleme önemli olsa da eşitlik nihayetinde ordunun yerleşmiş ataerkilliği tarafından kelepçelendi.
Ordu, geçiş sürecini, siyasetteki etkisini sürdürmeyi sağlamak için tasarlanmış kurallara göre düzenledi. Bunu yaparken kadınların politik katılımını engelledi.
Tatmadaw ayrıca yasamada koltuklarının yüzde 25’ini atama hakkını elinde tuttu. Bazı bakanlık pozisyonlara erişmek için askeri bir geçmişe sahip olma gerekliliği vardı. Kadınların orduda hizmet etmelerine daha yeni izin verildiği için, bu zorunluluk onları etkili bir şekilde bu görevlere ulaşabilmekten dışladı.
2015 seçimlerinden sonra ordu tarafından atanan 166 kişi arasında sadece iki kadın vardı. Ordu, 2020 yılında, ulusal, eyalet ve bölgesel meclislerine sadece yüzde on oranında kadın atadı. Askeri destekli Birlik, Dayanışma ve Kalkınma Partisi (USDP) hem 2015 hem de 2020 parlamentolarına yalnızca bir kadın seçti. Askeri kota, herhangi bir anayasa değişikliği için yüzde 75 onay oranı gerektirdiği için ayrımcılıkla mücadele edecek reform olasılığını ortadan kaldırıyor.
Ordunun ataerkilliği, Suu Kyi’nin liderliğine rağmen askeri olmayan siyasi partilere de yansıdı. Partiler, kadın temsilinin sağlayıcıları olsa da genelde kadınların siyasi katılımını iyileştirmek için adımlar atmadılar.
Hızlı çözüm yolu yok
Biz Myanmar siyasetinde daha fazla kadın olsaydı darbenin engelleneceği argümanını yapmıyoruz. Ülkenin militarizasyon tarihinin ortadan kalkmasının hızlı bir çözümü yok. Fakat kadınların etkili konumlarda göreceli olarak bulunmamasının ordunun iktidar üzerindeki hakimiyetini korumasına yardımcı olduğunu öne sunuyoruz.
Bu bağlantıyı anlamak üç nedenden dolayı önemli. Birincisi, kadınlara masada koltuk vermek fark yaratıyor. Araştırmalar, eşitlik ve kapsayıcılığın sürdürülebilir barışı teşvik ettiğini gösteriyor; bu sürece katılan erkeklerin tutumlarının da gerekli olduğu anlamına geliyor. Savaştan barışa geçişlere sadece silahlı örgütler değil, sivil toplum grupları ve kadın örgütleri de dahil edilmeli.
İkinci olarak, Myanmar’daki kadın hareketi, iş birliğine dayalı yönetişim için yeni modeller sunuyor. Gölgelere itilen kadın grupları yine de arka kanal müzakereleri de dahil olmak üzere, gayri-resmi kanallar aracılığıyla barış sürecine katkıda bulunmak için örgütlendi. Ortak hedeflere ulaşmak için etnik farklılıkları birleştirmenin yolunu gösterdiler.
Son olarak, Myanmar’da ataerkillik yolunun izini sürerek, darbeyi neyin doğurduğunu daha iyi anlayabiliriz. Ordunun neden şimdi bir darbe düzenlediği sorusuna ülkenin yakın tarihindeki militarizmi ve geçiş sürecinin güç dinamikleri ışığında bakmalıyız. Kadın hakları örgütleri şu anda harekete geçiyor ve açıkça militarize bir Myanmar’ın kadınlar için bir tehdit olduğunu söylüyor.
Bu yazı The Conversation’da yayınlanmıştır. Eşitlik, Adalet, Kadın Platformu için Begüm Zorlu Türkçeye çevirmiştir. Yazının orijinaline bu linkten ulaşabilirsiniz.
[1] Askeri yönetimden sivil siyasete geçişi temsil eden bu süreç barışı tesis etme ve demokratik seçimleri içeriyor.